ÂŞIKLAR KAHVEHANESİ /iki

Adamın birisi sırtında gitarıyla yeldir yepelek kahvehaneden içeri girer girmez: “Selamünaleyküm kahveyi kaynatıp sohbeti koyulaştıranlar.” deyince kahvehane müdavimlerinin gözleri fal taşı gibi açıldı. Cemaat önce birbirine, sonra gelen adama baktı. Yaklaşık kırk yaşlarında biri, yarım bıyık bükümü dönüp: “Ayağında sivri topuklu ayakkabı, üzerinde hâkim yaka bir gömlek, kısa şortla dolaşan âşık göreceğimi rüyada görsem inanmazdım.” diye alçak sesle konuşurken biri: “Hoş geldin Sadrî abi.” dedi. Başka masada oturanlardan biri: “Bir yaşıma daha girdim o kadar âşık gördüm, tanıdım, dinledim ama böyle gitarlı bir âşık görmedim, herhalde Bodrum ya da Marmaris dolaylarının âşıklarından olmalı.” diye etrafındakiler duyacak şekilde konuşurken, diğer bir masadan farklı biri: “Hop dedik abi! Dünyadan habersiz yaşıyorsun anlaşılan. Türkiye’yi bir uçtan bir uca gezen rahmetli Murat Çobanoğlu’nun kaset satışları yüz bini bulmazken Sadrî’nin CD’si bir milyonun üstünde sattı. İnsan bu kadar da ‘enformatik cehalet’ içinde olmamalı.” diye kendi kendine konuşurken Âşık Sadrî de olandan bitenden, konuşulandan haberdar değilmiş ayaklarına yatarak: “Çaylar benden” deyip ortamı sükûnete davet etti.
Fırsat bu fırsattı saatte ancak bir çay içen kahvehane müdavimleri çaylarından son fırtı almadan yeni çaylar geliyordu.
Sohbet koyulaşmaya başlayınca kahvehane müdavimlerinden olup kimsenin âşıklığından haberdar olmadığı çok zaman susarak konuşan Âşık Turaçî yerinden kalkıp Sadrî’nin masasına oturdu. Bir müddet hiçbir şey konuşmadan çayını hüpleyip durdu. Ara sıra da çaktırmadan göz ucuyla Sadrî’nin gitarına bakıyordu. Çok zaman yalnız başına oturan Âşık Turaçî’nin bu merakı cemaati de meraklandırdı. Cemaat: “Ha konuştu ha konuşacak.” diye aralarında fısıldaşarak konuşurken Âşık Turaçî’nin birden bire dili açıldı: “Ay gardaş seni buraya hangi külek apardı?” Sadrî, aval aval baktıktan sonra: “Başa düşmedim hansı dilden danışırsan?” deyince kahvedekiler gülüşmeye başladılar. Sadrî, alçak volümlü bir sesle: “Burada ayı mı oynatıyoruz?” dedi ve cemaatten bir kahkaha daha patladı. Turaçî, içinden bir “vela havle” çektikten sonra: “Ay gardaş bugün eşşek saatinde değilsin değil mi?” dedi. Sadrî de bunun üzerine “Artık ‘eşref saati’ni bıraktım” deyince ortalık süt liman oldu. Herkes masalarına gelen çayları bile karıştırmadan, höpürdetmeden içmeye başladı. Turaçî, Sadrî’nin duyacağı şekilde: “Eyvah! Bu gün ‘eşşek saati’mdeyim demezsin inşallah” dedi. Sadrî, tebessümle sırıtma karışımı bir yüzle: “Zurnada peşrev olmaz ne çıkarsa bahtınıza.” deyip gitarın köyneğini soyup bir iki tıngırdattıktan sonra: “Buyurun bakalım kahveyi kaynatıp güzeli oynatmasını bilmeyenler, bir ayak verin de sözlerimize dayak olsun.” diyerek ayakçıya baktı, ayakçı da: “Çay desem olur mu?” deyince yine bir gülüşme gırla gitti. Sadrî, yanında sessiz sedasız oturan Turaçî’nin yüzüne bakarak: “De gelsin.” manasında kafasını eğip kaldırdı. Turaçî: “Erzincan Kayseri’ye yakın mı?” dedi. Sadrî, bir ayak beklerken böyle kel alaka bir soruyla karşılaşınca: “İkisinin arasında Bolu var.” dedi. Kahvehanedekilerden bir kahkaha koptu. Turaçî bu kahkahanın altında bir hinlik olduğunu sezerek: “Âşığı sınıyorum ay cömaat! Bakalım coğrafyası nasıl, enformasyonu yerinde mi diye sınağa çekiyorum. Siz de gevşek gevşek gülüyorsunuz.” diye cemaate çıkıştı. Bunun üzerine Sadrî: “De gelsin.” dedi. Turaçî, elini kaldırıp birkaç dakika derin tefekküre daldıktan sonra parmağını indirip:

“İncesu ilçesi söyle nerede?
Babası berberdi Dolapdere’de,
Keskin usturayı çekti arada,
Sakal keçi bıyık kaytan kim idi?

De buyur âşık.” deyip ayak ayaküstüne atarak kös geldi. Böyle bir ayak beklemeyen Sadrî: “Kurban olduğum emmi bu nasıl bir ayak? Dayak atsaydın bundan daha iyiydi. Bu resmen bir muamma. Her ne kadar Erzurum’a yakın yere göbeğimiz düştüyse de sen biraz daha ileriye gidip Şenlik Dede’nin açacağı bir muammaya benzer bir muamma attın ortaya.” dedi. Bunun üzerine Turaçî: “Evlat burayı Gülhane belleyip bu kahvehanenin müdavimlerini öyle savatsız görme. Herkes atışacak kadar bilgiye sahip ama saz çalmasını bilmez. Hani sen zurnada peşrev olmaz demiştin ya bu da bizim peşrevimiz, de gelsin.” deyip muammayı Sadrî’nin kucağına attı. Görelim Sadrî bu muammayı nasıl çözecek?

Erciyes’e el salladı beşinde,
Gezip durdu bir gırgırın peşinde,
Çizdi yırttı çizdi yırttı düşünde,
Adamının biri Heten Ketendi.

Hanzo Kazım vardı cilet atardı,
Ceride-i Tan’da atar tutardı,
Muzipliğin göbeğinde biterdi,
Hacamat ederdi atan tutandı.

Eşek herif katır gibi teperdi,
Taşa çıkar at yanağın öperdi,
Nerde beleş torba görse çökerdi,
Öküzlere çektirdiği kötendi.

Adı deli, aklı taşar başında,
Otururdu koca taşın başında,
Cin fikirler dolaşmazdı başında,
Ziyasıza Ziya olup bitendi.

Ekmek Teknesi’nde ekmek ıslanır,
Bezgin Bekir ne yer nasıl beslenir,
Usturası bir köşede paslanır,
Sadrî’nin döktüğü sözü yetendi.

Kahvehaneden büyük bir alkış koptu. Turaçî, Sadrî’ye çözmesi için vermiş olduğu ayak dörtlükte Heredot Cevdet’i soruyordu. Sadrî de onun çizdiği karakterler ve oynadığı filmden göndermeler yaparak muammayı çözdü.
Turaçî süt dökmüş kedi gibi boynunu büktü. Sadrî, güreş kazanmış pehlivan gibi gitarının köyneğini kahvehanenin kapısına koydu.
Kahvehaneden çıkanlar köyneğin üzerinden atlayıp gitti. Sadrî bekliyordu ki kahvedekiler ellerini ceplerine soktuklarında en azından bir yirmilik çıkarıp atsınlar ama beklediği olmadı. Anlaşılan herkesin cebinde akrepler cirit atıyordu.
Sadrî tüm ceplerini yokladıysa da ne kâğıt ne madeni para çıktı. Kahvehane sahibi: “Kârı kediye yükledik.” diye kendi kendine konuşurken, imdadına Turaçî yetişti: “Yeğenim bu güne kadar buradan eline divan sazını alıp atışan bir sürü âşık gelip geçti ama senin gibi gitar çalan âşık görmedim. Bilgin, becerin, derin düşüncenle bizi mest ettin. Öyle yeraltı duraklarında, kahvehanelerde çocukların nafakasını çıkarayım diye çene yorma. Hem mikrofonik bir sesin var sana bir kıyak geçeyim.” dedi. Turaçî, Sadrî’nin ısmarladığı çay paralarını da verdikten sonra çıkarıp bir de yüzlüğü döş cebine kıstırdı. Sadrî, onun elini öpmeye çalıştı. Turaçî ani bir hareketle elini göğsüne yapıştırdı. Çantasında çıkardığı bloknota şunları yazdı:

Turkuvaz patronu sevgili Çalık,
Tez avla kavağa çıkmasın balık,
Sadrî’ye bir iş ver ortada kalık,
Gözlerinden öper Turaçî emmin.

Yazdığı sayfayı bloknottan yırtıp itina ile katladıktan sonra cebinden çıkardığı ıstampanın kapağını açıp şahadet parmağını imza olarak bastı. Sadrî sevinçten ne diyeceğini bilemedi. Gitarının köyneğini giydirir giydirmez turaç gibi oradan uzaklaştı.
O gündür bu gündür Sadrî, bir daha ne Gülhane’ye uğradı ne polise göründü. Gidiş o gidiş vesselam.


Yorumlar - Yorum Yaz