UNÇULUK ANŞA-BEDİRİK HÖRÜ/beş

Ulak Mulla da, motorla yarım saatte doğruca kasabaya vardı. Bir aşağı, bir yukarı motorla aheste aheste kasabalılara hava atarak birkaç tur attı. sonra, eşi Perişan Perihan'ın dediği ısmarıçları alıp motorun heybesine koydu. Kasaba kahvesine uğrayıp bir çay içeyim derken bir de baktı ki yukarı dağ kolunun kırmızı minibüsünden Kepir Kadir önde, Deli Emine arkada, kasabaya inmişler yukarıdan aşağı geliyorlar. Ulak Mulla, bunları görür görmez hemen, "Gadir emmi, Gadir emmi" diye seslendi.
Kepir Kadir; sekiz köşe şapkalı, pala bıyıklı, gövdesi kendisinden ileride giden, dalgeçir ceketli, beyaz miltanlı, siyah şalvarlı, ucu sivri burunlu parlak kundurasıyla kasabanın içinde emin adımlarla yürürken durdu. Sesin geldiği yöne başını çevirdi, baktı ki seslenen Ulak Mulla. Sert bir tavırla;
"Ne o Ulak Mulla?" dedi.
O arada, Kepir Kadir'in arkasından gelen, eşi, Deli Emine; başı dolamalı, yine herifi gibi karnı ileride, yeşil, el örgülü ceketiyle, ceketin altından giydiği alabula renkli fistanı, sessiz ve yavaş yavaş yürüyen haliyle;
"Bu ocaa batmıyasıca ne geziyo ola şeherde? Ne deeci ola herif bu? Heç de hazlanmam amma." dedi usulcadan.
Ulak Mulla, önce hemen Kepir Kadir'in elini sonra da Deli Emine'nin elini seyirterek öptü.
"Savul Mulla yeanim öpme bire" dedi Kepir Kadir.
Deli Emine de Ulak Mulla'nın yüzüne bakmadan güya elini istemeyerek öptürüyor havası vererek, zorla uzatır gibi yapara, elini uzatırken de etrafa bakıp konurlanarak:
"Benim elim zıyarat dağal amma, neese bu seferlig öp baam." dedi. Ulak Mulla:
"Vallaa Gadir emmi ben de, tee sizin oruyaçağa gedeceedim, fagad sizi burda görünce tee oralara boşa yorulmuyam, dedim. Bööle ayüğüsdü de olmaz amma, affınıza sıınaragdan ben size bir bişed deeciyim." dedi.
"Farzımaal bizim eve gelding, ne deecin Mulla? Hayırdır iişalla." dedi Kepir Kadir. Ulak Mulla:
"Vallaa Gadir emmi elçiye zaval olmaz. Beni Unçulaanşa bibiminen, Takoz Remzi emmi size gönderdiler, size de bol bol selâm eylediler. Angere müseedseler, oğlumuz Cümee uçun cümee günü ağşamledii gızımız Leyli'yi isdemiye geleceeg, dediler." dedi.
Bu haberi duyan Kepir Kadir, dudaklarını büzüp sıkarak, yanında bulunan karısı Deli Emine'ye ağır ağır dönerek,
"Bunnarın elinden gurtuluş yog! Emine, anadır gurtuluş neem yok. Sen ne diyon bu işe? Denilenneri gulaanınan duydun hemii?" dedi.
Deli Emine yere bakarak,
"Duydum Gadir Efendi duydum. Arada Unçulaanşa olmasa onnarı sufama bile dıgmam amma niğniyecin. Hele bir gelsingner baam da o akıd gonuşurung." dedi. Ulak Mulla sevinerek, iki elini birbirine hızlıca sürterek,
"Yani bu cümee günü, Cümee edeme Leyli bacımı isdemiye geliyog yani, özür, geliyollar yani dooru annadım hemii Emine bibi?" dedi.
"Olen sen ne laf annamaz adamsın yarvım? Hee.. hee.. Bu cümee angşam gelsingler. Ha baa bag! Ööle galebelig neem horontacag gelmesingler. Dörd gişi, bilemeding beş gişi gelsin yeter." dedi Deli Emine.
Ulak Mulla:
"Pekiinci Emine bibi pekiinci, ööle derim." dedi ve o kertede Deli Emine'nin kulağına eğilerek, "Saçını sevdiim bibim, sucuunu da yiyeceg miyig? Oööre gayıt göreg." dedi hafifçe yılışarak. Deli Emine elindeki kiraz çıbuğundan değneğini kaldırarak:
"Baa bag döösün dölü, benim deliliimi duddurma baa! Ne deyosam onu dud, onnara da dediimin aynısını de. Cümee günü angşam begliyog dedim ya." dedikten sonra, Gocası Kepir Kadir'e dönerek:
"Hıh yüreen soodu mu Gadir Efendi, yüreen soodu mu? Beni bunun uçun mu getirdin bu gasabıya? Ulu orta şu kepeezeliimize bag!" dedi ve oturduğu iskemleden sertçe, aniden kalktı; kasabanın içine doğru bir hışımla yürüdü. Kepir Kadir, Ulak Mullaya dönerek:
"Vela havle kuvvete..." çekip "Aşşemissin sen bire Mulla, aşşeemissin. Hemi de aşşeen tem sırteedeniymissin de kimse bilmezimiş. Heyle zabdedeceem ben bu deliyi şindik? Sööle bakiim, heyle zabdedeceem Mulla hıı?" derken, eli ayağı titreyerek Deli Emine'nin peşinden homurdanarak gitti.
Ulak Mulla da kendi kendine, "Allah Allah, ben ne ddim, ne dedim kine bunnara? Vallaa boşuna Delemine dememişler bua. Allah'ım şindikden Cümee gardaşa yardım eylesin." diyerek arkalarından bakıp sozalıp kaldı. Daha sonra kasabada eğlenip akşama doğru binbir hava yaparak jawa motorsikletiyle köye doğru yola koyuldu. Değirmende erkenden işi biten Sünepe Süllü, öğleye doğru yola çıkmıştı bile. Değirmenci ihtiyar Hacı İbrahim, Sünepe Süllü'yü değirmenden çıkarken çaktırmadan, iyice süzdü. Yüzü turşu satıyordu. Belinde bir tabancasının olduğunu da gördü. Pek hayıra da yormadı. Değirmenci, Sünepe Süllü'nün ağzını aramak için,
"Uğur ola Süllü yean, babana da selam eyle, gene beglerig." dedi.
Sünepe Süllü, suratı asık vaziyette, değirmencinin yüzüne hiç bakmadan, sadace:
"Savul ehdiyar savul. Selamını da bubamı görürsem derim." diyerek yüklü beygirinin üstüne bindi, kırbacı salladı. Gitti. Bu durum, değirmenciyi iyice şüphelendirdi. Değirmenci, kendi kendine, "Bekleyelim görelim baam, sonu hayır olur inşallah. Umarım bu işten bir pislik çıkmaz." diyerek, sakalını kaşıyarak, düşünceli, düşünceli değirmene işinin başına gitti.
Cuma yola çıktı çıkalı, Leyli'sini düşünerek yorgun argın un yüklü beygirin önünden yürüye yürüye yola devam ediyor. Hava iyice karardı, yarım ay ışığından faydalanıyordu sadece. Yol keçi yolu gibi dağlık, tepelik, inişli çıkışlı ormanlık bir yol. Ağaçların gölgeleri çeşit çeşit figürlerde korkunç ve ürkütücü bir hal alıyor. Hele bir çay akıyor ki, yola devam etmek için bu çayı en az yedi sekiz kere geçmek gerekiyor, yoksa yol bitiyor. Öyle de oldu. Cuma bu demde yolu yarıladı sayılır, bu gidişle iki saat daha gitmesi gerekiyordu ki köye ulaşsın. Son kez çayı geçti, ay, suyun üzerine öyle yansıyordu ki âdeta gündüz gibi oluyordu her yer. Çayın çağlayıp akarken çıkarttığı ses ayrı bir musikî. Sonra ormanlık, düzlük bir yola girdi. Karanlıkta göz gözü görmüyordu. Ulu ağaçlar boy boy uzamışlar, ağaçlardan arada bir yabani kuş sesleri ve rüzgarın etkisiyle çamlardan "huuu....." diye bir ses geliyordu. Biraz daha gitti, büyük, çok eski bir mezarlığın içinden geçerken, her mezar taşı bir hortlak gibi etrafını sarıyordu sanki. Mezarların başında büyümüş büyük gövdeli ardıç ve çam ağaçları yıldızlara kadar uzanıyordu.
Cuma, bu mezarlıktan daha önceleri dedesiyle birlikte gündüzleyin bir iki kere at üstünde geçmişti. Dedesinin bu mezarlıkla ilgili anlattıklarını hatırladı, korkmaya başladı. Yüklü beygirini büyük bir mezar taşına çekerek, üzerine basıp kendisini iki un çuvalının ortasına atmayı başardı. Titriyordu âdeta. Bildiği tüm duâları okuyup üfürürken, altındaki beygir birdenbire ürktü, sonra kişnedi, dağ, taş bu kişneme sesiyle yankılanırken birden ak sakallı, beyaz elbiseli bir adam beygirin yularını tuttu, tutmasıyla altın dişleri gözüküyordu ki,
"Gorgma Cümee gorgma!" dedi.
Cuma bu sesi duyar duymaz, beygirin üzerindeki iki un çuvalının arasında bayıldı kaldı. Ödü patladı.
Ellik Ali ve Köstek Remzi sabahleyin oturdukları çardaktan henüz inmediler, kırdılar lafın eyeğesini. Attılar lafı, attılar, tuttular, kestiler, hükümet kurup hükümet yıktılar. İkisi de Ulak Mulla'dan hayırlı bir havadis bekliyorlardı ancak akşam karanlığı bastırdığı halde henüz gelen olmadı. Ulak Mulla'nın başına gelenlerden kimsenin haberi yok tabii.
Ellik Ali ikide bir,
"Böön burdan bir habar almadan şurdan şuruya getmem İremzi. Getmemm!" diyor. Dayanamadı, Köstek Remziye kafasını uzatıp devam etti:
"Baa bak İremzi, bir düüünü kim boklar?" Cevabını yine kendisi vererek, o arada bir fırt ciara çekip;
"Okuntucu boklar İremzi okuntucu. Haeee... annadıı şindik ne dediimi? Annadın daal mı İremzi?" derken içip içine çektiği sıgaranın dumanı, ağzından, burnundan soba borusundan çıkan duman gibi çıkıyordu. Köstek Remzi iyice kükreyek o da aynı şekilde sıgara içerek:
"Dooru söölüyon ancemi, dooru söölüyon da Ali, beglemegden gayrı haydi niyapak? Sen sööle." dedi.
Ellik Ali, o çelimsiz zayıf cüssesiyle başını sağa sola çevirerek,
"Yanarım yanarım da, şu köy şu Ulak Mıllaa mı hırtapozların eline galdı ya, ben başga bişet demiyom İremzi, demiyom." dedi. Devam etti:
"Ank gençliim oluyaydı bunnarın heçbirine papıç bırakır mıyıdım ben? Bırakmazdım. Bunnarın heç birinden anadır adam olmaz İremzi, adam olmaz!" derken Ellik Ali o an karşıki yamaçtan bir ışık gördü.
"Ahang Ulak Mılla bu! Geliyo. Başga kimse daal. Ulak Mılla geliyo İremzi. Geliyo. Allah'ım hayırlı habar." dedi.
Köstek Remzi; boynunu uzatarak ışığa doğru baktı, umutsuz, taysınmaz bir vaziyette, yavaşça:
"Yok bire Ellaali. Avcı o." dedi.
Ellik Ali:
"Ne avcısı bire babam ne avcısı? Mılla bu, Mılla, Mılla!" derken, Işık kayboldu, yeniden göründü, göründü kayboldu, sonra motorsikletin sesi duyuldu, derken demiye kalmadı, Ulak Mulla yel gibi geldi. Jawa'nın düdüğüne basıp stop ettikten sonra;
"Selâmünaleyküüüm" dedi.
O arada içeride oturan Unçuluk Anşa ve Bedirik Hürü'de dışarı çıktılar. Hepsi bir yerden; "aleyna ve aleykümselaaaaam Mılla." dediler. O arada Ellik Ali, yankös gelip oturduğu yerden ağrı, hemen söze girdi:
"Hoş geldin Mılla, hoş gelmissin aslan yeanim, gözlerimiz yollarda'aldı bire heerif, bunnarın heç biri senin geldiini bilemediler, bir ben bildim. Bunnar, "Mılla gelmez bö'ön" dediler. Ben de dedim kine bunnara benim bildiim Mılla, ne eder eder gelir buece, hemi de mudlak suuredde gelir, dedim. Ee dememiş miyim Mılla yeanim?Annat bahim şindik, geddin hemii yokarı Daa Goluna? Kepir Gadir'i buldun hemii? Ne dediler, de bağam şindik?" dedi.
Ulak Mulla, Kasabadan gelirken Sünepe Süllü'den yediği sıkırcımın etkisiyle:
"Annadırık zaar bire Al'emmi, annadırık za'ar. İnanın ööle yorgunum, ööle yorgunum kine, vallaa gımıldar halım yog!" diyerek söyleyeceği yalanların planını kurdu ve acıklı bir şekilde devam etti.


Yorumlar - Yorum Yaz