ZARFTA UNUTULAN MEKTUP

Ula Mulla “Niye iti an çomağı hazırla.” demişler hele bir sor. Sordun mu? Sordun kabul edelim. Sana dört ayaklı kurt soyundan gelen bu yaratıkları doğru sıralanışıyla öğreteyim de enformasyonun artsın, beynini bilgi kirliğiliğinden temizle.
a-İt, b-Köpek, c-Bocu, d-Fino. Biz millet olarak lafı doğru yüzünden okuyup tersinden hareket ettiğimizden ben tersinden* başlayım da sen bu hayvanlar arasındaki farkı fark et.
d-Fino: Buna sosyete iti de derler. Bu daha ziyade cahil taşralı yakıştırmasıdır. Kelimeyi yerine oturtursak sosyete iti, iri yarı, hayatiyetini yemek, içmek ve sahibinin her türlü ihtiyaçlarını karşılamak üzerine sürdüren, eğitilmiş gerektiğinde takla atan yavşak bir köpektir. Finonun kedi, bocu karışımı bir köpek olabileceği de aklıma gelmiyor değil. Bu hayvancağız daha ziyade avare avratların oyuncağı da sayılır. Yarışmalara katılırlar. Bazen sahiplerinin başlarına iş bile açabilirler. Hatta zamanın bakanlarından birisi finosuna yurt dışından mama getirdi diye anasından emdiği sütü burnundan fitil fitil getirmişler. Bundan dolayı beslenmesi zor bir hayvan oğlu hayvandır.
c-Bocu: Bunu fazla açıklamaya gerek yoktur ama tekrarda fayda var derler atalar. Bu köpeğe de kısaca itin köse olanı diyebiliriz. Genellikle kapıya bağlanır. Bunların ürerek korku salmasından faydalanılır. Bilen bilir, bu bocuların boğazındaki ipi çıkarıldı mı arkaları üç buçuk atmasın diye kuyruklarını paçalarının arasına alırlar. Bağlıyken canavar gibi görünen bu hayvancık kapıp koyrulduğunda gökten taş yağacak endişesiyle sokağa bile zor çıkar.
b-Köpek: Sahibi tarafından aforoz edilen ya da gayrimeşru olarak doğan, mekanları sokaklar ve çöplükler olan hayvanlardır. İt ve tilki jenerasyonundan meydana gelmiş olabileceği muhtemel zavallı bir yaratıktır. Isıracak gibi yapıp dişini gösterir. Kendinden korkanların üstüne atılır, korkmayanlardan fersah fersah uzak durur.
a-İt: Kurt ve aslan kırması bir yaratık olup yediği yalı helal ettiren soylu bir hayvandır. Gözünü daldan budaktan esirgemez. Sahibine gelebilecek her türlü zararı bertaraf edebilmek için kanının son damlasına kadar çarpışmayı namus meselesi yapan kıymetli bir hayvandır. Daha ziyade köylerde yaşarlar, harama tenezzül etmezler.
“İti an çomağı hazırla.” atasözünün ne demeye geldiğini şimdi daha iyi öğrenmiş oldun.
Bu arada konuyu epeyce dallandırdım. İlham perisi, bana yalakalık yapacak, takla atacak ya da kendi kendine kapris yapacak ha! Gotu olan peri böyle bir işe kalkıştı mıydı pili bitti demektir. Hepiciği bunun bilincinde olduklarından el pençe divan durup etrafımda gezinirler. Dedim ya incirsizlikten halsiz düştüğümden ve perilerin de incir getirme gibi bir meziyetleri olmadıklarından zavallılar halime acımaktan bitap düşmüş vaziyetteler. Senin gibi hırpolar da mektup yazmayışımızın sebebini kendine göre yorumlayıp güya kendi aklınca bizi ateşlemeye çalışıyor.
Ulan hıyarto, biz ateşimizi zor zaptediyoruz sen de bir yerleri yakamamaktan bahsediyorsun. Sen ara sıra iki satır da olsa yaz “Üstad kaşıntım tuttu, uyuz olmaya başlayacağım, karnım hareketsizlikten nasır, yüzüm tebessümsüzlükten hasır bağlamaya başladı.” de ben de ona göre ilham perilerini görevlendireyim. Zavallı periler görev aşkı ile tutuşurken onlar hakkında yanlış düşünceler beslediğini kulaklarına bir fısıldasam küçük dilini, büyük diline yapıştırıp karnından güldürerek hakkını avcuna koyarlar. Gerçi sen periler hakkındaki düşünceleri şairlerin, yazarların bildikleri kadar bilebiliyorsun. Şairlerin birbirleriyle yarışmaya kalkışmalarının arkasında ve ara sıra birbirlerini kırmalarının altında yatan gerçek de benim perilerimden birkaç tanesini güya kendi akıllarında ayartmaya çalışmaktan başka bir şey değil.
Bir daha bana mektup yazarken bilgisayar denen aletten yararlanmaya bak. Sağa sola meyil atmasını biliyorsun da mektubu bilgisayarda çıkarıp göndermesini bilmiyor musun? Ben de aynı taktikle sana mektup yazarsam görürsün gününü. Bir de kâğıt kıtlığı var gibi mektubun köşesine bir şiir iliştirmişsin. Senin olmaya senin değil de peki bizi bu soylu şairi tanımaktan mahrum ediyorsun. Son yıllarda okuduğum en harbi şiirlerden bir şiirin şairi ile ismen de olsa tanışmamızın bir sakıncası mı vardı? Neyse önemli değil. Hani derler ya zarfı geç, mazrufa bak. Zaten senin de düzgün bir zarfın yok. Sünnet davetiyesi zarfın bittiğinde sana bir tomar zarf alayım unutturma. Pintilik kanına işlemeye başladıysa seninle işimiz çoğalacak demektir. Bana bir müzik CD’si yaptıracağını da unutmuş değilim. Ha şiirden bahsediyorduk değil mi? O müstesna şiir hakkında düşüncelerimi daha sonra yazacağım. Şiirin başlığı bir kere müthiş. Hayy Dar. Hayyyyyyyy diye bir nara atan şair sonradan yerim darrrrrrrrrrrrrrr diye düellodan kaçacak gibi duruyor. Böyle harbi şiirleri daha temiz bir kâğıda ve mümkünse bilgisayar çıktısı ile gönder ki şiiri okurken yanlış okumayalım. Sen az çok edebiyat okudun biliyorsun, şiirde bir kelime yanlış okunduğundan veya bir harf çıkarıldığında şiir 9 şiddetinde bir depreme bağrını açmış bir ev gibi gürp diye yanının üstüne yıkılır. Şairin o kadar ıkınıp sıkınıp yazdığı dizelerin namusuna senin ve benim gibi şiire duyarlı insanların halel getirmesi şairini boynuzlulaştırır. Boynuzlu şairleri de görüyorsun, birbirlerini öyle süsüyorlar ki seyretmesi de pek güzel oluyor canım.
La Mulla hazır gıvımız gelmişken parmaklarımızı tuşların üstünde sektirip duruyoruz ama sen incir işini halletmedikten sonra bizim bu parmaklarımızı gaza getirip bu tuşların üstünde bir daha zor gezdirirsin. “Çocukların kaprislerini hoş gör.” diyorsun. Çocuklar kendilerini adam gibi görmeye başladılar ama adamlıktan sınıfta kaldılarsa ben ne yapayım?
Paralanırsam ziyaretine geleceğim. Hazır aklıma gelmişken söyleyeyim. Askerlik için o kadar parayı veren adam ayarında bir adam varsa, otobüs gidiş dönüş bileti gönderirse gelmezsem namerdim. Zarfın üstündeki adrese mektubu gönderiyorum. Başkasının eline geçerse beni ilgilendirmez. Mehmet Akif ’e iyi bak, Şamil’in atmacasına göz kulak ol, daha yavru deyip havalandırmaya kalkışma, başına iş açar benden demesi.
*Ters: 1 Hayvan ve insan gübresi, 2 bir lafın öbür yüzü, ters tarafı, annacı.
Mulla Ağa, kâğıdın altında biraz yer kalmış, mektubu göndermeyeli de hayli zaman geçmiş bir kaç kelam daha edelim de kağıt israfında bulunmayalım. Aradan geçen on sekiz sene sonra sana ulaşacak bu mektupla heyecanlanacağını biliyorum. Evkaftaki memuriyete öğretmen olarak başlayıp şimdilerde de profösür olmak için evrak topladığını biliyorum. İnşallah bu mektup eline ulaşıncaya kadar profösür olursun ondan sonra da “Beş dönüm bostan yan gel yat Osman.” ayaklarına yatacağını da az çok tahmin ediyorum.
Bu yıl ne kadar incirsediğimi bilmiyorsun. Akıllı telefona geçtim geçeli sık sık telefon numaralarım gidiyor. İster inan ister inanma, sana numara çekmiyorum. Bir ara sosyal medyada Mostar Köprüsü üzerinde bir pozunu görmüştüm. Oraya para kazanmaya mı gittin, dili vermeye mi, yoksa artistlik olsuna mı gittin bilemiyorum. Geçen gün Yasin Mortaş şehir dışına çıkacakmış “Abi incirin var mı?” deyince ben de geçen hafta biraz kurusu kalmıştı, onu da bitirdim dedim. Adam zincir soruyormuş ben incir anlıyorum o derece perişanım anlayacağın.
Eskişehir’den taşınalı bir buçuk sene oldu. Sakın “İncirler yetene kadar kalsaydın bari” şarkısıyla beni avutmaya çalışma. Vaktin bir kavşağında yine böyle incirsemiştim de Bergama’dan bir yiğit çıkmıştı da
senin himmetinle bir sandık incir göndermişti.
Sen şimdi içinden kikir kikir gülerek Sezai Karakoç ağabeyin şu şiiriyle beni avuttuyorsun?

“Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları”