BİZİM MAHALLEYE ÜNİVERSİTE AÇILIYOR

Her tarafa üniversite açılmasından duyduğum rahatsızlığı belirtmek için Feysbuk’ta şöyle bir paylaşım yaptım: “Torun büyüyünceye kadar bizim mahalleye de bir üniversite yapılır nasıl olsa. Evden gelir gider yavrucak.” Ertesi gün de eğitim kalitesinin gitgide düşmesine tepki olarak “Mahalleye üniversite açılırsa torunun veli toplantılarına bizzat ben giderim, beslenme çantasını babaannesi hazırlar.” yazdım.
Bu paylaşımları yapmamın üzerinden birkaç gün geçti. Sabah evden çıkınca ceplerimi yokladım. Cigaram bitmiş. Bizim köşedeki bakkaldan bir cigara alayım dedim. Bakkalın önünde büyüklü, küçüklü bir sürü boş koli vardı. Kolileri ayaklarımla sağa sola iteleyerek yolu açtım. Tam içeri girerken camdaki bir yazı dikkatimi çekti: “Örenciye Karalüferli Kiralık Dayre. Müracat: Burası.” Hasan mahallenin 40 yıllık bakkalı. Varı yoğu bu bakkal dükkânı ve üst kattaki evi. Herhalde bir tanıdığının dairesi diye düşündüm. İşin asıl tuhaf kısmı bizim mahallede daire kiralayacak öğrenci olmaması.
Selam verip içeri girdim. İçeride Bakkal Hasan ve oğlu Kerem harıl harıl raflara ürün yerleştiriyor. Boşalan kolileri de kapıya doğru atıyorlar. İşe öylesine dalmışlar ki beni bile fark etmediler. Ben şimdiye kadar Hasan’ın böyle çalıştığını hiç görmedim. Hani bir laf vardır ya “aylak bakkal orasını burasını tartar” diye, bu söz tam bizim Hasan için söylenmiştir. Yanlarına iyice yaklaşıp:
“Kolay gelsin.” diye bağırdım. Hasan bana doğru dönüp:
“Oo Şakir abi, hoş geldin. Sen şöyle geç, hemen geli-yorum.”dedi. Elindeki bisküvileri rafa tıkıştırdıktan sonra oğlu Kerem’e:
“Oğlum tabureye çık geri kalanını da en üst rafa yerleştir. Hadi bakayım oyalanma.” dedi. Ben bu arada her zaman olduğu gibi tezgâhın arkasındaki iskemlelerden birine oturdum. Hasan, koşar adım dükkândan çıkıp diafonun düğmesine bastı. Çaycının boğuk sesi duyuldu.
“Evööt!”
“Bakkala üç çay…” Hasan çayı söyledikten sonra dışarıdaki kolileri çiğneyip çiğneyip ekmek dolabının önüne doğru attı, yolu açtı. Sonra hızlıca yanıma gelip iskemleye oturdu. Kan ter içinde kalmıştı. Önlüğünün cebinden çıkardığı peçeteyle yüzünü, gözünü, ensesini sildi.
“Hayırdır Hasan, ne bu halin?” dedim.
“Sorma Şakir abi.” dedi, derin derin nefes alıp veriyordu.
Çaylarımızı yudumlarken Hasan biraz olsun sakinleşmişti:
“Yahu Hasan kiralık daire kimin?” dedim.
Hasan:
“Benim Şakir abi.” dedi. Şaşırdım.
“Senin dairen mi vardı?” diye sordum.
“Hem var, hem yok Şakir abi. Sen yabancı değilsin.” dedi. Sağına soluna bakındı, etrafta bizden başka kimsenin bulunmadığından emin olduktan sonra işaret parmağını “yaklaş” anlamında oynattı. Gizli bir şey söyleyeceği belliydi. Hasan’a doğru yaklaştım. Hasan alçak sesle:
“Benden duymuş olma mahalleye üniversite açılacak.” dedi. Birden irkildim, kendimi geri çektim:
“Yapma yahu!” dedim. Hasan hemen sus işareti yapıp sonra eliyle “gel” işareti yaptı. Yeniden yaklaştım:
“Milletin gözü açılmadan, şu bizim depoyu boşaltıp öğrenciye kiraya vereyim diyorum. Sabahtan beri depodaki malları raflara yerleştirmeye uğraşıyoruz.” Hasan’ın bahsettiği depo gün güneş görmeyen ufacık bir yerdi.
“Hasan orada yaşanır mı, penceresi bile yok?” dedim.
“Abi, kafamdan planı çizdim. Kalan malları bir tarafa istifleyip bir yatak bir dolap sığacak kadar yer ayarlarsam, arkadan bir pencere açtıracağım. Arayı yutonkla, alçıpanla olmadı suntayla bölüp bir köşeye tuvalet, banyo bir köşeye de ufak bir mutfak yaptım mı tamamdır. Bu işlerde acele etmek lazım. Üniversiteyi diken yarın yurdu da diker. Avucumuzu yalarız.”
“Hasan buraya üniversiteyi yapan bir de AVM yaparsa o zaman görürsün gününü. Depoyu kiraya verip üç kuruş kazanayım derken bakkaldan da olma.” dedim. Hasan’ın yüzü gözü değişti.
“Aman Şakir abi, ağzından yel alsın.” dedi. Bir süre sessizlik oldu. Hasan, çayından son bir yudum çekip:
“Olur mu olur Şakir abi, o yüzden acele etmek lazım. Şu bir iki sene ne kaptık kaptık. Dükkâna da bir tost makinesi alıp sucuklu, kaşarlı tost falan mı yapsak acaba? Bu bizim oğlanın okuyacağı yok, bari bir işe yarasın.”
“Yahu Hasan bu mahallede senden gözü açık adam yok ama kırk yıldır ne birikim yapabildim, ne yatırım. Keşke kafan kadar vücudun da çalışsaydı.” dedim. Gülüştük.
“Bir cigara ver. Gidiyorum ben.” dedim. Başka zaman olsa Hasan kolumdan tutar bırakmazdı, bu defa öyle yapmadı. Cigarayı verdiği gibi oğlunun yanına ürün yerleştirmeye koştu.
Dışarı çıkıp sakalımı kaşıya kaşıya yürümeye başladım. Aklım Hasan’ın anlattıklarındaydı daha doğrusu mahalleye açılacak üniversitedeydi. Hasan bir yerden kesin duyum almasa kılını bile kıpırdatmazdı. Bu düşüncelerle berber Hamdi’nin dükkânına vardım. İçeride birkaç kişi vardı. Berber koltuğunda bizim Selami Hoca oturuyordu. Yüzünün bir tarafı tıraş edilmiş, öbür tarafı köpüklüydü. Berber Hamdi, Selami Hoca’yı unutmuş elindeki usturayı sallaya sallaya içeridekilere bir şeyler anlatıyordu.
“Şu koltuğun yanına iki koltuk daha atacağım. Şu köşeye de bir koltuk bir tezgâh… Etti mi dört. Yanıma en iyisinden üç eleman alacağım. Bizim çırak Samet’in yanına bir çırak daha… İçeriyi güzelce dekore ettireceğim. Dükkânın ismini de değiştirip afilli bir tabela “Fakülte Kuaför Salonu” Öğrenciler dükkânın önünde sıra olacak sıra! Ondan sonra kim tutar beni!” Hamdi anlattıkça heyecanlanıyor, heyecanlandıkça anlatıyordu. Hamdi’yi pürdikkat dinleyen Lütfü Bey, sehpanın üzerindeki gazeteyi eline alıp bacak bacak üstüne attı. Umursamaz bir tavırla gazeteyi açarken:
“Oğlum bu senin dediğin hep parayla olur.” dedi. Hamdi:
“Ben o işi de hallettim. Öğleden sonra bankaya gidiyorum. Garanti’de bizim hanımın amcasının oğlu var Ümit. Bireyselde çalışıyor. Gelsin kredi ayarlarız demiş?” Lütfü Bey:
“O zaman bir şey diyemem.” dedi. Berber koltuğunda yüzünün yarısı tıraş edilmiş halde bekleyen Selami Hoca:
“Hamdi, benim tıraşı bitirsen…” dedi. Hamdi:
“Hocam kusura bakma lafa daldık.” deyip Selami Hoca’yı tıraş etmeye devam etti. Hamdi, kendisini iyice kaptırmış, sürekli dükkânda yapacağı düzenlemelerden bahsediyordu. Nihayet sıra bana geldi. Üniversite işine bir türlü inanasım gelmiyordu. Berber koltuğuna oturunca:
“Yahu Hamdi bu işin aslı var mı?” dedim.
“Aslı olmaz olur mu abi? İmzalar atılmış, rektörü falan atanmış, bugün yarın resmi gazetede yayımlanacak.” dedi. Arkadan Şemsi lafa girdi:
“Şakir, bizim gelin televizyonda görmüş. Alt yazı geçmiş yeni üniversiteler açılacak diye.” dedi.
“Kampüsü nereye yapacaklar ki?” dedim. Hamdi:
“Benden duymuş olma da bizim çocukların top oynadığı arsa yok mu, ha işte oraya yapılacakmış.” dedi.
“Orası biraz ufak değil mi?” dedim.
“Ne ufağı abi, on kat yirmi kat çıkarlar.” dedi
“Doğru söylüyorsun.” dedim.
“Bu fırsat adamın ayağına bir defa denk gelir. Yarın buralar altın olacak. Senden önce iki kişi geldi. Adamlar emlakçıymış, kiralık, satılık gayrimenkul arıyorlar. Buralarda hiç yok, deyip savdım. Şu karşıki boş dükkânları sordular oralar tutuldu dedim.”
“Kim ne yapsın oraları Hamdi avuç içi kadar yer?” dedim.
“Şakir abi, sen ne diyorsun dükkânın birini fotokopici, birini çiğ köfteci birini de emlakçı yapacaksın. Para basar para!” dedi.
Tıraş olduktan sonra kahveye doğru yürümeye devam ettim. Pideci Osman’ın önünden geçerken Osman içerden koştu geldi. Koluma yapıştı:
“Şakir abi, Allah’ını seversen iki dakika gel bir şey danışacağım sana.” dedi. Dükkâna girdik.
Osman:
“Abi, üniversite açılıyormuş. Ben de pideciliği bırakıyorum. Kararsız kaldım sence burada pizzacı mı yoksa burgerci mi daha iyi olur?” dedi.
“Osman’ım sen pideci olarak kal. Pizzacıyı, burgerciyi zaten açan olur, sen de hocalara, çalışanlara hitap edersin.” dedim. Bir an duraksadı.
“O da doğru ama onlar zaten içeriden yer, içer. Ben en iyisi pizzacı açayım.” dedi.
“Sen pizza yapmasını biliyor musun peki?” dedim.
“Ne varmış pizza yapmakta! Hamurun üzerine peynir, zeytin, sucuk, salam doğrayıp sürerim fırına.” dedi. Oradan da kalkıp kahveye vardım. İçeri girince ne görsem iyi? Bizim kahvenin müdavimleri Murtaza’yı aralarına almışlar:
“Yapamazsın, olmaz, izin vermeyiz!” diye bağrışıyorlar. Murtaza da:
“Size soran yok, yapacağım!” diye bağırıyor. Bizim Hayri, Murtaza’nın yakasına yapıştı, Kel Mehmet sandalyenin birini havaya kaldırdı. Baktım ki ortalık karışacak. Araya girdim. Kel Mehmet de sandalyeyi yerine bırakıp:
“Şakir, şu gerzeğe bir şey söyle. Kahveyi kapatacağım diyor.” dedi. Murtaza yakasını kurtarınca:
“Karışmayın benim işime.” deyip ocaklığa doğru gitti.
“Meğer Murtaza, üniversite açılacağını duyunca kahveyi cafeye çevireceğim diye tutturmuş. “2 liraya çay, 3 liraya kahve içtiğiniz yeter. Bundan sonra çay 15 lira, kahve 30 lira.” demiş. Bizim arkadaşlar da “Burası cafe olursa biz giremeyiz.” diye isyan etmiş.
O sıra muhtar geldi. Muhtara şu işin aslını astarını bir sorayım diye düşündüm. Onu bir köşeye çekip usulca sordum. Bekir herkese duyurmak istercesine bağıra bağıra:
“Benim sayemde geliyor üniversite.” dedi. Sonra sesini alçaltıp:
“Şakir abi aman bana destek çık, üniversite gelince burası belediyelik olur. Ben belediye başkanı olayım. Seni de görürüm.” dedi.
Kahvede akşama kadar üniversite muhabbeti döndü durdu. Akşam eve varınca gözüme uyku girmedi. Gecenin bir yarısı kalkıp balkona çıktım, bir cigara yaktım. Sabahı bekleyemedim. Alt katta oturan oğlum Mesut Bahtiyar’ı aradım, yatağından kalktı geldi:
“Oğlum mahalle kaynıyor. Üniversite açılacakmış. Bu işlerde elini çabuk tutan kazanır. Bakkal Hasan, depoyu boşaltıp öğrenciye kiraya verecek, berber Hamdi, dükkânı büyütüyor, Murtaza kahveyi kafeye çevirecek. Muhtar Bekir, belediye başkanı olacağım diye hop oturup hop kalkıyor. Biz de gözümüzü açalım. Kesemizi dolduralım.” dedim. Oğlan kar-şımda uyukluyor. Dürttüm.
“Hıh! Biz ne yapacağız baba?” dedi.
“Yurt açacağız. Ben kafamda projeyi yaptım. Bodrum kattaki kiracıyı çıkaralım. Çatı katındaki eşyaları boşaltalım. İkimiz de kiraya çıkalım. Şu karşımızda Necmi’nin daireleri, iki senedir bomboş duruyor. Yedi yüz, yedi yüz elli veren olsa hemen kiralayacak. Ben onu beş yüze razı ederim. Bir iki sene orada otururuz. Her kata yirmişer kişi koysak bu apartman seksen kişi alır. Ben askerde koğuşçuydum, benden çok iyi müdür olur. Ananla, gelin yemek, temizlik işini yapar. Sen de getir götür işine bakarsın. Üçer bin liradan versek, aylık iki yüz kırk bin, yarısı masraf olsa, temiz yüz yirmi bin lira kalır. Ne dersin?” Parayı duyunca oğlanın uykusu açıldı, beni can kulağıyla dinlemeye başladı:
“Hemen yapalım babacığım.” dedi.
“Yapalım da bu iş için malzeme lazım. Yataktır, bazadır, dolaptır. Var mı birikmişin?”
“Ne gezer baba?” dedi.
“O zaman bu iş yatar.” dedim.
“Baba sizin hac parasını bu işe yatıralım. Kaç senedir çıkacağı yok.” dedi.
“Oğlum o parayı anan vermez.” dedim.
“Bir deneyelim.” dedi.
“Sabah ola hayrola, sen git yat. Sabah bir konu-şalım.” dedim. Hanıma meseleyi nasıl açsam diye düşünürken oğlanla gelin çıktı geldi. İkisinin de gözleri parlıyordu. Belli ki Mesut Bahtiyar, hanımına meseleyi anlatmış ve onu ikna etmişti. İş bizim hanımın ikna olmasındaydı. Şükran, Nuh diyor peygamber demiyordu. Sonunda kiraya çıkıp apartmanı yurt yapma işine ikna oldu ama hac parasının bu işe yatırılmasına katiyen razı olmadı. Son çare aklıma memleketteki tarlalar geldi. Hemen çantamı hazırlayıp yola çıktım. Evdekilere çatıdaki eşyaları ben gelene kadar boşaltmalarını söyledim. Bodrum kata inip kiracıdan evi hemen boşaltmasını istedim.
Memlekette fiyatı uygun tutunca bizim tarlalar hemen satıldı. Bir haftada işlerimi halledip döndüm. Sıradaki iş, birinden Necmi’nin numarasını almak ve karşımızdaki kiralık daireleri tutmaktı. Evin önüne geldiğimde bir de baktım ki kiralık dairelerin penceresinden devasa bir afiş sarkıtılmış. “KAMPÜS EMLAK’TAN ÖĞRENCİYE KİRALIK DAİRE” yazıyor. Numarayı aradım, karşımdaki:
“Kampüs Emlak buyurun.” dedi.
“Necmi sen misin kardeş?” dedim.
“Ben Alp efendim size nasıl yardımcı olabilirim?” dedi. Binayı tarif ettim:
“Necmi Bey’in daireleriyle biz ilgileniyoruz. Ofisimize buyurun hem kahvemizi için hem görüşelim.” dedi.
“Ofis nerede?” dedim.
“Kuaför Hamdi’nn karşısındayız efendim.” dedi. Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim. Telefonu kapattım. Biraz ilerleyince gerçekten de bizim berber Hamdi’nin karşısına bir emlakçı, emlakçının bir tarafına fotokopici, diğer tarafına çiğ köfteci açıldığını gördüm. Benim beş yüz lira gözüyle baktığım yere emlakçı on iki bin, artı üç aylık peşin, depozito ve bir kira komsiyon istedi. Bu fiyata tutmam mümkün değildi. En iyisi Necmi’nin numarasını bulup kendisiyle görüşmekti. Kahveye vardım, birkaç kişiye sordum. “Bilse bilse muhtar bilir.” dediler. Muhtarı aradım, o da tam kahveye geliyormuş. İki dakika geçmeden muhtar, başı önde içeri girdi, karşıma oturdu. Dokunsan ağlayacak gibiydi. Bu sırada Murtaza elinde tepsiyle geldi:
“Haydi bakalım çaylar! Üniversite açılınca 15 liraya içemezsiniz bu çayı.” dedi. Muhtar başını kaldırıp:
“Üniversite falan yok.” dedi. Kahvede bir anda hayat durdu. Derin bir sessizlik oldu. Sessizliği yine Murtaza bozdu:
“Ne demek yok muhtar?”
“Basbayağı yok. Üniversite yapılacak arsanın sahibiyle görüştüm.” dedi. Birisi atladı:
“Onun haberi yoktur.”
“Haberi yoktu ama benim sayemde haberi oldu.” Bir başkası:
“Nasıl yani?” diye sordu. Bizim muhtar gözü açıklık edip üniversite yapılacak arsayı bedelinin iki misli paraya satın almaya kalkmış. Arsa sahibi muhtarın ısrarla arsayı almak istemesinden şüphelenmiş. Sormuş soruşturmuş, üniversite dedikodusunu duymuş. Üşenmeyip Ankara’ya kadar gitmiş, işin aslını astarını araştırmış. Böyle bir şeyin olmadığını öğrenmiş. Muhtara da efendice anlatmış. Üç otuz paraya tarlaları sattığımla kalmıştım. Tepem attı, ayağa kalkıp:
“Kim çıkardı lan bu dedikoduyu?” diye bağırdım. Herkes birbirine bakıyordu. Muhtar:
“Valla bana Murtaza söyledi.” dedi. Murtaza da Kel Mehmet’ten duymuş. Dedikodunun ucu çorap söküğü gibi geliyordu. İnternet, Feysbuk lafları dolaşmaya başladı. Baktım ki kabak benim başıma patlayacak. Hemen ayağa kalktım:
“Arkadaşlar ben yol yorgunuyum, müsaadenizle biraz istirahat edeceğim.” deyip evin yolunu tuttum.


Yorumlar - Yorum Yaz