TAYYİB EFENDİ'NİN NÜFUS KAĞIDI

Efendim daha önce bahsetmeyi unuttum. Belki sizin de aklınıza gelmiştir bu Allah’ın öz kahraman Çorumlusu Küfeci İrfani ile Maraşlı pardon Kahramanmaraşlı Tayyib Atmaca nereden tanışıyor diye. Ben Tayyib Atmaca’nın babası Osman Ağa ile asker arkadaşıyım. Arada bir Maraş ve Osmaniye’ye gider eski günleri yâd ederdik. O da Çorum’a gelirdi.
Geçen gün bizim Açıkkara Medya patronu Atmacazade Tayyib Efendi ile biraz sohbet edip eski günleri andık. Söz dönüp dolaşıp onun mektep yıllarına geldi. Şuradan buradan derken patron okul maceralarını anlatmaya başladı. Boşuna dememişler, “Her insan bir âlem, her insanın hayatı bir roman” diye. Tayyib Efendi, Maraş’ın Afşin ilçesi Topaktaş köyünde doğmuştu. Hatta ilkokula dokuz yaşında başlamıştı. Artık köye okul mu geç açıldı, onu geç mi yazdırdılar bilmiyorum, anlatıldıysa da unutmuşum demek ki. Neyse burada bir müddet okuyunca Osmaniye’ye taşınırlar. Osmaniye’de de okula gider bizim patron. Ancak okul müdürü ona der ki:
“Baban gelsin, nüfus kâğıdını da getirsin de seni okula kayıt ettirelim.”
İşte ben de körün taşı gibi Osmaniye’ye arkadaşım Osman Ağa’yı ziyarete gitmişti. Bizim filim tam da o gün kopmuştu ama asıl filim de bundan sonra başlamıştı.
Osman Ağa ile biraz kayfede oturup akşam eve gelmiştik ki Tayyib Efendi babasına:
“Baba, okul müdürü seni çağırıyor.” dedi.
Bu söz üzerine Osman Ağa’nın bir anda yüzü düştü ve kaşları çatıldı.
“Hayırdır ne halt ettin de beni okula çağırıyor müdür?”
“Yok baba, beni okula kaydetmek için çağırıyor, nüfus kağıdımı da götürecekmişsin.”
Adamcağızın bu defa yüreği cız etmiş olacak ki kızardı, bozardı.
“İyi de senin nüfus kâğıdın yok” deyiverdi.
Tayyib Efendi merakla sordu:
“Nasıl olmaz baba, herkesin nüfus kâğıdı var. Benim niye yok?”
Ben de Tayyib Efendi gibi şaşırmışım. Adamcağız ne desin kem küm etti ama yapacak bir şey yoktu, mecburen nüfus kâğıdı alınacaktı.
Ertesi gün beraber Nüfus Müdürlüğüne gittik. Osman Ağa derdini anlattı. Memur baktı ki mevzu biraz karışık, herhalde bizi başından savmak için olacak:
“Afşin’den nüfus kaydını istemek lazım. Ya da sen Afşin’e git oradan kolayca hallet.” dedi.
Osman Ağa “Ne edek?” dercesine bana baktı. Ben de:
“Vallaha adam doğru söylüyor. Gidip bu işi Afşin’de hallet. Ben de memleketime gideyim.” dedim.
Osman Ağa:
“Olur mu İrfani kardeş? Beraber gidelim, hem bizim memleketi de görmüş olursun. Dünyada bırakmam.” demez mi? O kadar ısrar etti ki ertesi günü mecburen onunla düştük Afşin yoluna. Önce bir kamyonla Antep’e gittik. Oradan da bir Magirüs otobüse binip Maraş’a gittik. Maraş’tan da bir kamyon sırtında Afşin’e vardık. O zamanlar her yere araba nerde?
Afşin’e varınca Osman Ağa’nın kardeşinin evine misafir olduk. Eşi dostu ziyaret ettik. Sonra da ertesi sabah dayandık Nüfus Müdürlüğünün kapısına. Afşin nüfus memuru, kollarında siyah kolluklar ve gözünde şişe camından kalın gözlükleriyle koca kara kaplı kütük defterini masanın üzerine serdi ve başladı sayfaları çevirmeye. Baktı, baktı, baktı ama aradığını bulamadı. Sonra gözlüğün altından Osman Ağa’ya:
“Sen bekâr görünün gadasını aldığım Osman Ağa. Oğluna nasıl nüfus kâğıdı alıcın, he mi?” diye sordu.
Şaşırmıştım. Osman Ağa, Hatice Hanım’la evliydi ama eski tabirle meğerse izinnamesi yokmuş.
“O zaman izinnamemizi alalım madem.” dedi Osman Ağa.
Memur gözlüklerini yukarı kaldırıp:
“Eşiyin gendi gelici o zaman, o olmadan olmaz.” demez mi?
Osman Ağa da ben de o an adeta yıkıldık. O kadar yolu tekrar gidip gelmek ölüm demekti. Osman Ağa bir deftere baktı bir de memura.
“İyi de Memur Bey ben şimdi Osmaniye’ye geri mi gidicim? Benim hanım Osmaniye’de. Şuraya bir şeyler karalasan olmaz mı?” dedi. Memur hemen şak diye defteri kapattı ve biraz da hiddetlenerek:
“Öyle şey olur mu? Ne gendi var ne nüfus kâğıdı. Kimi kime nikâhlayıcım? Get getir arvadını.” diye kestirip attı.
Mecburen boynumuzu büküp nüfus dairesinden çıktık ve ilk bulduğumuz araba ile düştük geri Osmaniye yollarına. Tabii çoğu açık kamyon kasasında… O gece yarısı Osmaniye’ye vardık ve hiç kimseye bir şey demeden vurup kafayı yattık.
Ertesi günü sabah kahvaltıda Osman Ağa eşi Hatice’ye:
“Haydin Afşın’a gedicik, sana izinleme alıcık. Oğlanı da götürücük. Bir de onun için bu kadar yolu geri tepmiyek.” dedi.
Ben yine izin istediysem adam beni bırakmadı. “Bu işi beraber halledicik.” diyor başka bir şey demiyordu. Baktım bizim Hatice yenge sanki memleketi özlemiş, canına minnet gibi başladı hazırlığa. Yarım saat geçmeden düştük yollara. O gün gece yarısına doğru Afşin’e vardık ve yine Osman Ağa’nın kardeşinin evinde misafir olduk. Sabah erkenden nüfus dairesini çevirdik. Memur bizi görünce hemen tanıdı.
“Topaktaşlılar geldiğiz mi?” diye sordu.
Osman Ağa homurdanarak cevap verdi.
“He geldik babam. Şu bizim işi halledek artık.”
Memur yine gidip üzerinde Topaktaş yazan kara kaplı büyük defteri getirdi ve masanın üzerine serdi. Kafasını kaldırıp gözlüğün üzerinden bakarak Osman Ağa’ya:
“Gelinin nüfus kâğıdını ver.” dedi.
Osman Ağa Hatice yengeye dönüp elini uzattı. Kadın şaşkın bir şekilde kocasına:
“Benim nüfus kâğıdım yok ki.” demez mi?
O an Osman Ağa’nın beti benzi attı.
“Yahu izinneme alıcık dedik, insan nüfus kâğıdını almaz mı yanına, evde mi unuttun yoksa?” diye diklendi.
Hatice yenge bu kez biraz sesini yükselterek:
“Herif benim nüfus kâğıdım hiç olmadı ki!” deyince Osman Ağa yalvarırcasına bir ses tonuyla:
“Senin de mi nüfus kaydın yok? Vay başıma gelenler.” diye hayıflandı. Vallahi benim de yüreğim ağzıma gelmişti.
Memur yardımcı olmak için:
“Belki kaybetmiştir Osman Ağa, gelin hangi köyden, soyadı ne, babası kim?” diye peş peşe sıraladı soruları.
Osman Ağa’nın da benim de korktuğumuz başımıza gelmişti.
“Valla Memur Bey, hanım buralı değel, Sarız’ın Büyüksöbeçmen köyünden. Sonradan bizim köye gelmişler, asılları Topaktaşlı değel.”
Memur yutkundu, anladı ki bu iş daha çok dallı budaklı. Yüreği de acır hani bu garibanlara. Bu yüzen öfkesi merhamete döndü ve müşfik bir eda ile sordu.
“Desene işimiz var. Valla sizin gül hatirinize aha Sarız Nüfus Müdürlüğüne bir tel çekiyim. Bakalım ne olacak? Söyle bakalım gelin hanım adın, kızlık soyadın, babanın ve annenin adı nedir?” Aldığı bilgileri yazdı, çizdi. “Siz bir yarım saat dışarıda bekleyin” dedi ve bekleyen başka bir adamın işine daldı.
Aradan yarım saat geçince Osman Ağa’ya seslendi.
Osman Ağa ile içeri girdik:
“Gelen telde arvadının nüfus kaydı olmadığı yazıyor. Sen önce Sarız’a gidip arvadına nüfus kâğıdı çıkarıcın, sonra ikinize izinname verilecek. Ondan sonra da senin çocuklarına…” dedi.
“Bunun başka bir oluru yok mu?” diye sordu Osman Ağa.
Memur kaşlarını yukarı kaldırıp bir “ı’ıı” çekti.
Bize mecburen Sarız’a yol görünmüştü. Bizim Tayyib ile yengenin gözlerinin içi gülmeye başlamıştı. Demek ki epeydir Sarız’a gidememişler, oraları özlemişlerdi. Nüfus Müdürlüğünden çıkınca bir kamyonet sırtında Topaktaş’a gittik. Ertesi günü oradan yürüyerek Büyüksöbeçmen köyüne vardık. Osman Ağa kaynatasının kapısını çaldı. Mahmur gözlerle kapıyı açan kaynanası karşısında bizi görünce şaşırmıştı, aynı zamanda sevinmişti de. Az sonra tüm akrabalar başımıza toplanmıştı. Lakin biz neye geldiğimizi kimseye söylemiyorduk. Neyse hemen alelacele ocaklar yandı, çaydı, yemekti derken gece yarısı ancak istirahate çekildik.
Oradan da ertesi günü yarı yayan yarı kamyon sırtında Sarız’a vardık. Doğruca Nüfus Müdürlüğünün kapısına dayandık. Sarız küçük bir ilçeydi. Burada herkes birbirini tanır, devlet dairelerinde de işler hemen görülürmüş. Osman Ağa nüfus memuruna derdini anlattı. Adam meseleyi hatırlamıştı.
“Geçen gün Afşin’den sormuşlardı, hatırladım şimdi.” dedi ve “Hangi köydü?” diye sordu.
Osman Ağa:
“Büyüksöbeçmen köyü, kaynatamın adı Ali Çevik doğumu 1307, kaynanamın adı Elif, hanımın adı da Hatice.” dedi.
Memur, defterin sayfalarını tek tek çevirmeye başladı ve sonra durdu.
“Aha buldum.” dedi.
Osman Ağa derin bir oh çekti ve ardından “Yarabbi şükür.” dedi demesine de nüfus memurunun yüzü karardı, ıkındı, sıkındı sonra baklayı ağzından çıkardı.
“İyi de bu Ali Çevik de bekâr görünüyor. Elif’in kızlık soyadı ne, babası kim onu biliyor musunuz?” diye sordu.
Osman Ağa’yı bırakın benim yüreği yerinden fırlarcasına çarpmaya başlamıştı. Allah’ım bu ne çetrefilli işti böyle? Osman Ağa eşine dönüp sordu:
“Anan kimin kızıydı? Babasının adı neydi?”
Kadıncağız da şaşkındı.
“Dedemin adı Battal’dı. Annem ve babam emmi uşaklarıdır. Doğumunu bilmem.”
Nüfus memuru önündeki defterden başladı okumaya.
“Battal kızı Elif, 1312 doğumlu. O da bekâr!”
Bu sözü duyunca Osman Ağa:
“Aha babaan, ataan...” dedi ve sendeledi, tam düşecekti ki tuttum. Kendisini çabuk toparladı.
“Şimdi nedeciik?” diye sordu.
Memurun da artık kafası karışmıştı ama yine de soruyu cevapladı.
“Önce bu Elif ile Ali’yi evlendireceğiz ki Hatice’nin nüfus kâğıdı olsun.” Sonra Hatice yengeye dönüp sordu, “Peki, senin hiç kardeşin yok mu?”
Hatice mahcup bir şekilde cevap verdi:
“Olmaz mı beyim, en büyük bacım Fatma, onun güccüğü Emiş, onun da güccüğü gardaşım Sadık, onun da güccüğü Selver bacım var. Sonra da ben olmuşum.”
Nüfus memurunun gözleri yerinden çıkacak gibiydi.
“Bunlar yaşıyor mu?”
“Evet”
“Çoluk çocukları var mı?”
“Olma mı? Her birinin en az üçer beşer çocuğu var.”
Memur elleriyle saçlarını yolmaya başladı ve koşarak müdürün odasına girdi. Biraz sonra müdür “Allah Allah, emin misin?” diyerek gelip kütük defterini incelemeye başladı. Hatice yengeye sordu:
“Yahu senin baban bekâr görünüyor bacım ve sizin ailenin hiçbir ferdinin kaydı yok. Siz bu zamana kadar nasıl ve nerede yaşıyorsunuz?”
İş iyice arapsaçına dönmüştü. Osman Ağa yine titrek bir sesle müdüre sordu:
“Nasıl olacak şimdi?”
Müdür gülerek:
“Önce gelinin babasını evlendiricik, sonra da ikinizi. En sonunda da kaç çocuğunuz varsa hepiciğine kimlik vericik.”
Herkes şaşkındı. Nüfus memurları da onların başına birikmişti.
“Şimdi gelinin anası ve babası buraya gelecek. Muhtarı ve iki azasını da çağırın. Önce bu ikisini evlendirelim. Sonra sizi...”
“İyi de Müdür Bey kaynanam sağ da kayınbabam sizlere ömür.” Müdür iyice şaşırmıştı:
“Hayda!” dedi, “bak sen şu işe!”
“Vallaha Müdür Bey ocağına düştük. Gel bu işi hallet. Yoksa oğlan okula gidemeyici!”
Müdür ne yapacağını şaşırmıştı. Düşündü, durdu.
“Köy muhtarını ve iki azasını getir.” dedi.
Tesadüf bu ya muhtar da o gün Sarız’daymış. Osman Ağa muhtarı da nüfus müdürünün huzuruna dikti. Muhtar olayı dinleyince Müdür’e:
“Vallaha Müdür Bey olan olmuş. Ben köy defterine eski tarihle o ikisini evlendi diye kayıt edeyim. Sana imzalı yazı getireyim. Sen de bu ikisini kaydet nasıl ediyorsan.” dedi.
Yapacak başka çare yoktu. Neyse uzatmayalım onlar evlendirme işleri ile uğraşadursun ben Kayseri üzerinden Çorum’a geçtim.
Sonradan öğrendiğime göre önce dede ile nine evlendirilmiş. Sonra Ali ve Elif’den olma çocuklar tek tek nüfusa kaydettirilmiş. Sonra da evlilikleri resmiyete bağlanmış. Onların da çocukları kayda girmiş. Osman Ağa ve Hatice yenge de resmen evlenmişler. Tabii bu süreç tam üç ay sürmüş. İşin içine mahkeme de girmiş. Tam bir curcuna yaşanmış Sarız’da. Sarız Nüfus Müdürlüğü kuruldu kurulalı böyle yoğun bir şekilde çalışmamış. Memurlar gece yarılarına kadar mesai yapmışlar. Kaymakam, savcı, hâkim, jandarma komutanı ne kadar mülki erkân varsa işe müdahil olmuşlar. İşin içinden çıkan nüfus müdürünün anasından emdiği burnundan gelse de İçişleri Bakanlığından takdirname ile taltif olunmuş ve Maraş’a nüfus müdürü olarak atanmış.
Sonunda bizim patron da bir nüfus kâğıdı elde etmiş. Patron sevine dursun da başka bir sorun daha çıkmış. Zira bizim patronun dayısı Sadık Ağa asker kacağı olarak yakalanıp apar topar 50 yaşında Sivas Temeltepe’ye askere gönderilmiş. Oradan da usta birliğine Ağrı Eleşkirt’e gitmiş. Bu yüzden aileler arasında bir gerginlik yaşansa da zamanla olay tatlıya bağlanmış.
Patron bu sayede Osmaniye Namık Kemal İlkokulunu, ardından ortaokulu ve ticaret lisesini bitirmiş. Üniversite tahsilini işletme fakültesini okuyarak tamamlamış. Ha ilk aldığı defterli nüfus cüzdanını da çerçeveleyip salonunun duvarına astırdığına dair duyumlar aldım. Hatta bu çerçevenin üzerine de resmi dairelerde olduğu gibi kırmızı bir Y harfi yapıştırmış. Yani “Yangında ilk önce kurtarılacak evrak.” anlamında. Ben de elin yalancısıyım. Osman Ağa ile yaşadığım bu nüfus kâğıdı meselesinden bu yana ne Maraş’a gittim ne de Osmaniye’yi gördüm. Teyo Emmi’nin dediği gibi “Bende yalan da yok hılaf da yok.”


Yorumlar - Yorum Yaz