KİRALIK DAİRE

Tek memur maaşıyla İstanbul’da ev alamayacağını anlaması zor olmadı Remzi Bey’in. Mega kentte eskisi gibi gecekondu yapmak da kolay değildi. Bu yüzden eşinin altınlarını peşinat olarak vererek Antalya’da bir kooperatife girdi. Yıllarca dişinden tırnağından arttırdığı ile kooperatifin taksitlerini ödedi de ödedi. Nereye gittiği belli olmayan ara ödemeler de cabası... Doğuştan hafif kambur olan beli, bu ödemeler yüzünden iyice bükülmüştü sanki. Defalara değişen başkanlara, kaçan müteahhitlere, sahtekâr ustalara, bu kooperatif bitmez diyen eşe dosta rağmen kooperatif bitti. Remzi Bey, iskân alınabilmesi için payına düşen yüklüce elektrik borcunu ve çevre düzenlemesi için istenen parayı da arabasını satarak karşıladı. Sonunda hayatının ikinci baharını, güzelim emeklilik yıllarını geçireceği dairesine kavuşmuştu.
Bir hafta sonu ailecek daireyi görmeye gittiler. Mutluluklarına diyecek yoktu. Çektikleri onca sıkıntıyı unutuvermişlerdi. Mevsim yaz olduğundan geceleyin iyi kötü kıvrılıp yere yattılar. Çor çocuk uyusa da Remzi Bey’in gözüne uyku girmiyordu. Emeklilik günlerinde burada yapacaklarını hayal ederek sabahı etti. Bu hayallerin gerçekleşmesi için nereden baksan bir buçuk yıl vardı.
Para kokusunu alan uyanık emlakçılar sabahın köründe peş peşe zile basmaya başladılar. Her gelen daire için müşterisinin hazır olduğunu hatta müşterinin ofiste beklediğini söylüyordu. Hele bir tanesi vardı ki ağzından bal damlıyordu: İsmi de Mert, Mert Emlak. Kira aksamayacak, ev tertemiz kullanılacaktı. Kira her ay tıkır tıkır Remzi Bey’in hesabına gönderilecekti. Herhangi bir sorun olursa da emlakçı ilgilenecekti. Tüm bunların karşılığında Mert, Remzi Bey’den bir kuruş bile talep etmiyordu. Remzi Bey, eşi Behiye Hanım’la göz göze geldi. Bu kadar iyiliği baba oğluna yapmaz. Mert on dakikada aileden biri olup çıkmıştı; Remzi’ye abi, Behiye’ye abla demeye başlamıştı bile, çocuklarla da zaten kanka oluverdi. Ailenin içi de Mert’e ısındı.
Remzi Bey:
“Oğlum, emekliliğime bir buçuk yılım var. Emekli olur olmaz buraya taşınacağız. Evi kiraya verip yıpratmayalım. Hem kiracıya da bir yıl sonra evi boşalt demek ayıp olur. Ev boş kalsın en iyisi.” dese de Mert alttan girip üstten çıktı, Remzi Bey’i ikna etti.
Remzi Bey, Mert’e yetki vererek, içi rahat şekilde İstanbul’a döndü. Birkaç ay geçmesine rağmen Mert’ten ses seda yoktu. Remzi Bey her aradığında Mert’in telefonu ya kapalı ya da meşgul oluyordu. Telefon çalarsa da açan yoktu. Remzi Bey ilk zamanlar emlakçıyı aynı gün içerisinde tekrar aramayı ayıp saydığından gün aşırı arıyordu. Zaman geçtikçe onun da sinirleri bozulmaya başlamıştı. Artık telefon açılıncaya kadar aramaya devam ediyordu. Böyle durumlarda Mert telefonu hiçbir şey olmamış gibi açıyor:
“Vay abim nasılsın? Bir müşterim var sana hemen dönecem.” diyerek Remzi Bey’in bir şey demesine fırsat vermeden kapatıyordu. Remzi Bey de akşama kadar emlakçı arayacak diye bekleyip duruyordu. Ailede huzur kaçmaya başlamıştı. Herkes birbirini suçluyor, “Ben demiştim.” ile biten cümleler kuruluyordu.
Remzi Bey, sonunda dayanamadı; otobüse atladığı gibi soluğu Antalya’da aldı. Siteye vardığında dairesinin camında perde takılı olduğunu gördü. Cinleri tepesine çıkmıştı. Dairesi kiraya verilmiş, haberi yok. Hemen zile bastı. Birkaç dakika bekledi. Açan yoktu. Biraz daha uzun bastı zile. Yine açan yoktu. Art arda bastı da bastı düğmeye ama nafile. Doğruca emlak ofisine vardı. Orası da kapalıydı. Sağa sola sordu. Ofisin öğleden sonraları açıldığını öğrendi. O da şansına… Çünkü Mert, ofisini her gün açmıyordu. Kafasına ne zaman eserse… Antalya’nın sıcağında bir ağaç gölgesine geçip saatlerce ofisin açılmasını bekledi. Akşama doğru, ofisin önüne lüks bir araba yanaştı. Mert bir şey almak için uğramış olacak ki Remzi Bey, ofisin önüne varıncaya kadar içeriye girip çıktı; gerisin geriye arabasına bindi. Neyse ki Remzi, araba yürümeden adamı yakaladı. Mert, Remzi’yi görünce arabadan indi. Kırk yıllık ahbap gibi boynuna sarıldı.
“Vay Remzi abim benim. Nasılsın ne var ne yok? Behiye ablam, çocuklar falan iyi mi? Bak Behiye ablamın sözü var, yaprak sarması yapacaktı, unuttum zannetme.”
Remzi, adamın yakasına yapışacak olsa da elinden kurtulup yakayı tutturması mümkün olmuyordu.
“Benim daireyi kiraya vermişsin.” demeye kalmadı.
Mert:
“Evet abim, tam zamanında geldin, dün bir arkadaşı yerleştirdim. Yoğunluktan haber veremedim. Al şu parayı.” diyerek Remzi’nin eline birkaç yüzlük kıstırdı.
“Kaça verdin, kimdir, necidir?” soruları havada kaldı. Mert, arabasına binerken:
“Arkadaşa bir yer göstereceğim. Ben sana telefonda bilgi veririm. Benim telefona IBAN at.” diyerek gazladı. Remzi elinde iki yüz lira ile kalakaldı. Mert’in samimi tavrı ve evinden elde ettiği ilk gelir öfkenin yerine yüzüne bir gülümseme bırakmıştı. Gerisi de gelir nasılsa diyerek huzur içerisinde döndü evine. Açgözlü gibi görünmemek için de IBAN’ı ertesi gün attı. Daha ertesi gün de emlakçıyı aradı. Niyeti havadan sudan konuşmak, laf arasında kiracıyı sormaktı. Bu kadar samimiyet kurduğu bir adamla doğruda doğruya kira, para pul diyaloğuna girmeyi kendine yakıştıramıyordu. Remzi Bey, Mert’le ne havadan sudan ne de kiracıdan konuşabildi. Onabir türlü ulaşamıyordu. Hesabını ise günlük olarak kontrol ediyordu. Tek bir kuruş bile yoktu.
Aile içerisinde yine huzursuzluk baş gösterince Remzi Bey’e Antalya yolu göründü. Doğruca daireye gidip kapıyı çaldı. Kendini kiracıya tanıtacak, kimdir, necidir öğrenecekti. Remzi Bey, kapıyı o kadar ısrarla çalmıştı ki aynı katta oturan iki kişi kapıya çıktı. Remzi Bey, kiracısı yerine onlara kendini tanıtıp daire sahibi olduğunu kiracıya ulaşamadığını söyledi. Yan komşu bıyık altından güldü:
“Bu daireye giren çıkan belli değil ki hangi kiracıdan bahsediyorsun? Günlük kiraya veriliyor galiba. Yarın öbür gün ahlak polisi daireyi mühürlese şaşırma.” dedi. Remzi Bey’in kan beynine sıçradı. Biraz önce usulünce çalıp durduğu kapıyı yumruklamaya, tekmeleye başladı. Aynı komşu:
“Komşu, boşuna kendini yorma. Akşam işlemeye başlıyor senin ev.” dedi. Remzi Bey, öfkeyle:
“Allah aşkına bildiğiniz bir çilingir var mı? Ben namuslu adamım böyle şeye gelemem. İçerideki eşyaları atıp anahtarı değiştireyim.” dedi.
Kapıya çıkan diğer komşu:
“Sen deli misin be adam?” diye sesini yükseltti. “Haklıyken haksız duruma mı düşeceksin? Haneye tecavüze girer bu. İçeri giremezsin.” dedi.
Remzi Bey kan ter içinde:
“Ne tecavüzü yahu! Kendi evim değil mi ister girerim, ister çıkarım.” dedi.
Aynı komşu:
“Kafayı mı yedin birader! Bu işler öyle olmaz. Mahkeme kararı olmadan içeriye adım bile atamazsın. Davacı olurlar sürüm sürüm sürünürsün.” dedi.
Remzi, çaresizce emlak ofisine koştu. Neyse ki bu defa ofis açıktı. İçeri paldır küldür daldı. Emlakçı yine kollarını açtı:
“Remzi abim!” Remzi, Mert’in kollarında:
“Ulan benim evi umumhaneye çevirmişsin. Derhal boşalt.” dedi. Mert, Remzi’yi boş bir sandalyeye oturturken gayet sakindi:
“Hele bir dur canım abim. Çay, kahve, su, soğuk bir şey... Dur sana bir soda vereyim.” diyerek Remzi’nin gazını aldı. Remzi’nin konuşmasına fırsat vermeden soda şişesini adamın ağzına dayadı:
“Boşalttım zaten. Sana mahcup olmayalım diye yakın bir arkadaşıma vermiştim senin evi. O da gitmiş başkasına vermiş. Aradım, ağzıma geleni söyledim. Dün boşalttılar, birkaç parça eşyaları kaldı onu da yarın alacaklar. Bizim bir hacı amca var, senin evi ona vereceğiz.” dedi.
Remzi:
“Ben kiracı falan istemiyorum. Ev boş kalsın. Emeklilik dilekçemi de verdim zaten. Mart ayında emekli oluyorum. Kendim oturacağım.” dedi.
Mert, gayet güleç bir yüzle sigarasını yaktı. Bir de Remzi’ye tutuşturdu:
“Oo hayırlı olsun. Hiç de söylemiyorsun abi. Tamam, sen hiç merak etme. Boş ver, kiracıyla falan uğraşma, en güzeli kendin otur keyfine bak. Gelince emekliliği birlikte ıslatırız.” dedi.
Remzi, işlerini halletmiş olmanın huzuruyla İstanbul’ döndü. Emeklilik işlemlerini başlattı. Bu süre içerisinde birkaç defa da olsa Mert’le görüşebildi. Mert, evin boşaltıldığını söylüyordu.
Remzi emekli olur olmaz, kirada oturduğu evini boşalttı, eşyasını kamyona sardığı gibi otobüse binip Antalya yoluna düştü. Siteye geldiğinde onu yine bir sürpriz bekliyordu. Dairede perdeler asılı, kapının önünde ayakkabılar sıralıydı. Hemen zile bastı. Kapıyı kaslı iri yarı bir adam çıktı.
“Ne var?” diye terslendi Remzi’ye.
Remzi, hiddetle:
“Burası benim evim.” diyecek oldu.
Kapıdaki:
“Hastır lan!” diyerek kapıyı Remzi’nin yüzüne çaptı. Remzi, ne yapacağını şaşırmıştı. Bir taraftan karısı söyleniyor, bir taraftan kamyoncu eşyaları indirip gitmek istiyordu. Remzi deli divane olmuştu. Merdivenleri bir inip bir çıkıyor, kulağında telefon emlakçıya ulaşmaya çalışıyordu. Sonunda telefon açıldı. Mert: “Ofisteyim canım abim.” dedi.
Remzi, ofise koştu:
“Hani lan daire boştu?” diyerek elini masaya vurdu:
Mert:
“Benim koyduğum kiracı çıkalı çok oldu abim. Ev boş. İşte anahtar.” diyerek Remzi’nin eline iki anahtar tutuşturdu. Remzi, gerisin geri siteye koştu. Kamyoncunun da sabrı taşmıştı. Eşyaları binanın sığınağına indirmek zorunda kaldılar. Çarşaflardan çadır yapıp sitenin bahçesinde konaklamaya karar verdiler. Akşama kadar evlerini seyrediyorlar, tüm ihtiyaçlarını orada karşılıyorlardı. Yalnız tuvalet için camiye gitmek zorunda kalıyorlardı. Kiracıyı çıkarıp evlerine yerleşebilmek için ellerinden geleni yaptılar. Remzi, taşınma masraflarını karşılamayı, tutacakları evin bir yıllık kirasını ödemeyi bunlar da kabul edilmeyince tüm emekli ikramiyesini vermeyi teklif etti. Hatta evi satmayı bile düşündü ama kiracılar kimseye evi göstermiyordu.
Kiracı sonunda:
“Mahkemeye ver, çıkar çıkarabilirsen. Beni rahatsız edip durma.” diye kestirip atmıştı. Remzi, mahkemenin yıllarca süreceğini öğrenince kiralık bir ev aramaya başladı.


Yorumlar - Yorum Yaz