NE UMDUK NE BULDUK

Yıllarca gönlüme göre bir kız aradım. Önüme kimler kimler çıktı hiçbirine dönüp bakmadım. Sonunda aradığımı bir banka şubesinde buldum. Fatura ödemek için bankoya yanaştığımda bir an başımı sola doğru çevirdim. Yan taraftaki bankoda çalışıyordu. Onu görür görmez: “İşte evleneceğim kişi bu.” dedim. O yemyeşil gözler, o kaşlar, dalga dalga saçlar, ipek gibi ışıldayan ten, dudaklar, yanaklar, o endam… Hayallerimdekinden de güzeldi. Aradığımı bulmuştum bulmasına ama bakalım evli miydi, bekâr mıydı, nişanlısı, sözlüsü var mıydı? Kimin nesi, kimin fesiydi? Aklımda sorular dönüp dururken karşımdaki bankacının sesiyle irkildim:
-“Beyefendi sizin ne vardı? Beyefendi size söylüyorum!”
-“Benim mi?”
-“Evet, beyefendi buyurun.” Ben ne için gelmiştim, bankaya? Aklım başımdan, gitti, para mı çekecektim, para mı yatıracaktım, fatura mı ödeyecektim, bir arkadaşa mı bakıp çıkacaktım? Unuttum. Adımı sorsalar acaba “Emre” diyebilir miydim? Elimde sıra numarası ile bankadan çıktım, sokak sokak dolandım, durdum. Bir şadırvanda yüzümü gözümü yıkayıp “Oğlum Emre bu kızı sakın kaçırma.” dedim kendi kendime. Bankada her gün olmasa da gün aşırı işim oluyordu. Kızı şimdiye kadar hiç görmediğime göre yeni gelmiş olmalıydı. Banka müdürüyle diyalogum vardı. Hemen ertesi gün müdürün kapısını çaldım. Onun da çok fazla bir bilgisi yoktu. Başka bir şubeden buraya tayin olmuş. İsmi, Merve’ymiş. Personel dosyasına baktırdı, evli değilmiş. Doğum yerini, doğum tarihini öğrendim. Benimle hemen hemen aynı yaşta ama yaşını hiç göstermiyor, 18-19 hadi bilemedin 20.
Müdüre teşekkür edip oradan ayrıldım. Ertesi gün güzelce giyindim, saçlarımı yaptırdım. Bankaya gidip numaratörden 3-5 tane sıra aldım. Merve 2 numaralı bankoda çalışıyordu. Elimdeki sıra numaraları birer birer yandı, ben yerimden kalkmadım. Sonunda ekranda benim numaralardan birisi, karşısında da 2 numara yandı. Hemen yerimden fırladım. Kızı görünce “Aman Allah’ım ne kadar güzel.” dedim. Dedim ama içimden. Çünkü elim ayağıma dolaştı, üç heceyi bir araya getirip kıza bir “merhaba” bile diyemedim. Elimdeki faturayı ve parayı uzattım, tek kelime konuşamadan işlemi tamamladı. En son makbuzu verirken göz göze geldik. Düşüp bayılacak gibi oldum. Dışarı çıkınca kızla konuşmadığım için kendime kızdım. Ertesi gün bankaya tekrar gidip yine Merve’de işlem yaptırdım. Bu defa konuşabilmiştim. Daha önce ayna karşısında sözleri ezberlediğim için fazla zorlanmadım:
-“Merhaba ben Emre, buraya yeni geldiniz galiba.” Merve billur gibi sesiyle karşılık verdi:
-“Evet efendim.” Ben bütün cesaretimi toplayıp:
-“Tahmin etmiştim. Daha önce burada olsaydınız bu güzelliği mutlaka fark ederdim.” dedim. Gülümsedi. Merve bana gülümsedi, dünyalar benim oldu. Koşarak değil, uçarak çıktım şubeden. O günden sonra işi gücü boşlayıp bankaya mesai yapmaya başladım. Her gün güzelce giyinip soluğu bankada alıyordum. Numaratörden 8-10 tane sıra alıp bekliyordum. Elimdeki numaralardan mutlaka birisi Merve’ye denk geliyordu. Ben her seferinde:
-“Merve Hanım bu kadar mı tesadüf olur? Her gün size denk geliyorum.” diyordum. Merve de:
-“Ay valla öyle Emre Bey.” diyordu. Ufak tefek esprilerle samimiyet kurmaya çalışıyordum. O sıralar bir arsa satışımız oldu. Kendimce bir plan yaptım. Parayı her gün parça parça bankaya yatırmaya başladım. Birkaç gün sonra:
-“Merve Hanımcım bu kadar tesadüf olur. Bugün de size denk geldim. İnanın sizde işlem yaptırmak bana çok uğurlu geliyor.” dedim. Merve:
-“Ay valla öyle Emre Bey. Sevindim sizin adınıza.” dedi. Ben:
-“Kabul ederseniz yarın öğle yemeğini birlikte yiyelim. Hem size teşekkür etmiş olurum.” dedim. Merve:
-“Emre Bey teşekkür edecek ne var ki, para sizin paranız.” dedi.
-“Ay vallahi darılırım, bana uğur getirdiniz.” dedim.
-“Bilmem ki.” dedi.
-“Öğle tatilinde kapıda bekliyorum.” dedim.
-“E peki madem.” dedi. Sabaha kadar gözüme uyku girmedi. Ertesi gün saat 11:00’de elimde çiçekle kapıya dikildim. Merve çıkınca çiçeği ona verdim. Az ilerdeki restorana gittik. Birbirimizin numarasını aldık. Akşam ben onu aradım, ertesi gün o beni derken sonrası çorap söküğü gibi geldi. Hayallerimdeki kızla sevgili olmuştuk bile. Ben yıllardır evlenmeyi beklediğim için bu işi uzatmak istemiyordum. Çok iyi bir organizasyon yaptım. İş çıkışı onu eve bırakırken önceden ayarladığım adamlar uçan balonlara asılı “Benimle evlenir misin?” yazısını bıraktılar. Sağa sola gizlenmiş olan müzisyenler bir dans müziği çalmaya başladı. Konfetiler patladı, maytaplar yandı. Ben yere diz çöküp evlilik yüzüğünü uzattım. Merve, elini yüzüne kapattı:
-“İnanmıyoruumm!” dedi.
-“Benimle evlenir misin?” dedim. Boynuma sarıldı. Merve benim teklifimi kabul etmişti, etmesine ama iş Merve’yle bitmiyordu. Onu ailesinden istemek gerekiyordu. Bizimkiler zaten dünden hazırdı. Anne, baba, amca, dayı hemen yola çıktık. Söz, nişan, düğün, birkaç ayın içerisinde her şeyi halletmek istiyorduk. Merve’nin ailesi aşırı derecede gelenekçi çıktı. Her şeyin bir kuralı var, akrabalık ilişkileri sanki askeriye gibi çok sıkı bir hiyerarşiye bağlı. Küçükler, büyüklerin yanında konuşmuyor. Babayla ancak Merve’nin büyük abisi konuşabiliyor. Bir şey söyleneceği zaman herkes bir üstüne söylüyor. Hiyerarşide Merve’den birkaç yaş büyük abi benim üstüm. Merve’nin büyük abisi ne benimle ne de babamla muhatap oluyor. Çünkü rütbesi benden yüksek, babamdan düşük. O, babama iletilecek bir konu oldu mu rütbece kendine denk olan amcamla konuşuyor. Oturulacak yerlerden, çay tepsisinde şekerliğin konulacağı yere kadar örfleri, âdetleri var. Annesi:
-“İlk istemede kız mı verilirmiş!” dedi. Aylarca gittik geldik. “Ona soracağız, buna soracağız.” dediler, sonunda verdiler. “Hemen nişanı takalım arkasından düğün edelim.” dedik. Kızın babası:
-“Yangından mal mı kaçırıyoruz? Durun bakalım.” dedi. Durduk. Durduk dediysem boş durmuyoruz. Yerine getirilmesi gereken bir sürü örf, âdet varmış onları yapıyoruz. Kaç defa burama kadar geldi:
-“Merve artık yeter, bırakalım şu gereksiz âdetleri.” dedim. Merve:
-“Aşkım sık dişini. Ben de biliyorum çoğu gereksiz ama ailem ilk defa kız everiyor. Onların da gönlü olsun.” dedi. Dişlerimi sıktım, mücadeleye devam ettim. Nihayet nişanı taktık. Ertesi hafta düğün gününü konuşmaya gittik. Kızın anası:
-“Ele güne ne deriz? Laf söz çıkar, kızın karnı şişmiş, o yüzden apar topar düğün ediyor, derler. Bu düğün bu sene olmaz.” dedi. Tatsızlık çıkmasın diye ne derlerse “peki” dedik. Aylar geçti, bizim düğün günü geldi, çattı. Âdetleri bir bir aşarak ilerledik. Kendimi engelli koşuda gibi hissediyordum. Yorulup bitap düştüğüm anlarda Merve’nin yemyeşil gözlerine bakıyor, “Sen her şeye değersin.” diyordum. Kendi arabamı gelin arabası yaptım, arka camına da bu sözü yazdırdım. Konvoyla kız evinin kapısına geldik. Davul, zurna eşliğinde oynamaya başladık. Bir ara kızın akrabalarından birisinin Merve’nin küçük abisini, yani benim üstümü el işaretiyle arkaya doğru çağırdığını gördüm. Küçük abi, büyük abiyi el işaretiyle çağırdı. Büyük abi, babasının yanına gidip kulağına bir şeyler söyledi. Baba, homurdanarak gelin arabasının arkasına doğru geçti. Arabayı işaret edip büyük abinin kulağına bir şeyler söyledi. Büyük abi kendi rütbesinde olan amcamı arabanın arkasına götürdü. Arabayı gösterip hararetli hararetli bir şeyler anlatıyordu. Amcamla göz göze geldik. Babamı işaret etti. Sırtı dönük olan babamı dürttüm. Babam döndü. Amcam babama “gel” diye işaret etti. Kız eviyle bizimkiler gelin arabasının arkasında tartışmaya başladılar. En sonunda babam arabanın arkasındaki “Sen her şeye değersin.” yazısını söküp attı. Kız tarafını kalabalığa doğru iteledi. Bir ara amcam yanıma geldi:
-“Hayırdır amca.” dedim. Kız evi, arabanın arkasındaki yazıyı sorun etmiş. O yazıdan kızı verirken başlık parası istediler, manası çıkıyormuş.
-“Sen sıkma canını hallettik. Oynamaya devam devam…” dedi. Biraz oynadıktan sonra benim babamla, Merve’nin babası ve büyük abisi içeri girdi. Bir süre sonra Merve, bir kolunda babam, bir kolunda kendi babası dışarı çıktı. Büyük abi, balkondan çerez serpti. Gelin kapıdan çıkınca kapıya tekme attı, bir de tükürdü. Kayınvalide arkadan geldi, kızın eline hamur, süpürge ve oklava verdi. Ivır zıvır bir sürü ritüelden sonra Merve’yi gelin arabasının etrafında üç defa döndüler. Birisi amin dedi, dua edildi. Kız sonunda arabaya bindi. Bu sırada büyük abinin hanımı bir testi kırdı, biri ayna tuttu, bir başkası su döktü. Kızı aldık, düğün salonuna geçtik. Nikâh ve eğlenceden sonra birlikte yaşayacağımız eve geldik. Tabii sağdıçlarla birlikte. Gelinin yanında “yenge” dedikleri birisi var. Benim yanımda da mutlaka sağdıç olması gerekiyormuş. Bizim kuzenlerden Serhat’ı sağdıç yaptık. Eve geldikten sonra Serhat bize mutluluklar dileyip gitti. Yalnız yenge bizim yanımızdan ayrılmadı. Ben:
-“Yenge geç oldu. Haydi, seni evine bırakalım. Bizim de malum, işimiz gücümüz var.” dedim. Yenge
bana ters ters bakıp:
-“Tövbe tövbe.” dedi. Merve gülümsedi:
-“Kız evinden gelin ardı gelecek daha.” dedi.
-“O da ne Merve?” dedim.
-“Yiyecek, içecek getirecekler bize.” dedi.
-“Ben aç değilim, zahmet etmesinler. Acıkırsak pizza, hamburger söyleriz.” dedim. Yenge yine:
-“Tövbe, tövbe.” dedi. Sonra da: “Merve kızım işin var bu adamla, hiç örf, âdet bilmiyor.” dedi. O sırada zil çaldı. Birkaç kişi elinde baklava, börek, tavuk, pilav çıktı, geldi. Yiyecekleri elimize tutuşturdular. Tekbir getirerek bizi yatak odasına soktular. Nihayet güzeller güzeli karım Merve’yle baş başa kalmıştım. İki rekât namaz kılıp karıma yüz görümlüğü taktım. Sonra âdet yerini bulsun diyerek ışıkları söndürüp muradımıza erdik. Merve kıpırdanmaya başladı, ayağa kalkıp altımızdaki çarşafı çekiştiriyordu:
-“Ne yapıyorsun?” dedim.
-“Kalk bir dakika. Çarşafı yengeye vermem lazım.” dedi.
-“Ne çarşafı, ne yengesi?” dedim. Merve:
-“Âdet kocacığım âdet. Haydi, kalk.” dedi. Kalktım. Merve çarşafı çıkardı. Kapıyı açıp dışarıya uzattı. Meğer yenge kapıda bizim başımızı beklermiş. Ağzım bir karış açık:
-“Bu kadın her şeyi duydu mu şimdi?” dedim. Merve yeni bir çarşaf sererken:
-“Âdet işte ne yapayım kocacığım?” dedi.
-“Ne yapacak ki kirli çarşafı?” dedim.
-“Anneme götürüp bahşiş alacak, âdettir.” dedi.
-“Merve çıldıracağım n’olur bana artık âdet deme. Evlendik. Karı, koca olduk. Yeter artık.” dedim. Merve:
-“Bir şey kalmadı zaten Emreceğim. Yarın da gerdek ertesi yaptık mı bitiyor.” dedi.
-“O da neymiş?” dedim.
-“Senlik bir şey yok. Kadınlar arasında.” dedi. Bu arada Merve yatağa uzanmıştı, ben ayaktaydım:
-“Aman beni karıştırma ne yaparsanız yapın.” dedim. Gülerek:
-“Gel buraya.” dedi, beni yatağa çekti. Sarılıp uyuduk. Sabah uyandığımda Merve yatakta yoktu. Gözlerimi kapatıp yatak keyfi yaptım. Sonunda hayallerimdeki kızla evlenmiştim. Dünyada benden mutlusu olamazdı. Kapı açıldı. Merve:
-“Kocacığım kahvaltı hazır.” dedi. Ben yatakta gerindim:
-“Bırak şimdi kahvaltıyı gel bakayım buraya.” dedim. Usulca koynuma sokuldu. Sarıldım, kokladım. Gözlerimi hafifçe araladım. O da ne! Kucağımda başka bir kadın. Yataktan sıçrayıp ayağa kalktım. Her
tarafım meydandaydı. Çarşafı asıldım, yataktaki kadın yuvarlanıp düştü. Çarşafı belime doladıktan sonra:
-“Nasıl âdet lan bu diye bağırdım!” Sonra da evin içinde “Merveee Mervee!” diye bağırarak dört döndüm.
-“Bu muydu gerdek ertesi dediğin? Hani kadınlar arasındaydı. Mervee!” Merve’yi bulamadım. Yatak odasına gerip dönüp şaşkın şaşkın bakınan kadına çıkıştım:
-“Kaç yaşında kadınsın utanmıyor musun koynuma girmeye?” dedim. Kadın:
-“Emre kendine gel!” dedi. Bu ses Merve’nin sesi:
-“Merve nerede teyze?” dedim. Karşımdaki kadın:
-“Emre delirdin mi Merve benim!” dedi. Kendime sağlamından iki tokat çektim. Karşımdaki kadının Merve’ye benzer tarafı yoktu. Merve’nin pürüzsüz yanaklarına karşılık, karşımdakinin yanakları pütür pütürdü. Gözlerinin altı kırış kırış, dudakları solgun, gözleri fersizdi. Kirpikleri nerdeyse yoktu, kaşları da öyle. Basbayağı çirkindi bu kadın.
-“Olamaz sen Merve olamazsın! Merve’nin gözleri yeşildi. Kirpikleri ok, dudakları goncaydı.” diye bağırdım. Karşımdaki kadın:
-“Lens kullanıyorum Emre, ne var bunda! Sadece makyajımı temizledim. Abartma bu kadar.” dedi.
-“Hayırr!” diye bağırarak odadan çıktım. Üzerimi bile giyinmeden arabamın anahtarını kaptığım gibi dışarı fırladım. Arabanın üzerinde süsler duruyordu. Bastım gaza, çocukluk arkadaşım avukat Rıfat’ın bürosuna vardım. Beni çarşafa sarılı halde görenler ne düşündü bilmiyorum. Asansörde karşılaştığımız
insanlar sırtını dönüp görmemezlikten geldiler. Büroda sekreter Ahu vardı. Beni görünce çok şaşırdı. Rıfat daha gelmemiş. Gelmez elbette dün düğünde en çok o oynadı, uyuyakalması normal. Sekretere:
-“Ahu, Rıfat’ı ara hemen gelsin.” dedim. Ben onun odasına geçip beklemeye başladım. Rıfat yarım saat sonra telaşla geldi. Beni çarşafa sarılı halde görünce kahkahayı bastı:
-“Oğlum bu ne hal böyle?” dedi.
-“Sorma birader başıma geleni.” dedim. Karşıma oturup:
-“Sırt sırta mı yattınız lan yoksa doğru söyle?” dedi.
-“Dalga geçme oğlum ya!” dedim. Olanı biteni anlattım. Hemen boşanma davası açmasını istedim. Rıfat bir taraftan gülüyor, bir taraftan da aklı sıra bana nasihat veriyordu:
-“Oğlum makyaj yapmayan kadın mı var? Nikâhta keramet vardır. Önemli olan iç güzelliği.”
-“Rıfat kapa çeneni. Resmen kandırıldım. Hatta dolandırıldım. Dilekçeye bunları da yaz. Bir daha da
kimse bana evlilikten bahsetmesin.


Yorumlar - Yorum Yaz