SIRADAKİ EZAN KİMİN İÇİN?

Genç imam ilk görev yerine giderken heyecanlıydı. İlçe merkezine 30 km mesafede bir köye atanmıştı. Allah’ın sevgili kuluydu.
Köy güzeldi.
Caminin hemen yanında bir artı bir lojman vardı. Daha ne isterdi? Şükretti bol bol.
Muhtarı sordu.
“Köy kahvesindedir.” dedi bir köylü.
Vardı köy kahvesine. Selam verip girdi. Kendini tanıttı.
“Ben,” dedi, “köyün yeni imamı. Muhtarı arıyorum.”
“Buyur, hoca,” dedi muhtar. “Biz de seni bekliyorduk. Hoş geldin.”
“Hoş bulduk.”
Yer gösterdi muhtar. Çay söyledi.
Oturdu yeni imam.
Kahvedeki herkes bir ağızdan,
“Hoş geldin, hoca!” diye bağırdılar.
Sonra aralarında konuşmaya başladılar.
“Bu, imam mı şimdi?”
“Yok canım, bizi kaldırıyor. Bu daha dünkü çocuk be!”
“Sakalı, bıyığı bile yok.”
Hepsini duydu imam. Bıyık altından güldü.
Doğruydu; sakalı, bıyığı yoktu. Saçı da olması gerekenden biraz uzundu. Ama genç imam kurra hafızdı, üniversite mezunuydu.
Sesi güzeldi. Beş vakit ezanı beş farklı makamda okurdu. Sabahı saba, öğleyi uşşak, ikindiyi rast, akşamı segâh, yatsıyı hicaz makamlarında seslendirirdi. Bazen öğleyi rast, ikindiyi hicaz, yatsıyı uşşak ya da bayati makamlarında okuduğu da olurdu.
Uzun boyluydu, yakışıklıydı; vicdanlı, namuslu, kara yağız bir Anadolu delikanlısıydı. (Çok mu övdük? Yok canım, olanı söyledik. Tabii ki her güzelin bir kusuru vardır. Gel gör ki genç imamımızın iki kusuru vardı: Sakalı, bıyığı yoktu, bu bir; çok aşırı duygusaldı, bu da iki.)
Muhtarla, köylüyle tanıştığına memnun oldu. Muhtardan caminin, lojmanın anahtarlarını alıp çıktı.
Günlerden perşembeydi, vakit ikindiydi.
Genç imam köydeki ilk ezanını büyük bir coşkuyla ve nihavent makamında okudu. Neden mi? Nihavent diğerlerine göre daha neşeli bir makamdı. Genç imamın da içi kıpır kıpırdı. Bunun sesine ve ezanına yansımaması mümkün değildi.
Namaza köyün delisi dâhil neredeyse bütün köylü geldi; belki de sırf meraktan. Köyün tarihinde kılınan en özel namazlardan biriydi.
Namazdan sonra köyün biricik semer ustası ve nalbandı Hacı Dede, genç imamı kucakladı.
“Allah senden razı olsun, oğul,” dedi. “Aha bu yaşıma geldim. Bir seferberlikte böyle bir namaz kılmıştım, bir Kâbe’de, bir de bu.”
Genç imam çok mutluydu. Hacı Dede’nin elini öptü. Neredeyse dört katı yaşındaydı. İki kat hacıydı. Yani “Hacı” hem adı hem de sıfatıydı. Köylü “Hacı Hacı Dede” diyemediği için dilde ekonomi kuralını uyguluyor ve kısaca “Hacı Dede” diyordu.
Köyde iki ay bal tadında geçti. Herkes memnundu. Köylü imama, imam köylüye alışmıştı.
Derken bir gün olanlar oldu. Genç imam çeşme başında Gülbeyaz’ı gördü. Görünce de aklı başından gitti.
Gecesi, gündüzü Gülbeyaz oldu. Keyfi, neşesi uçtu gitti. Aşkın derin kuyularına düştü. Durgunlaştı. Ne yapacağını bilemez hâle geldi.
O eski çın çın öten ezanlar yoktu artık, namaz kılarken yaşanan coşkunun yerinde yeller esiyordu. Genç imam ruh gibiydi. Verilen selamı almıyor, çok kere yanından geçtiği köylülere selam da vermiyordu.
Gülbeyaz muhtarın kızıydı.
Nereden görmüştü onu, Allah’ım!
Genç imam darmadağındı. Bütün heyecanını kaybetmişti. Aşk bu muydu yoksa?
Durum muhtarın dikkatini çekti.
“Hayırdır, hoca?” dedi. “Sende bir hâl var. Kötü bir haber mi aldın memleketten?”
“Yok, muhtarım,” dedi. “Bir şeyim yok.”
E ne desin imam? “Ben senin kızına kör kütük âşık oldum, muhtar. Ver kızı, eski hâlime döneyim.” mi desin?
Hacı Dede’ye intikal etti durum.
“Bana bırakın.” dedi.
Hacı Dede kerpetenle, penseyle imamın ağzından kelimeleri çekip aldı, meseleyi öğrendi.
“Dert ettiğin şeye bak!” dedi. “Gider, kızı isteriz.”
“Ama benim kimsem yok ki.” dedi imam.
“O ne demek?” dedi Hacı Dede. “Biz ne güne duruyoruz? Meraklanma sen.”
İmamın gözlerine fer geldi.
“Ciddi misin Hacı Dede?” dedi. “Yapar mısınız bu iyiliği?”
“Tabii ki yaparız, oğul,” dedi Hacı Dede. “Sen bu kızla evlenmek istiyor musun? Onu söyle!”
İmam utana sıkıla,
“Hem de nasıl,” dedi.
“Tamam, o zaman. Senden iyisini mi bulacaklar?”
Hemen o gün kız isteme heyeti oluşturuldu. Haber gönderildi, akşam muhtarın evine gidildi.
Allah’ın emri, peygamberin kavliyle…
Muhtar,
“Kızım ne derse o,” dedi. “Benden yana sorun yok.”
Mutfağa gidip geldi. Yüzü asıktı.
“Maalesef, komşular,” dedi. “Kızım, ‘hayır’ diyor. Tipi değilmiş.”
Hacı Dede’nin liderlik ettiği kız isteme heyeti “nasip, kısmet” kelimeleri arasında, kolları iki yana düşmüş hâlde,
“Eh, bize müsaade o zaman,” deyip kalktı.
Genç imam, lojmanın önüne çıkmış; bir sağa bir sola yürüyor, kız isteme heyetini bekliyordu.
Biraz sonra heyet gelip olumsuz cevabı iletince olduğu yere yığıldı imam. Tutup kaldırdılar.
“Üzülme,” dediler, “sana kız mı yok? Biz bulur buluşturur, seni baş göz ederiz.”
Herkes evine dağıldı.
O gece hiç bitmedi. İmamım kirpikleri birbirine küstü.
İmam ne yapsın?
Beğenilmediğine mi üzülsün, imkânsız aşka kapıldığına mı? Yoksa sırrının açığa çıkıp köylünün diline düşeceğine mi? Malum, köylerde bu tür mevzular ısıtılır ısıtılır sürülür sofralara.
Sabaha yakın, oturduğu yerden güçlükle kalktı imam. Pelte gibiydi. Abdestini aldı. Ağır adımlarla camiye yürüdü, kapıyı açtı.
Sesini kontrol için iki kez öksürdü. Sonra mikrofona uzandı. Önce bir konuşma yaptı:
“Sayın Muhtarım, Kıymetli Köy İhtiyar Heyeti, Değerli Köy Bekçisi, Muhterem Müslümanlar, Hanımefendiler, Beyefendiler,
Allah’ın selamı üzerinize olsun. Hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. Müsaadenizle sıradaki ezanı, sevip de kavuşamayanlar için okuyacağım.”
Hitap bitti, ezan başladı.
Genç imam o sabah hayatının en içli ezanını okudu.
Sabah namazına gelen köylüler, genç imamı camide bulamadılar.
“Ben gördüm, komşular, kuş olup minareden uçtu.” diyenler oldu.
“Sırra kadem bastı.” diye konuşanlar oldu.
“Kırklara karıştı.” diye yorum yapanlar oldu.
“Belki de bir periyle evlenip gitmiştir.” diye tahmin yürütenler oldu.
Velhasıl o günden sonra genç imamı gören olmadı.
Ha unutmadan, muhtarın kızı kimseyi beğenmediği için evde kaldı.
“İmamın ahı tuttu.” dediler.


Yorumlar - Yorum Yaz