KUYUMCU-HANIM-BEYİN KANAMASI-DOLAR-İMAMLAR-SEFER-KARAKOÇ-BORÇ

Kuyumcunun Borcu

Bazen basit bir kelimeye, öyle bir yerde öyle bir mana yüklenir ki tabii kullanana ve kullanıldığı yere göre de değişir. Hayatta, bu anları değerlendirmek çok önemli. İnsanın tıpkı bir avcı gibi uyanık olması gerekir.
Şehrimizin zengin kuyumcularının biriyle oturup sohbet ediyorduk. Bir müşteri geldi, alışveriş etti. Müşteriye elli kuruş vermesi lazımmış:
“Salman Bey! Bozuk elli kuruşun var mı?” dedi.
“Elli kuruş verdim, müşteri gitti.”
Kuyumcunun elemanı parayı bozdurup geldi bana elli kuruşu uzattı:
“Ben mümkün değil, şimdi almam.” dedim.
“Allah Allah, neden almazsın?”
“Bir yerde paraya sıkıştığım zaman, ‘Ya hu falanca kuyumcuda alacağım var, onu alınca senin borcunu öderim.’ derim.” (Hâlâ o kuyumcuda alacağım var.)

Hanım Kaybolursa

Eşimle tatile gitmiştik. Cuma günüydü… Öğle vakti bir cami gördüm. Caminin karşısında da bir park vardı, eşime:
“Ben namazı kılıp gelene kadar sen parkta otur.” dedim.
Namazdan sonra, parka baktım hanım yok! Bir an telaşlandım. Kendimi:
“Kaybolacak değil ya!” diye teselli ediyorum. Etrafa baktım göremedim, meğer saklanmış. Beni telaşlandırmak, korkutmak istemiş. Beni biraz arattıktan sonra ortaya çıktı.
Gülerek:
“Seni nasıl korkuttum! Kayboldum sandın değil mi?”
“Yoookkk! Hiç de korkmadım.”
“Korktun korktun!”
“Korkmadım dedim ya.”
“Korkmadın da niye bir o yana bir bu yana koşup duruyordun?”
“Ben, sana bakmıyordum ki!”
“Ya kime bakıyordun?”
“O, nasıl olsa kayboldu, ben başımın çaresine bakayım diye yeni birini arıyordum.”
O günden sonra, yanımdan hiç ayrılmadı.

Beyin Kanaması

Televizyonda magazin programı vardı, sunucu hararetle:
“Sibel Can, çok pahalı bir tekne aldı?
Yanımdaki arkadaşım imrenircesine:
“Vayy be! Tekne almış, var da alıyor oğlum, biz niye almıyoruz?”
Sunucu devam ediyor:
“Seda Sayın, boğazdan bir villa satın aldı.”
Arkadaşın gözü fal taşı gibi açıldı:
“Vay be! Var da alıyor, biz niye alamıyoruz?”
Program devam ediyor:
“İbrahim Tatlıses uçak almış.”
Aynı arkadaş hayretle:
“Görüyor musun oğlum? Adam uçak satın almış, var da alıyor biz niye alamıyoruz?”
Bu sırada bir altyazı geçti:
“Flash! Flash! Flash! Ebru Gündeş beyin kanaması geçirdi.”
Yanımdaki arkadaşa:
“Görüyor musun oğlum? Ebru Gündeş beyin kanaması geçirmiş. “
Arkadaş söze giriverdi:
“Var da geçiriyor oğlum, ben niye geçiremiyorum!”

Dolar Kuru

Çoğu zaman soruları sorarız, aldığımız cevabı, anlayıp anlamadığımızı anlıyor muyuz, anlamıyor muyuz, anlayan varsa beri gelsin!
Bir kuyumcu arkadaşın dükkânında oturuyordum. Kuyumcu öyle meşguldü ki kadının sorusuna bir türlü cevap veremiyordu. Kadın soruyu tekrarladı.
“Oğlum doksan dolar ne kadar eder?”
“…”
“Oğlum beni duymuyor musun?”
“…”
Cevap alamayan kadın, tam dönüp gideceği zaman ben cevap verdim.
“Teyze, doksan dolar, yüz dolardan on dolar eksik eder.” dedim.
“Allah razı olsun senden.” diyerek dua edip gitti.


İmamların Dilinden

Hangi makamda, hangi görevde olursa olsun; kim olursa olsun fark etmez, bir kimse öğrenci, sıfatını aldığı zaman o kimse bir bocalama dönemi geçirir. Hoca hocadır, talebe talebedir; bu kural değişmez. Yönetmenliğini yaptığım “Musab Ağlarken” adlı oyunu on iki imam arkadaşla hazırlarken başta hayli zorlandım. Onlara tiyatro diliyle hitap ediyor, istediğim rolü yaptıramıyordum. Aklıma Peygamber Efendimiz’in; “İnsanlara seviyesine göre hitap edin.” hadisi geldi. Karşımdakiler de cami imamı olduğu için onların dilinden hitap etmeye başladım.
Repliğin bir yerini biraz uzatmaları gerektiğinde ölçüyü tutturamadıkları zaman:
“Mustafa Hoca’m, orayı bir elif miktarı uzatacaksın.” diyorum Mustafa Hoca derhâl:
“Anladım hocam.” diyor rolünü tam yapıyor.
Eğer çok uzatılacak bir replikse:
“Osman Hoca’m, burasını bir elif değil dört elif miktarı uzatacaksın.”
“Anladım hocam.” deyip rolün hakkını veriyorlardı.
Beklemeleri icap eden yerde beklemeyip hemen geçiyorlardı, “Burda bir müddet duracaksınız.” diyorum ölçüyü tutturamıyorlardı.
“Hasan Hoca’m, burada bir müddet duracak, ondan sonra konuşacaksın.” diyorum:
“Hoca’m ne kadar duracağımı kestiremiyorum.” diyor.
“Burada teşehhüd miktarı duracaksın.” deyince:
“Vallahi çok iyi anladım hocam!” diyorlardı.
Aslında onlar mı iyi anladı, ben mi iyi anlattım siz çok iyi anladınız.

Seferiyim

Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle Kahramanmaraş Belediyesi, KSÜ, İl Müftülüğü, Ticaret ve Sanayi Odası ve İmam Hatip Lisesi ortak bir platform oluşturuldu. İslam’ın doğuşu ve yayılışını tiyatro ile anlatalım deyip beni de yönetmen olarak görevlendirdiler. “Mushap Ağlarken” adlı oyunu 12 imam arkadaşla sahneledik. Maraş’ta ve diğer ilçelerde sahnelenen bu oyun, büyük ses getirdi. Antalya İl Müftüsü hemşehrimiz olduğu için tiyatromuzu Antalya’nın merkezi dâhil, altı ilçesinde sahneledik. Kumluca ilçesinde gündüz İmam Hatip Mezunluları Derneğinin pilav günü varmış. Benden bir stand-up gösterisi yapmamı istediler. Gösterim normalde bir saatlik programdı. Programın sıkışıklığını görünce:
“Sevgili seyircilerim! Gösteriye başlayalı yarım saat oldu, programı bitirmek istiyorum.” deyince seyirciler hemen itiraz ederek:
“Biz, bir saatlik program bekliyorduk.”
“Seferi olduğum için, programın yarısını yaptım.” dedim.

Abdurrahim Karakoç

1976 yılında, arkadaşlarla oturuyorduk. Abdurrahim Karakoç’un, Adıyaman’dan gelirken kaza geçirdiği araçlarının köprüden nehire yuvarlandığı, Karakoç’un Maraş Devlet Hastanesine kaldırıldığı haberi geldi. Hemen hastaneye gittim. Ciddi bir yaralanma yoktu.
“Abi hangi doktor baktı size?”
“Valla doğum doktoru nöbetçiymiş, o baktı!”
“Ne dedi peki?”
“Valla üstün körü muayeden sonra, hiç konuşma.” dedi.
“Tabii, doğum doktoru muayene ederse sizin ne diyeceğinizi tahmin etmiş olacak ki onun için de, ağzını açma, demiştir. Abi kaza nasıl oldu?”
“Çok bir şey hatırlamıyorum. Yeni şiirlerim vardı, onlar suya aktı.”
“Abi desene, Yunus Emre gibi, siz de şiirlerinizin bir kısmını suya verdiniz.”
Güldü:
“Yook, yook! Benim şiirlerimde bazı siyasilerin adı geçiyordu, temizlesin diye suya saldım.” dedi.

Eniştenin Borcu

Vaktiyle, bir bağ komşumuz vardı. Her zaman bağa bizden önce göçerlerdi. O yıl ne hikmetse, bizden sonra göçtüler. Komşumuzun her şeyi abartan bir karakteri vardı. Bir dokun bin ah işit cinsinden.
“Bu yıl neden geç kaldınız?” diye sordum.
“Edem, eniştenin uçan kuşa borcu var!” dedi.
Aramızda hangi konu açılsa, borçtan yakınır ve sürekli “Uçan kuşa borcumuz var.” derdi.
Bir gün bir kuş vurdum. Eve geliyordum.
“Nerden geliyorsun?” dedi.
Aklıma bir muziplik geldi.
“Sizin borçlarınızı kapatmaya gitmiştim.”
“Bizim borcumuzun kapanacağı mı var? Uçan kuşa borcumuz var.” dedi.
Vurduğum kuşu göstererek:
“Ablacığım, en azından bu kuşa borcunuzu kapattım. Yarın birkaç kuş daha vurur, borcunuzu yavaş yavaş eritirim.” dedim.