PUTİN ESAS DURUŞTA


Akıl hastanesinin tüm doktorları başhekimin odasında önemli bir toplantı hâlindeydi. Toplantının en hararetli yerinde oda kapısı büyük bir gürültüyle açılınca içeridekiler neye uğradıklarını şaşırdılar. Başlar önce kapıyı tekmeyle açıp paldır küldür içeri dalan hasta bakıcı Cemal’e ardından ne olup bittiğini anlamak istercesine birbirlerine çevrildi. Başhekim, Cemal’i fırçalamak için elini masaya vurup öfkeyle ayağa kalkarken Cemal, hastanenin eniğinden cücüğüne kim varsa verip veriştirmeye başladı. Yüzü kırmızıdan mora doğru renk değiştiren Başhekim, dilinin ucuna kadar gelen sözleri yutmak zorunda kaldı. Birkaç defa yutkunduktan sonra gözleri, bayan doktorlara kayınca soğuk soğuk terledi.
“Bak Cemal oğlum, ayıptır…” diyerek lafı alttan almaya çalıştı.
Barut fıçısına dönen Cemal kitabı ortasından okuyordu:
“Hay senin gibi Başhekim’in ben…” diye elini havaya kaldırmıştı ki Başhekim hemen koşup Cemal’in ağzını kapattı, diğer elini de boynuna atıp onu koltuğa doğru çekiştirdi. Şaşkın şaşkın bakınan doktorlara ise:
“Toplantıya başka bir gün devam ederiz. Gidebilirsiniz.” demek zorunda kaldı. Doktorlar odayı terk ederken Cemal, boşluğunu bulup:
“Başlarım ha böyle işe!” diyerek Başhekim’in elinden kurtuldu, üstündeki önlüğü çıkarıp yere çarptı:
“İstifa edeyrum! Alın hastanenuzu…”
Başhekim, Cemal’i tekrar yakalayıp güçlükle misafir koltuğuna oturttu. Kendisi de makam koltuğuna oturmak yerine onun yanına oturdu. Yıllardır gecesini gündüzüne katıp hastanenin her işine koşan bu adamın neden bu kadar sinirlendiğini anlamaya çalışıyordu. Cemal, hastanenin her şeyi demekti. Yeri gelir çamaşırcı, yeri gelir bulaşıkçı; yeri gelir güvenlikçi, teknisyen; yeri gelir hasta bakıcı, hemşire, hatta doktor, başhekim… Bu hastaneyi onsuz düşünmek mümkün değildi. Yıllık izne ayrıldığında hastanedeki her iş aksar, koridorlarda benzer cümleler yankılanmaya başlardı:

“Bana hemen Cemal’i bağlayın.”
“En iyisi Cemal abiye sormak.”
“Cemal’e bir soralım.”
“Cemal, nerede olduğunu biliyordur.”
“Cemal’i aradınız mı?”
“Cemal de tam izne ayrılacak zamanı buldu.”
Telefonların yetersiz kaldığı durumlarda başhekimin makam arabası Cemal’i almak için gönderilirdi. Cemal, problem her neyse çözer makam arabasıyla evine dönüp iznine devam ederdi. Tabii kaç gün devam edebilirse… Çünkü telefonlardan ve gel gitlerden bunalan Cemal, “Ula izindeyken daha çok yorulayrum!” diyor, her seferinde iznini yarıda kesip hastaneye dönüyordu.
Hastane için bu kadar önemli bir adamın istifasını en son isteyecek kişi olan Başhekim, Cemal’e bir bardak su verdi. Kendi eliyle, Cemal’in gömleğinin üstten iki düğmesini çözdü. Ona masanın üzerindeki kolonyadan ikram etti. Cemal biraz olsun yatışmıştı. Başhekim, sesinin en yumuşak tonuyla konuştu:
“Ha şöyle hele biraz sakinleş oğlum.”
Cemal, kolonyayla ovuşturduğu ellerini, yanaklarına götürüp küçük şaplaklar vurduktan sonra Başhekim’in üstüne abanarak masanın üzerindeki şişeyi aldı. Elini tekrar kolonyalayıp bağrına sürdü. Bir taraftan gömleğinin yakasını sallayıp içeriyi havalandırırken bir taraftan da göğsüne doğru hafif hafif üflüyordu.
“Dayanamayrum artık başhekimum. Dayanamayrum da!” diye söylendi.
Başhekim, elini Cemal’in omzuna koydu:
“N’oldu oğlum? Anlat da bir çözüm bulalım.”
Cemal:
“Ha bu deliler beni delirtecek!”
Başhekim, Cemal’in konuşma kıvamına geldiğini anlayınca yerinden kalkıp koltuğuna oturdu.
“Oğlum, hepimiz bunların arasında kala kala az çok delirdik. İstersen sana biraz izin yazalım. Memleketini özlemişsindir. Yaylaları falan bir dolaş gel.”
Cemal’in tersliği üstündeydi:
“İstemez.” dedi.
Başhekim:
“Başka bir isteğin varsa söyle onu yapalım.” dedi.
Cemal, yayıldığı koltukta biraz toparlandı:
“Ben bu Trump’ı geri isteyrum. Onu bağa geru getirebilir misun?”
Başhekim, beklemediği bu istek karşısında şaşkındı:
“Hayda! Şu kendini Amerikan başkanı sanan deliyi diyorsun… Doğan Alp miydi neydi adı?”
Cemal:
“Ta kendisi… Onu geri isteyrum.”
Başhekim, gözlüklerini çıkardı. Ellerini masanın üzerinde birleştirip öne doğru eğildi:
“Oğlum Cemal, bu adamı göndermek için aylarca başımın etini yemedin mi sen benim? Aklî dengesi yerinde raporu verip onu hastaneden yollamak için kırk takla attım. Doktorları bu konuda razı edene kadar akla karayı seçtim. Beni bakanlığa kadar şikâyet ettiler. Bugün bile Trump gittiyse bu kadar deli neden hâlâ hastanemizde yatıyor. Bunların tamamını taburcu etmemiz lazım diyenler oldu.”
Cemal:
“Uy en akıllileri yine Trump idi da! Bunlari zapt eden de oyimiş meğer. Haçan gitti, kalanlar daha da azıtti.”
Başhekim, alttan almaya devam etti:
“Azıttılarsa hap veririz, iğne vururuz sakinleştiririz oğlum.”
Cemal yeniden parladı:
“Başhekim’um ben ne deyrum sen ne deysun da! Bunlara hap top iğne fayda etmay. Hele bu Putin denen kot kafaliya kutuyla verdim sakinleştiriciyi bana misun demedi.”
Başhekim, gözlerinin önünden hastaları geçirip Cemal’in bahsettiği kişiyi hatırlamaya çalıştı:
“Şu kendini Putin sanan, soğuk suratlı şey... Neydi adı?”
Cemal:
“Adi batsun! Veli Demir…”
Başhekim:
“Hah Veli Demir… Nasıl durumu?”
Cemal:
“Sen beni nerenle dinleysun Başhekim’um? Meğer bu ot yiyeyin uşaği Putin, Trump’tan korkarmiş. O gittikten sonra millette huzur koymadi. Ona saldir, buna saldir, yok gazinizi keserum, yok bomba atarim, yok nükleer silah kullanirim, füze atarim...”
Başhekim:
“O kadar deli bir Putin delisiyle başa çıkamıyor mu? Gazı nasıl kesecekmiş, bombayı nereden bulup atacakmış?”
Cemal:
“Kopili uşaği kalorifer peteklerini kapatayi da! Kaç defa o kapatti, ben açtim, o kapatti, ben açtim, o kapatti, ben açtim.”
Başhekim, kendince bir çözüm sunmaya çalışıyordu.
“Sen de kapat bakalım ne yapacak?”
Cemal:
“Kapattim Başhekim’um.”
Başhekim:
“Ne yaptı?”
Cemal:
“Açmadı, ağzuna ettiğimun uşaği!”
Başhekim, önüne çektiği kâğıda Cemal’in söylediklerini not alıyordu:
“O kaloriferi kapatınca diğer deliler, ne yapıyor? Petekleri açmaya çalışmıyorlar mı?”
Cemal:
“Ha onlara o kadar anlattım, buradan açacaksınız diye. Kimse açmaya çalışmayi. İçerisi iyice soğuyunca hepsi de yatağın içerisine girip titreşmeye başlayi.”
Başhekim:
“Bomba dediği ne peki?”
Cemal:
“Ne olacak büyük abdest. Koğuşun ortasına…”
Başhekim, Cemal’in cümlesini tamamlamasına izin vermedi:
“Tamam tamam. Ya nükleer silah?”
Cemal:
“Bunda öyle bir mabad var ki Başhekim’um nasil söyleyim sağa? Bir salayi, bekle ki koku çıksin. Ander, kaybana kalasi!”
Başhekim:
“Tamam, Cemal anlaşıldı. Bu delilerin içerisinde hiç mi aklı başında adam yok.”
Cemal:
“Akli başinda adamin akil hastanesune ne işi var da!”
Başhekim:
“Yahu lafın gelişi öyle dedim.” dedi ve gözlerini pencereye çevirip düşünmeye başladı.
Cemal:
“Bu Trump’ı geru getirmekten başka çare yok.”
Başhekim:
“Cemal saçmalama, nereden bulup getireceğiz adamı?”
Cemal:
“O zaman bu Putin’e akli dengesi yerinde raporu verelum gitsun da!”
Başhekim, bu fikri de beğenmedi:
“Yahu ben Trump’a sağlam raporu verdiğime pişmanım, sen Putin’i de taburcu edelim diyorsun. Başka bir çare düşünmeliyiz.” Bu sırada Başhekim’in aklına bir fikir geldi:
“Hah buldum. Hastalardan birini Trump yapalım. Putin bunun üzerine biraz sakinleşir.”
Cemal elini havaya kaldırdı:
“Kimse Trump’ın yerini tutamaz. O tam zır deliydi.”
Başhekim, yeniden düşünceye daldı:
“Kendini Biden sanan biri var diyordun…”
Cemal:
“Var ama bir şeye gerek değil. Herkese arkanizda ben varim, Putin size bir şey yapamaz diye gaz veriy sonra da Putin’in yanina gidip saldir şunlara diye ona gaz veriy.”
Başhekim:
“Macron, Boris, Olaf?”
Cemal:
“Uy onlar daha kendi donlarini toplayamayi da!”
Başhekim:
“Kim Jong-un ne durumda?”
Cemal:
“Şimdilik sakin! Ama Putin’i gördükçe o da yakinda ayağa kalkar.”
Başhekim:
“Şu kendini Çin Devlet Başkanı sanan nasıl?”
Cemal:
“Nasi olacak? Putin’in arkasini sıvazlay da!”
Başhekim:
“Suriyelilerde problem var mı?”
Cemal:
“Şükür onlar sakin. İyice yerleştiler ha buraya.”
Başhekim, başını ellerinin arasına aldı. “Ne yapmalı, ne yapmalı?” diye birkaç kez kendi kendine söylendi. Yerinden kalkıp odanın içerisinde adımlamaya başladı. Bir taraftan da sesli sesli düşünüyordu:
“Onların korkacağı bir şey… Korkacağı, çekineceği, saygı duyacağı… Özellikle de şu Putin’in hakkından gelecek...”
Aradan epeyce bir zaman geçtikten sonra Başhekim:
“Buldum!” diye bağırdı. Cemal, bile bu sesle yerinden sıçradı:
“Ne buldun Başhekim’um?”
Başhekim, gayet kendinden emin:
“Putin’i hizaya getirecek çareyi buldum. Yarın sabah odamda hazır ol.”

***
Ertesi sabah Cemal, elinde bir pano ve çekiçle koridorda belirdi. Başı dimdik havada, göğsü ise yukardaydı. İki adım atıyor, sağına dönüyor, iki adım daha atıyor sola dönüyordu. Onun bu yürüyüşünü görenlerden biri muziplik olsun diye telefonundan mehter marşı açtı. Cemal’in adımları gerçekten de mehter yürüyüşünü andırıyordu. Hastanedeki diğer çalışanlar meraklı gözlerle onu izliyorlardı. Cemal, sert adımlarla gürültüden yıkılan koğuşun kapısından içeri girdi. Onun girişiyle birlikte içerideki ses bir anda kesiliverdi. Hastane çalışanları içeri girdiklerinde, Putin en önde selama durmuş, deliler de arkasında tek sıra halinde dizilmişti. Kimseden çıt çıkmıyordu. Doktorlardan birisi hemen Putin’e yaklaştı ve ona yüksek sesle:
“Beni rahatta dinle asker!” diye bağırdı.
Putin, sağ kolunu indirip doktora döndü. Eli yüzü bembeyazdı. Doktora kaş göz işaretiyle karşıyı gösteriyordu. Doktor bir şey anlamamıştı.
“Hayırdır, bu halin nedir Putin? Ne kaş göz ediyorsun” diye sordu.
Putin eliyle sus işareti yaparak doktorun kulağına eğildi.
“Aman doktor duvardaki tabloyu görmüyor musun?”
Doktor duvara baktı. Duvarda eli kılıcının kabzasında bir Osmanlı paşasının resmi vardı.
“Gördüm, ne olmuş?”
“Tanımadın mı?”
“Kimi?”
“Paşayı!”
Doktor bir daha dönüp resme baktı. Yüksek sesle tablonun altındaki yazıyı okumaya başladı.
“Baltacı Meh…”
Sözünü tamamlamadan Putin doktorun ağzını kapatıp kulağına sessizce ama öfkeyle mırıldandı:
“Yahu napıyorsun? Baltacı Mehmet Paşa diye yüksek sesle konuşulur mu? Prut’ta Katerina sayesinde elinden zor kurtardık. Şimdi bir öğrenirse benim burada olduğumu bu defa anamdan doğduğuma pişman eder!”


Yorumlar - Yorum Yaz