DÜĞÜNE DAVETLİSİNİZ

Gardaş, bu bizim insanımız gibi üç kâğıtçı, sahtekar, şerefsiz insan yok. Hırsızını gördüm, haydudunu gördüm, itini, uğursuzunu gördüm de bu kadarını da görmedim. Gidip polise şikayet edecem olmayacak. Düşünmedim de değil, onlar utanmadı ama ben utanırım. Hakikatli adamım bir defa. Boğazımdan haram lokma geçmemiştir, geçmez de. Az kazandım öz kazandım, namusumla 27 sene çalışıp emekli oldum. 4 çocuk oldu ellerinden öper. 3 kız bi oğlan. Gızlardan birini okuttum hemşire oldu. Oğlanla öteki iki gız okumadı. Oğlanı berbere çırak verdik. Birinin yanında goltuk hesabı çalışıyo. Geçenlerde everdik.
Bunca sene en yakınlarımı bile tanımamışım, bir düğün etdim, insanların ne mal olduğunu anladım, keşke anlamaz olaydım. Bir haftadır gözüme uyku girmedi. Düğünün ertesi günü fenalaştım. Her yerim zangır zangır titremeye başladı, bizim hemşire gız bi inne yaptı çok şükür biraz kendime geldim. Akşamına gene gözüm gararır gibi oldu, bağıracak oldum, sesim çıkmadı. Bereket, hanım mutfaktan çırpındığımı görmüş, koştu geldi. Kolanya ile başımı ovdu, ateşime baktı, bez ıslatıp geldi. Bezi alnıma koydu, bir de havlu ıslatıp belime soktu. Oracıkta divanın üstünde uyumuş galmışım. Daha ertesi gün acaba ben mi yanlış saydım, dedim. Hemşire gız daha gitmediydi, “Al gel şu takılan altını, parayı” dedim. Acaba olur ya, insan hali biz de mi yanlışlık oldu, milletin günahını aldık. Gız aldı geldi. Tek tek yazıp saydık, olacak iş değil bizim hesap doğru. Altınları avucumda sıkmışım öyle kitlenip kalmışım. Bizim analığın sesiyle kendime geldim, beni galdırıp divana yatırdılar. Analık “Buna bi yaka vuralım, dedi. Düğünde çok yoruldu besbelli.” Bir yaka vuruldu. Hemşire gız vurdurmayacak oldu ya onu dinlemediler. Gız iki tane hap attırdı. Gene orda sabahı ettik. Ah ah..! Bu insanlara güvenilmez. Neyse birader sabah galktım. “Hanım” dedim, ses yok. Ufak kız “Anam dayımlara gitti buba.” dedi. Yataktan nasıl kalktım, kızın boğazına yapışmışım. Televizyonda hep seyrederdim, çoruna çocuğuna gıyanları. Cinnet dedikleri demek böyle bi şeymiş. Gızın yüzü pancar gibi oldu, çırpınıyo. Hemşire kız sese koşmuş gelmiş. Elimden zor aldı. Ben kendimi gaybetmişim bi defa. Hemşire gız çekiyo beni, o ara gızın böğrüne iki tekme savurdum, uğundu gitti. Bir yandan da “Nasıl gider ulaaaan!” diye bağırıyom. O ara gapı çalındı, bizim hanım gözümün önüne geliverdi. Elime nerden geldiyse bir teflon tava geldi. Garının gafasına lank diye indirdim. Tava gırıldı sap elimde galdı. Gadın kanlar içinde yere çöktü, ağlamaya başladı. “Bir daha o adamın evinden içeri adım atmayacaksın ulaaan!” diye haykırdım. İki gız üstüme çullanıp beni tuttular. Nefes nefese galmışım. Her yerimden ter boşanıyo. “Gidilmeyecek dedim, senin kardeşin yok, öldü. Sadece senin gardeşin değil, amcam Veli, Veli’nin oğlan, dayım Aamat, dayıoğulları Fehmi ile Ali, İrecep eniştem, Ayşe hala, onun çocukları, Fatma teyze, Terzi Cemal, Kör Kamil, Gara Mehmet, Topal Şükrü, asker arkadaşı Cevat, eski komşu Salih, iş yerinden Adem, Mevlüt, Iramazan, eski mahalleden Davut, Süleymen, Arif, sebzeci Halil, kömürcü Necati, senin arkadaşların Sevim, Şükriye, Hamide, Perihan, benim kahve arkadaşları Veli, Yusuf, Hamit.. Hepsi öldüü! Bunu o kafana iyice kat.”
Bak aklıma geldikçe yine ellerim titremeye başladı, bak bak. Nasıl titiriyo ellerim! Olur mu biraderim, insanlığa sığar mı bu! Hırsızlığın, haydutluğun da bir şerefi var. Değil mi biraderim! Hırsız işini gece yapar, garanlıkta kimse görmesin diye çünkü gabahat da gizli ibadet de. Ama bunlar öyle mi, en mutlu gününde insanı galpden götürecekler yahu!
Çok şükür belli bir çevremiz var, eş, dost, akraba. Çağrılan her düğüne de gitmeye çalıştım. Kimi hafta üç beş yerden düğün daveti gelir. Bir hafta sonum var, demem kimisinin çayını içerim, kimisinin yemeğini yerim, kimisinde oynarım. Gittiğim her düğünde düğün sahibine görünürüm ki sonradan gelmedi etmedi denilmesin. Gameranın önünden de mutlaka iki defa geçerim ki sağlam olsun.
Oğlanın sünnetinde dakılan her şeyi galem galem not etdim. Parayı dolar cinsinden mark cinsinden ayrı ayrı yazdım. Gabı gacağı da galem galem yazdım. Altın zaten belli. O zamanlar paranın para zamanında 15 milyon verip gamera bile tutdum. Dakılanı çeksin diye. Gasedi gaybettik ayrı konu. Tabi düğüne gelen var, gelmeyen var. Bazılarını çağırdık gelmediler, bazılarını çağırmadık geldiler, bazılarını çağırdık gelmediler ama bir şeyler gönderdiler. O işi de hanım bilir, geleni gideni bilgisayar gibi gafasına gaydeder. Efendim, eğer oğlanın sünnetinden borcum var ise defteri açar bakar ne dakılmışsa aynen dakarım, bir guruş geçirtmem. Yook, oğlandan borç yoksa, çocuklara yatırım olur, diye düşünürüm. Düğüne eğer gap gacak götürüyorsam gutunun iki yerine adımı soyadımı yazdırırım. Ne olur ne olmaz diye başına mesleğimi yazdırırım “kaynakçı”. Yine içim rahat etmez, olur ya benimle aynı isimden aynı meslekde insan çıkar. O yüzden memleketimi de yazdırırım. Garışmasın. Para dakacaksam, zarfın iki yerine adımı soyadımı mesleğimi memleketimi yazdırırım. Yamuk yumuk gördüğüm insanlara 5’er 10’ar dolar mark dolar daktım. Neme lazım paranın değeri düşüyor, adam tutar 10 sene önce daktığım parayı alır gelir.
Sen gel bu kadar titiz davran ama götürdüğün geri gelmesin. Olacak iş değil, böyle bir şey ne duydum ne gördüm. Ben sana bir şey daktıysam al bu senin olsun demek midir? Sana bir şey dakdıysak al bu altını, parayı, her neyse artık, sakla, ben düğün ederken al gel demektir. Ama işte devir bozuk. İnsanlar gözünün içine baka baka malını alıp gidiyor.
Ben düğünde gameracı çocuğa sıkı sıkı tembih ettim, “Aman oğlum oynayanları falan boş ver dakı merasimini, bir de gelen gideni iyi çek.” dedim. Ufak gızın eline defteri verip gelinle damadın yanına diktim, dakılanı not etsin diye. Hemşire gıza da “Aman gızım garambole gelmesin herkese teker teker daktır.” dedim. Bizim hanımı da girişe diktim ki hem geleni gideni hafızaya alsın hem de millet dakı dakmadan çıkamasın. Kendim de tetikteyim, pantulun ceplerini düğünden önce büyülttürdüm. Biraderin arabanın bagajı geniş, onu da dışarı çektik gabı gacağı arkasına dolduracaz.
Veli Emmi’me, ufak oğlunu everirken ırahmetli bubam 20 gramlı bir bilezik dakmış, anam söylerdi. Şimdi anam, babam öldü, e bilezik de mi ölecek? Bu bileziğin benim oğlana dakılması icap eder. Ama nerdee? Getire getire bir çeyrek altın getirmiş. Onun oğlu vardır Hayri. Fi tarihinde Hayri’nin oğlanın sünnetinde yarım altın daktık. Yarım altın o zaman 32 milyon. Ulan adam getirip benim cebime 30 lira soksun bir de yanıma sokulup “Helal et” desin. Fark etmedim. 10’luk benim gözüme 200’lük gibi geldi. Kafamdan bir hesap ettim. Herhalde 600 sokdu dedim. Görsem gafasını çorba tasına sokardım onun.
Ayşe Hala’m var, ondan bir yarım altın gelmesi gerekirdi, 10 lira para getirmiş. Tabi evlenecek çoru çocuğu galmadı. Bizim altının üstüne yatmış. Benim elime verseydi ben derdim ona “Yaşlı başlı gadın utanmaz mısın sen!” diye. Ben hanıma vermişlerdir diye düşündüm, hanım da bana vermişlerdir diye düşünmüş.
Bizim Cemal vardı. Ailecek görüşürüz. En güvendiğim adamdı. Bunca senelik arkadaşım. Oğlu evlenirken 23 gramlı bir bilezik taktık. Getire getire 18 gramlı bir bilezik getirsin olacak iş değil. Bir de ayarı düşük.
Bizim Gara Mehmet’e ne demeli? Mehmet zaten biraz gaypaktır. O zamanlar mark tedavülde. Ne olur ne olmaz, bu adam paranın üstüne yatar dedim. O zamanın parasıyla 15 mark daktım. O zamanlar mark 600.000 lira. Türk parasıyla 9 milyondu. Yanıma geldi. Parayı cebime soktu, “1 lira var mı?” dedi. Çıkardım verdim. Ne bilirim ben, meğer 10 sene öncesinin kurundan hesaplamış, cebime 10 lira sokmuş.
Gap gaçak işini hiç sorma! Tepsi götürdüğümüz yerden tabağı, tabak götürdüğümüz yerden kâseyi zor aldık. Velhasılı bir düğün ettik burnumuzdan geldi.


Yorumlar - Yorum Yaz