KARA KURU BİR ADAM

İşte böyle bir hikâye! “Kara kuru bir adam” diye başlıyor. Adamın nasıl olduğu önemli değil! Bu sarı fışlak da olabilir; kalantor gösterişli göbekli biri de filinta gibi bir genç de...
Nereli olduğunu da pek hesaba katmayın, ben Mersinli diyorsam, siz Urfalı deyin.
Nasıl olduğunu unutun, mesleğini unutun, nedenini, niçinini unutun ama “kara kuru adam”ı unutmayın.
Böyle bir adam evinde hanımı “Üç gün tek ayak dur.” dese yere basamaz ama evden çıktığı zaman dünyayı zehir eder. Kime mi? Selam verdiğine, selam aldığına, beraber çalıştığına! Herkese canım, herkese…
Cenab-ı Allah’ın yarattığına kötü denmez ama Allah’ım tüm sevimsizliği, şirreti, gıybeti, kompleksi, hepsini buna vermiş canım.
Bir gün yolcuları indirdi. Ceket omuzda fora, doğru lavaboda aynanın karşısına geçti:
“Vay gözünü seveyim Yunus” diyordu “Yandan baksam Tamer Yiğit, önden baksam Cüneyt Arkın! Vay gözünü seveyim Yunus!” Tabii bunu garsonlar duymuş, yolcular duymuş, bu laf aldı yürüdü. Herkes kendi ismine göre uyarlıyor: Vay gözünü seveyim Memmet diyenler; Ahmet diyenler, say sayabildiğin kadar.
Tabii iş orda kalsa iyi. O zamanlar bir de kadınlar arasında başladı ki deme gitsin:
“Vay gözünü seveyim Fatma, önden baksan Fatma Girik; yandan baksan Fatma Belgen, icabında Erkek Fatma...”
Lavabodan çıktı, muavine havalı havalı:
“İyice yıkansın araba, ufak bir çamur istemem.” dedi ve içeri girdi. Tam kapıdan içeri girerken şefliğe sevdalı garsonlardan biri koşarak geldi:
“Hoş gelmişsin Yunus abi.” dedi.
Birden havalı havalı giden Şoför Yunus durdu:
“Sen misin bana hoş geldin Yunus abi diyen?” dedi. Garson güzel bir şey yapmış olmanın mutluluğuyla gülümseyerek:
“Evet benim abi.” der demez,
“Sen kimsin lan?” dedi “Ne zamandan beri sennen biz kadeh tokuşturuyok?”
“Biz saygı duy…” garsonun lafı ağzında kaldı.
“Duyma, görme, gelme! Bu ne laubalilik...” Arada bir salona şöyle bir göz atıyor, tüm yolcuların yemek yediğini görünce kendi kendine kel horozlar gibi gubarıyor ve sesinin tonajını biraz daha vurgulu yaparak bir fırça daha atıyordu garsona. Daha da sokranmaları devam ediyordu ki:
“Kaptanım hoş geldin” dedi iki eli önde birbirine kavuşuk şekilde bekleyen şef “Servis hazır, kebapları soğumasın diye şişlerinden çektirmedim”
“Yahu şefim böyle olmaz, bu garson benim göbek ebem, adımı kendi vuruk sanki ‘Yunus abi’ diye söylemesine kıl oldum ya, kıl oldum şefim. Sonra rahmetli dedem koymuş bu ismi bana. Rahmetlik Yunus Emre’yi çok severdi. Ben okuldan geldiğimde Yunus’un şiirlerini okuturdu. Ya şefim sen de otur hele şöyle. Benim demem şu ki herkes işinin ve isminin hakkını verecek.”
Aha işte böyle: “Bizden söylemesi! Verdiğin isim güzel olacak ama ya ismi taşıyan…”
Ertesi gün arabanın dönüş saatiydi. Anons yapıldı, müşteriler indi. Garson, patron, aşçı, kebapçı, sucu, bulaşıkçı, Allah’ını seven kim varsa...
“Hoş geldin kaptan, hoş geldin kaptan” diye içtima olundu.
Adam sanki altıncı filonun kaptanı. Selamlama tamam da nerede kara kuru bir adam? Patron sordu:
“Kara kuru bir adam nerede?”
Yeni kaptan:
“Dün bir yolcu şikâyet etmiş olanları patrona. O sevmez böyle şeyleri. Demiş ki: ‘Kusura bakmayasın, yeğenim askerden geldi, önceleri o kullanıyordu otobüsü.’ Hak edişini verip ayırdı.”
Bu gidiş herkeste bir memnuniyet yarattı, şef hariç. Şef iyi bakıyordu masasına o da bol bahşiş bırakıyordu.
Perde böyle kapandı derken bir hafta sonra bizim ‘kara kuru bir adam’ dediğimiz kaptan başka bir arabayla gelmez mi!
Ne zor bu yol boyu! Mecbursun. Yine patron, garson, aşçı kebapçı her neyse içtimaya! Kara kuru bir adamın bir de vukuatı var ya, dört dönüyoruz etrafında. Mecbursun, gaza basarsa gider elli kişilik yemek. Frene basarsa gelir elli kişilik yemek. Aman diyoruz, sineklendirmeyelim.
Adam bir indi direksiyondan, Allah seni inandırsın jilet gibi bir elbise. Kundura o biçim, sivri burun, yeni boyanmış bir ayakkabı. Bak saçını tara. Yaldır yaldır yanıyor. Beyefendi de tek tek basıyor. O kararan, azgın bakışların yerini tatlı bir tebessüm almış. Her ne kadar kel kafa parlasa da yan taraftaki birkaç tel saçı özenle taramış arkaya doğru.
Hepimiz birbirimizin gözüne baktık anlamlı anlamlı: “Hayırdır ölümü mü gelik diye!”
Derken sürpriz belli oldu. Boşa dememiş atalar “Katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsini sevdiğim cinsine çeker.” Hemen yanında da şık giyimli, sarışın, uzun boylu çok hoş bir bayan... Karısı desek, mümkün değil. Akrabası olsa bu kadar centilmenlik niye?
Şef’in gözlerinin içi de gülüyor, dört dönüyordu. Normalini anladık da normalden sonraki her turu patrona zarardı. Öğle yemeğinde acılı gicili kebabın yanında ‘Hakiki kara kovan’ diye bal verilir mi? İşin içinde bahşiş varsa verilir. Bal patrondan, bahşiş şoförden tatlı ama ‘karga besle, gözün oysun’ desen o da olmaz.
Patrondan şefe işaret etti. Çok geçmeden şef, elindeki meyve tabaklarını kaptan masasına bıraktıktan sonra geldi:
“Buyur abi?” dedi.
Patron:
“Oğlum fazla yüklenmeyesin ha!” deyince şef:
“Patron bildiğin gibi değişik bir tip, kahrı zor, şansından da hep dolu geliyor. Biraz gönlünü almaya çalışıyorum.” dedi.
İstirahat molası biter bitmez kaptan acilen kalktı, şefe:
“Yolcuları toplayın.” dedi.
Patron buna bir anlam veremedi. Gelirken o centilmen, kibar adam gitmiş, Kara kuru adam fabrika ayarlarına dönmüştü.
Gelen müşterilerin hesabını alarak “Teşekkür ederim” diyor ve kolonya ikram ederek uğurluyordu onları.
Kaptan direksiyona oturmuş, anons bir daha yapılsın diye işaret etti. Şef acilen mikrofonun başına geçerek:
“Yolcular kalmasın, arabanız harekete hazır” dedi. Bayan ellerini kurulayarak, arabadaki yerini aldı.
Mikrofon elinde olan şef:
“Teşekkür ederiz, iyi yolculuklar.” diyerek mikrofonu kapattı.
Patron, şefin gözüne baktı:
“İki çay al, yazlığa gel.” dedi. Şef iki çayla çok geçmeden yazlıktaydı.
“Otur” dedi patron. Devamla:
“Ne oldu orada? Girerken dünyanın en kibar insanıydı ama çıkarken bildiğin kara kuru bir adama döndü. Sen anladın mı bir şey? Niye fabrika ayarlarına döndü bu adam?”
Şef, başını kaşıdı. Ne de olsa Kara kuru adamın sırdaşı sayılırdı ama burası da ekmek kapısı. Duyduklarını anlatmaya başladı.
“Yemeklerini yerken, kaptan yanındaki bayana: ‘Çok şık ve güzelsiniz, sizin için ölünür,’ diyordu. O da ‘Haydi ölsene’ dedi. Kaptan ‘Emredin hanımefendi öleyim.’ dedi. Sonra bayana ‘Nerede buluşabiliriz?’ diye sorunca, bayan cebinden bir kimlik çıkardı:
‘İstediğin zaman ve saatte beni burada bulabilirsin.’ dedi. Kimliğin üzerinde bulunan resim subay elbiseliydi.’
Kaptanın siyah olan suratı iyice karardı. Eli ayağına dolaşıyordu. Ben kenardaydım ama beni gören yoktu. Kadın alaylı bir şekilde ’Hadi konuşsana centilmen’ dedi. Hiç ses çıkmıyordu bizimkinden. Sadece şunu duydum: ‘Ben yokum diyeceksin patronuna’ diyordu.
Sonra bana döndü:
‘Kahve kalsın, şu parayı al, kasaya benim hesabımı öde!’ dedi.”
Mesele anlaşılmıştı.
Patron:
“Desene, bakmaz halına kılığına salınır kıza geline.” dedi. İkisi de gülmeye başladı.


Yorumlar - Yorum Yaz