BAHŞİŞ

Hasta elinde bir demet çiçek, bir kutu çikolata ve bir hediye paketiyle doktorun odasına daldı. Elindekileri doktorun kucağına bıraktı. Doktor ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Hasta sürekli gözlerini kırpıyor, ara sıra dudağının sol tarafını oynatıyor, bir taraftan da eliyle cebini karıştırıyordu. Sağına soluna bakındıktan sonra:
-“Nerde nerde hani nerde?” diye heyecanla sordu. Doktor, hastanın hareketlerine anlam veremiyordu. Şaşkın şaşkın:
-“Ne nerde?” dedi. Hasta:
-“Bahşiş kutusu, tip box da olur.” dedi. Doktor hastanın söylediğinden bir şey anlamadı:
-“Anlamadım, bahşiş kutusunu ne yapacaksın?” dedi. Hasta karıştırıp durduğu cebinden 20 lira çıkarıp:
-“Bahşiş vereceğim.” dedi. Doktor:
-“Burada bahşiş kutusu yok.” deyince, hasta bir anda masasının üzerine çıkıp doktorun üzerine atıldı. Parayı doktorun cebine sokmaya çalıştı, doktorsa parayı almamak için direniyordu. Doktor hastayla başa çıkamayınca, pes etti. Doktorun yaka cebine parayı sokan hasta kan ter içinde kalmıştı, sandalyeye çöktü, derin bir oh çekti:
-“Şimdi rahatladım.” Doktor yakasını topladı, kravatını düzeltti. Hasta birden doktora doğru dönüp
-“Bu arada hediye paketinin içerisinde değişim kartı var. Beden denk gelmezse değiştirirsiniz.” dedi.
Doktor, kızgınlığını belli etmemeye çalışarak sordu:
-“Tamam, tamam. Anlat bakalım şikâyetin nedir?”
-“Anlatayım doktor bey.”
-“Ben bahşişinizi vermiş miydim?”
-“Verdin kardeşim, verdin.”
-“Oh iyi unuturum munuturum...”
-“Anlat!”
-“En başından mı anlatayım, ortasından mı, yoksa sonundan mı?”
-“En başından başla kardeşim en başından!” Hasta hızlı hızlı anlatmaya başladı.
-“Efendim, her şey eşimle tanıştıktan sonra başladı. İlk defa yemeğe çıkacaktık. Lüks bir yerden rezervasyon yaptırdım. Güzel bir çiçek aldım, buluşmaya gittim. Her şey gayet iyiydi. Birbirimizden etkilenmiştik. Müstakbel eşim gitme vaktinin geldiğini söyledi. Ben garsondan hesabı istedim. Garson, benim önüme küçük bir kutu getirdi. Kutunun içerisindeki adisyonu görünce ağzım açık kaldı. Yediğimiz birkaç parça şey 120 lira tutmuş. Ben hava olsun diye kutunun içine 200 lira koydum. Kutu demişken ben sizin çikolatayı vermiş miydim?
-“Verdin kardeşim verdin. Bak burada.”
-“Aman o çok önemli, unuttum diye korktum bir an. Ne diyordum ben?”
-“Garsonun getirdiği kutuya 200 TL koymuştun.”
-“Evet evet, garson kutuyu alıp gitti. Bir süre sonra geri getirdi. Kutunun içerisinde para üstü ve fiş vardı. Garson kutuyu önüme bıraktı ama baş ucumdan ayrılmadı. Ben para üstünü almak için elimi kutuya attım. Müstakbel eşim, “Aa para üstünü bahşiş olarak bırakmayacak mısın? Ne kadar ayıp!” dedi. Ben o anda heyecandan “Bozukları alıp bütün para koyacaktım.” dedim. Para üstünü alamadığım gibi cebimden 100 lira daha çıkarıp kutunun içerisine bıraktım. Garson sevinçten dört köşe oldu. Bizi uğurlarken neredeyse eğilmekten yere kapaklanacaktı: “Yine bekleriz efendim.” diyordu sürekli. İçimden “Çok beklersin.” dedim. O gün öyle geldi geçti.
Bir hafta sora tekrar buluştuk. Buluşmadan önce yine bir çiçek yaptırdım. Geçen haftaki gibi bir hata yapmak istemiyordum. Saatlerce o park senin, bu park benim dolandık durduk. En sonunda müstakbel
eşim: “Ben çok yoruldum, bir yerlere oturup bir şeyler içsek...” dedi. Oturacak bir yer ararken camında “Kahve bizden, fal sizden” yazan bir kafe gördüm. Kedi olalı bir fare tutmuştum. Beleş kahve içmek için
sevgilimi buraya oturttum. Kahve geldi, içtik. Bir falcı kadın masaları dolaşıyordu. Kahvelerimiz bitince bizim de yanımıza geldi. Fincanın sağına soluna baktı:
-“Abe güzel kızım senin için kabarmış, üç vakte kadar bir aber alacaksın be ya.” dedi. Sevgilim hemen atladı:
-“Ne haberi abla?” Falcı:
-“Üç gün mü desem, üç afta mı desem, üç ay mı desem bilmem artıkın?” dedi. Sevgilim iyice meraklandı.
--“Ne görüyorsun abla söylesene?” dedi. Falcı bana dönüp:
-“Atasın bir sipali şugar çucuk.” dedi. Cebimden birkaç madeni para çıkarıp uzattım. Falcı:
-“Abe küpek bunu dilenciler bilem almaz. O parayı ben sana vereyim de sen bak benim falcazıma.” deyip paraları bana attı. İster istemez 20 lira çıkarıp verdim. Falcı bu defa:
-“Abe bak şurada ne var?” dedi. Sevgilim sanki fincanın içine düşecek. Kadın fincanın içini bana da gösterdi. Ben telveden başka bir şey göremedim. Sevgilim:
-“Ne gördün abla, çok merak ettim?” dedi. Kadın:
-“Süylerim süylerim ama atasın bir sipali daha kibar baro.” dedi. Bir 20’lik daha çıkardım. Kadın böyle diye diye beni soyup soğana çevirdi. iki fincan beleş kahveye elli fincan kahve parası ödemiş oldum. O gün de geldi geçti. Yav laf arasında sormayı unuttum. Ben size gömlek almıştım. Hediye paketi yaptırmıştım hatta. Onu size verdim mi?”
-“Verdin verdin. Devam et sen.”
-“Değiştirme kartı içerisinde. Büyük gelir küçük gelir kusura bakmayın.”
-“Tamam tamam.”
-“Nerde kalmıştık?”
-“Kahve içtiniz.”
-“İçtik. Her buluşmada bir şeyler içtik. Kahve içtik, çay içtik, çorba içtik. Her içtiğimiz şeye, her yediğimiz şeye bahşiş verdik. Her buluşmada çiçek. Doğum gününde altın, özel günlerde gümüş, güzel günlerde bronz, diğer günlerde bakır. Ben baktım olmuyor, bir an önce evleneyim bu kızla dedim. Evlenme teklifi için bir mekân ayarladım. Elemanlara bolca bahşiş verdim. Ben işaret verince ışıkları söndürdüler.
Diz çöküp tektaşı çıkardım. Işıklar yandı. Garsonların ellerinde “Benimle evlenir misin?” yazısı… Bir taraftan müzik, bir taraftan konfetiler, maytaplar... Kız boynuma sarıldı, teklifimi kabul etti. Sıra geldi istemeye. İsteme demişken ben sizin bahşişi verdim değil mi?”
-“Verdin verdin.”
-“Vermediysem isteyin. Ben alışığım veririm. Ne diyordum ben yine unuttum?”
-“Kızı istemeye gidiyordunuz.”
-“Gidelim hemen gidelim. Ama önce çiçek, çikolata almak lazım. Çiçekçi ve çikolatacıyla ahbap olduk zaten. Bir telefonla siparişimi hazırlarlar. Kızın evine gittik geldik, gittik geldik, gittik geldik. Sonunda ‘verdik gitti’ dediler.”
-“Bitti mi?”
-“Biter mi? Yeni başladı. Yemeğe çağırdılar, anneye bluz, babaya gömlek, kız kardeşe ayakkabı, oğlan kardeşe pantolon, kıza elbise... Çiçek, çikolatayı sayma. Düğün gününü kararlaştırmaya gittik, yine aynı.
Araya bayram girdi, yedi sülaleye hediyeler... Nihayet düğün günü geldi çattı. Ben bir şey soracaktım size?”
-“Çiçeğini, çikolatanı, hediyeni verdin kardeşim.”
-“Bahşiş?”
-“Bahşişi de verdin.”
-“Nerde kaldık?”
-“Düğündeyiz.”
-“Düğün günü gelini, gelinin eniğini, cücüğünü, dıdısının dıdısını, falancasını, filancasını, bizim tarafta teyze, hala, yenge, görümce, elti, kuzen, yeğen kim varsa kuaföre götürdük. Onları kuaföre bıraktıktan sonra biz de amcaoğulları, teyzeoğulları, dayıoğulları, halaoğulları, seferoğulları, tellioğulları, dulkadiroğulları, candaroğulları, pancaroğulları, hısım akraba çocukları, komşu çocukları, onun bunun
çocukları artık kim varsa erkek kuaförüne gittik. Normalde çıkacak hesabın on beş katı hesap çıktı. Çıktığı bir şey değil, berber beni tıraş edeceği sırada, “Makas kesmiyor.” dedi. Hayda! Ne yapacağız? Hemen elimi cebime atıp bir 50’lik çıkardım. Saç tıraşı bitti, bu defa da ustura kesmez. Bir 50’lik de usturaya. 10’ar lira çıraklara, 20’şer lira kalfalara, 50 lira ustaya, 100 lira berberler odasına… Ver Allah’ım ver! Ver Allah’ım ver!
-“Bağırma kardeşim, bağırma! Sakin sakin anlat.”
-“Tamam tamam. Tıraş olduktan sonra bayan kuaförüne koştum. Gelini vermiyor kuafördekiler. “Ne yapacağız?” dedim. “Bahşiş” dediler. Oradakilere de verdik. Elimi cebime işte böyle sokup sokup çıkarıyorum. Elim yoruldu, kuafördekiler bitmedi. O gün bugündür böyle cebimi karıştırır dururum. Neyse sonunda gelini aldım. Doğruca babasının evine bıraktım. Bizim eve geldim. Amcaoğlu arabayı süsletmiş.
Ben arabanın arkasına bindim. Konvoyla yola çıktık. Kız evine vardık. Gelinin dayısının oğulları kapıya
dikilmiş, açmıyorlar. 20 verdim kabul etmediler, 30, 40, 50 derken, 100 liraya zor razı oldular. Binadan
içeri girdim daire kapısında gelinin halaoğulları… Onlara da 100’er lira verdim. İçeri girdim. Gelini aldım, çıkarken baktım benim ayakkabılar yok. Gelinin amcaoğulları ayakkabıyı çalmışlar. Bulup geldiler. 200 lira da onlara verdim. Binadan çıkarken yine yolumuzu kesenler oldu. Onlara da bahşiş verdim.
Elimi aynen böyle cebime sokup sokup çıkarıyorum. Güç bela arabaya bindik. Yolda çor çocuk iki adıma bir önümüzü kesti, zarf vererek ilerledik. Düğün salonuna vardık. Bu defa da gelin arabasını süren bizim amcaoğlu kapıları kilitledi bizi arabadan çıkarmadı. Ona da 200 lira bahşiş verdim. Önce dans arkasından oyna babam oyna. Davulcu dibime dibime gelip davulu delecek gibi vuruyor. Amcaoğlu yanıma gelip affedersiniz “Hiç mi eşekte taşak görmedin amcaoğlu? Bahşiş versene.” dedi. Hemen elimi cebime atıp davulcunun bahşişini verdim. Verdim vermesine ama davulcu beş dakikaya bir yanıma gelip vuruyor davula. Ver Allah’ım ver, ver Allah’ım ver!
-“Bağırma yahu bağırma!”
-“Pardon, pardon. Pasta kesilinceye kadar verdim de verdim. Pasta geldi. Bu defa pastacı bıçağı vermedi. Neymiş? Pastanın her katına para konulacakmış. Pastaya da bahşişini verdim. Pastadan sonra takı merasimine geçildi. Ama bir terslik vardı. İlk defa ben millete değil millet bana bahşiş veriyordu. Takı takmaya gelenlere “Yok vallahi olmaz, ben size takacağım.” dedim. “Sen de bize takarsın, bu işler sırayla” dediler. Düğün bitti. Doğruca balayı için ayarladığımız otele gittik.
Bir görevli valizlerimizi odaya çıkardı. Çıkardı ama bir türlü gitmedi. O bana bakıyor ben ona. Sevgili
karım:
-“Kocacım bahşiş versene adama, bekliyor.” dedi. Elimi cebime atıp ona da bahşişini verdim. Günün son bahşişini yüz görümlüğü adı altında hanıma verdik.
O günden sonra sürekli bahşiş veresim gelmeye başladı. Bakkala, manava, otobüse, dolmuşa… Bahşiş vermediğim günler gözüme uyku girmez oldu. Verdikçe veresim geliyordu, verdikçe veresim geliyordu.
Bir gün eve geldim ki sürpriz: karım hamile. Hemen elimi cebime atıp ona da bahşişini uzattım. “Beni bununla mı kandıracaksın.” dedi. 100 lirayı yırtıp attı, bana da küstü. Ertesi gün bir takı seti alıp geldim.
“Teşekkür ederim kocacım.” diye boynuma sarıldı, barıştık. Karım hamilelikte, kaprisli mızmız bir şey oldu çıktı. Hiçbir şeyi beğenmiyor. İkiye bir canı bir şeyler çekiyor. “Yok, sen eskiden çiçek alırdın, hediye alırdın.” diyor. Aldım doktor bey, ne bulduysam aldım. Size de aldım. Aldım ama verdim mi?”
-“Verdin kardeşim.”
-“Emin misiniz? Aman bir yanlışlık olmasın?”
-“Eminim lan eminim!”
-“Çiçek?”
-“Verdin, işte bak burada duruyor.”
-“O zaman çikolatayı vermedim.”
-“Onu da verdin, işte o da burada.”
-“Hah bak şimdi hatırladım! Gömlek almıştım gömlek. Onu vermeyi unuttum.”
-“Onu da verdin.”
-“Değiştirme…”
-“Değiştirme kartı içinde. Bedeni uymazsa değiştiririm. Sen devam et. Eşin hamileydi.”
-“Evet hamiyleydi, doğurdu. Normal doğum bu arada. Önce eşim geldi. Sonra elinde bebekle hemşire. Kayınvalide de oradaydı. Hemşire çocuğu bıraktıktan sonra kayınvalide bana kaş göz işareti yapmaya
başladı. Hemşireye de bahşiş verilecekmiş. Verdim. Şu çocuğu bir kucağıma alayım, dedim. Çocuk ağlamaya başladı. Hemen anladım, bahşiş istiyor. Elimi cebime attım, çocuğa para uzattım. Susmuyor. Parayı az buldu galiba dedim, tekrar elimi cebime attım. Yine ağlıyor, tekrar elimi cebime attım. 50, 100, 150, 200. Al şunu deyip parayı çocuğa vermeye çalıştım. Kayınvalide:
-“Napıyorsun damat ver şunu?” deyip çocuğu elimden aldı.
-“Yok illa bahşiş vereceğim.” dedim.
-“Tamam ver bana, ben büyünce torunuma veririm.” dedi. Paraları aldı. Beni zorla dışarı çıkardılar. “Sen iyi değilsin, git bir doktora görün hazır hastaneye gelmişken.” dediler. Onların haberi yok, direk buraya geldim sanıyorlar, ben önce çiçek, çikolata, hediye aldım ondan sonra buraya geldim. Geldim demişken ben size bahşişinizi vermiş miydim?”
-“Verdin dedim ya lan verdiiiinn!”
-“Bir daha vereyim ne olacak ben alışkınım.” Hasta cebini karıştırmaya başladı. Doktor, yerinden fırladığı gibi hastayı sanldayeden kaldırdı, kapıya doğru ittirmeye başladı.
-“30 yıllık hekimim böyle hasta görmedim. Def ol şuradan def ol. Beni de hasta edeceksin def ool!”
Hasta kapıdan çıkarken:
-“Çok teessüf ederim, böyle olmaz ki! Size derdimi anlatmaya geldim, insan hiç olmazsa şuraya bir bahşiş kutusu koyar. Çok ayıp çok.” dedi. Doktor kapıyı hastanın yüzüne kapattı.


Yorumlar - Yorum Yaz