Site Menüsü

KARİZMAM YERLE BİR

O zamanlar “karizma” nedir bilmezdim. “Etkileyicilik” demekmiş. “Karizmatik” de “etkileyici” anlamındaymış. Sonradan haberdar oldum “karizmayı çizdirmek” diye bir deyimin varlığından. O da “var olan etkileyiciliği kaybetmek” anlamına geliyormuş.
“İlkokul öğrencisinin karizmasından ne olur ki?” demeyin lütfen. Herkesin kendi çapında bir karizması vardır.
Bana sorarsanız hiçbir zaman adamakıllı bir karizmam olmadı ama beni tanıyan bazı yakınlarım karizmatik olduğumu iddia ettiler. Üstelik çocukluğumdan beri varmış bende büyümüş de küçülmüş havaları. Karnemin “pekiyi”lerle dolu olmasına rağmen bunu sıradan bir olaymış gibi görüp sevinmeyişlerim, eve koşarak gelmeyişlerim, karnemi aileme, Bekçi Rüstem ağabeye, Bakkal Nazmi amcaya, İmam Arif dedeye ve daha pek çok kişiye göstermek için hiçbir olağanüstü çabaya girmeyişlerim, birdirbir oynarken eğilmeyişlerim, lanlı lunlu, oğlumlu, argolu, küfürlü konuşmayışlarım... vs. vs. Bunların hepsi bir tür karizma göstergesiymiş.
Söyleyenlerin yalancısıyım, etliye sütlüye karışmaz, kendi hâlinde, ağırbaşlı, beyefendi, saygılı, güvenilir, hatır sayan bir çocukmuşum.
O yıllara gidelim şimdi.
Dördüncü sınıfta, eli yüzü düzgün, çalışkan denebilecek bir öğrenciyim. (Zeki olduğumu özellikle söylemedim, dikkat ettiyseniz. Zeki olduğumu düşünmediğim için, bu bir; kendimi övdüğümü düşünmeyesiniz diye, bu da iki.)
Çalışkan öğrencilerin “Hey millet, bakın, ben çalışkan bir öğrenciyim.” diye bağıran öz güven kaynaklı bir beden dilleri vardır ya, işte o bende sıfır. Yani öyle çekingen, öyle içe kapanık, öyle utangaç bir çocuğum ki... “Bu kadar da olmaz.” dedirtecek cinsten. Bir kız yüzüme baksa benim yüzüm pancar.
Gelgelelim o günlerde acayip hâllerdeyim. Sınıf arkadaşım Neriman’a sırılsıklam âşığım. Tam bir “Hâline bakmaz Hasan Dağı’na oduna gider.” durumu.
Kimseye diyemiyorum. Kendi kendime söylerken bile kızarıyorum. Günler, haftalar böyle geçerken benim içimde bir yangın büyüyor. Allah’ım, ne olacak benim hâlim?
Onun olduğu tarafa bakamıyorum. Gözlerimden aşkımı anlayacak diye ödüm kopuyor.
Derken dayanamıyor, en yakın arkadaşım Edip’e sırrımı açıyorum. Sen misin sırrını paylaşan? Edip, sen yeme, içme, götür bunu Neriman’a çıtlat!
“Bak, benden duymuş olma!” de! “Osman,” de, “senin için tutuşmuş, yanmış.” de! “Tıpkı Kerem gibi” de!
Neriman küplere binmiş tabii.
Vay, sen misin Neriman’ı seven, yetmiyormuş gibi bir de Neriman’ı sevdiğini en yakın arkadaşına söyleyen?
Bir sonraki teneffüste at kaçıyor torba düşüyor.
Neriman, çatık kaşlarıyla karşıma dikiliyor. Öfke fışkırtan bir sesle haykırıyor:
“Edip’in dediği doğru mu?”
Edip mi, dediği mi? Edip kim? Dediği ne? Eyvah ki ne eyvah! Yaktın beni Edip! Sana sırrını açanda kabahat... Arkadaşım değilmişsin, onu anladım.
Cevap veremiyorum.
Neriman’ın sesi yüksek perdelerde geziniyor:
“Sana sordum. Dilini mi yuttun? Söylesene, doğru mu?”
Alelacele üç kez yutkunuyor, titrek bir sesle zar zor bir soru da ben soruyorum:
“Ne dedi ki?”
Neriman’ın ağzından kelimeler ateş topu gibi yağıyor üstüme:
“Ne dediyse dedi. Doğru mu? Sen onu söyle!”
Cevap yok...
Eskiler “Sükût ikrardan gelir.” (Susmak kabul etmek demektir.) derler. Demek ki Neriman bu sözü de, sözün anlamını da biliyor.
Sustuğuma göre, doğru.
“Sen kim, beni sevmek kim, geri zekâlı!”
“Zekâ” kelimesini “beka” gibi telaffuz ediyor. Diksiyonu zayıf ama sözlüğü müthiş zengin.
Bir sürü sıfat sayıyor beni tanımlamak için:
“Hımbıl, sünepe, sümsük, mıymıntı, pısırık, salak...”
Kızdaki kelime hazinesine bak!
Ben sustukça o bağırıyor.
Hızını alamıyor, söylemden eyleme geçiyor.
Allah için, güçlü kuvvetli kız. Okul bahçesini çeviren ahşap çitlerden bir tahta koparmaya çalışıyor, koparamıyor. Bahçedeki dut ağacının dalına uzanıyor. Koca dal çaaat edip eline geliyor. İşte o an başıma neler gelebileceğini anlıyorum. Yaradan’a sığınıp can havliyle kaçmaya başlıyorum. Neriman peşimde.
“Gel buraya, kaçma, kafanı kıracağım senin!” diye bağırıyor arkamdan.
Durur muyum? Canımı sokakta mı buldum?
O sırada kulağıma kahkahalar geliyor. Bütün okul bana gülüyor.
Kaç, birader, kaç! Kaçanın anası ağlamaz. Yiğitliğin onda dokuzu, hayır, onda onu kaçmaktır şimdi. Gülen gülsün, alay eden etsin. Kuzu can derdinde şimdi.
Okulun etrafında üç tur attıktan sonra sınıfa kaçmayı akıl ediyorum. Öyle ya, okul içinde kimse bana dokunamaz. Müdür var, öğretmenler var; onlar beni korur. Öte yandan “Öğretmenim, bu kız beni dövecek.” diye Neriman’ı şikâyet etmek de delikanlılığa sığmaz.
O gün ben bittim. Beş kuruşluk itibarım vardı, o gün sıfırlandı. “Osman Abim Evde mi?” diye bir Aksaray türküsü vardı ya hani. Onu arkadaşlar bana uyarladılar.

Daldan dala atlan yâr Osman’a yandım
Kâkülleri sarkan yâr bir danem
Kâkülleri sarkan yâr bir danem
Tazı gibi koşuyor Osman’a yandım
Neriman’dan korkan yâr bir danem

Osman abim evde mi evde mi?
Üç odalı yerde mi yerde mi?
Ah gadifeli evde mi evde mi?
Sonra ne mi oldu?
İster korkudan ister utançtan deyin, o okula bir daha gidemedim. Öğrenim hayatıma karizması çizilmiş bir çocuk olarak komşu köyün ilkokulunda Macide halamın yanında devam ettim. Ortaokulu ilçede, liseyi ilde okudum. Aşkımı kalbime gömdüm ve Neriman’ın gözüne bir daha gözükmedim. Rüyalarımda bile durmadan dinlenmeden kaçtım ondan.
Sonradan Edip anlattı. Neriman beni dut dalıyla kovaladığı için pişman olmuş. Babam ve Oğlum’dan ödünç aldığı replikle “Benim yüzümdeeen!” demiş ama “Açeydim gollarımı, getme deyeydim.” dememiş.
Aradan neredeyse bir asır geçti.
Gazetelere kayıp ilanları verdim.
Hâlâ üzerini Neriman’ın çizdiği karizmamı arıyorum.


Yorumlar - Yorum Yaz