OMURGASIZ HAYVANLARA, "YUMUŞAKÇALAR"A DAİR

Söyleseler inanmazdım. Billahi inanmazdım. Bu kadar “zararsız” görünen canlıların bir o kadar da cüretkâr olabileceğini söyleseler inanmazdım. Hayvanlar dünyasının esrarengiz olduğunu bilirdim oysa. En eski çağlardan beri onlar üzerinden mesajlar vermek hem Garb’ın hem de Şark’ın itibar ettiği bir yöntemdi ayrıca. Yanılmıyorsam 2002’de bir dergide “Pireyi Nallamak” namıyla ironik bir yazı; sonraki yıllarda da Metin Eloğlu gibi kimi şairlerin yansıtma biçimi olarak hayvanatı tercih etmelerine dair bir iki yazı daha kaleme almıştım yani hayvanlar âlemine merak sarmıştım oldukça. Ancak hayvanatın bir türünü, onca ziyana sebep olan bu kadar tehlikeli bir girişime teşbih olarak kullanacağımı söyleselerdi yine de inanmazdım.
Memleketi ağlarıyla saran dev bir şebeke hakkında yazmak için, ekolojik dengenin bu önemli unsurunu kullanmaktan hicap duysam da bunca zamandır kan emerek semirdiklerine şahit olduğumuz bu familyanın sinsilik ve cüretlerine karşı küçük dilimi yutmuş olmamın, tevellüdü aylar evveline dayanan
bu yazının yazılmasına sebep olduğunu söylemeliyim.
Kendisinden küçük, savunmasız canlılara ağusunu zerk eden, zerk ettikçe kimsenin tahmin edemeyeceği kadar semiren bu hayvanat, hâlâ sindiği köşelerde fırsat kollamadadır. Arkasına saklandığı “kaya”lardan güç alarak üzerlerini setreden kabuklarını da “zırh” belleyerek yaşamayı sürdürür. Ancak ustaca gizlendiği kabuğu altında da boş durmaz, vakit geldiğinde yahut tehlikeye maruz kalacağını hissettiğinde kullanmak üzere zehir depo eder. Büyük bir özenle biriktirdiği bu zehirle tüm canlı organizmayı ele geçirme planları yapar. Münasip zamanın geldiğini düşündüğünde ise -ki uzun yıllar bekleyecek kadar sabırlı, kendisinden olanlarla her türlü iş birliği yapacak kadar da haindir- planı uygulamaya yeltenir. Evet evet “yumuşakçalar”dan bahsediyorum.
“Çok hücreli” hayvanların “omurgasızlar”, sınıfının, “yumuşakçalar” (Mollusca) şubesi hakkında yazmak, aslında bir biyolog ya da zooloğun işidir belki. Eminim çokça da yazmışlardır. Lakin tüm canlılar için taşıdıkları tehlike düşünülürse bu fakirin cüreti de mazur görülebilir.
Eskiden onlardan bahis açmak “yumuşak” kelimesinin insanda uyandırdığı “ılımlı” ve “zararsız” çağrışım gibiydi. Lakin zaman geçtikçe “yumuşakça” kelimesinin en az “asalak” kadar nahoş olduğunu ve tiksinti uyandırdığını bir temmuz gecesi anladı/m/k.
Yukarıdaki cümlelerde “çok hücreli”, “omurgasız” ve “yumuşakça” kelimelerini tırnağa alışım, sadece vurgu yapmak maksadı taşımıyor elbette aynı zamanda bu sıfatlarla tecessüm eden hayvanatın hayatımızda, tarihimizde ve toplumsal hafızamızda oldukça tahripkâr olan bir “zümre”ye denk düştüğünü anlatmak maksadı da taşıyor. “Zümre”yi de tırnağa alışım, bu “omurgasız”, “asalak” ve “yumuşakça” sınıfına, artık onlar yüzünden mahvedilmiş olan “cemaat” kelimesiyle hitap etmek istemediğimden.
Omurgasız hayvanlar zümresinin “yumuşakçalar” şubesinin en önemli özelliklerinden biri tehlike anında hızlı hareket edebilmeleri, kendilerini itinayla gizleyebilmeleridir. Zaten bu özellikleri onları zararsızmış gibi görmemize neden olur. İyi organize olabilen bu hayvanlar, inanamayacağınız kadar çok farklı renklerde olabilirler. Sindikleri köşelerde uzun süre gizlenebilenleri de vardır; renk değiştirebilme özelliğine sahip olanları da. Çoğu nemli yerleri, deniz ve kaya diplerini sever. Tatlı sularda ve karada yaşayanları da az değildir. Bazıları çok kolludur, tüm kollarıyla girdiği yeri sarar sarmalar ve ele geçirir.
Hareket kabiliyetleri de güçlüdür hani. Avlarını yakalamak ve gerektiğinde hızla kaçmak için kaslı ayakları da mevcuttur. Kendilerini gizlemek adına kılıktan kılığa girebildikleri gibi, mürekkep de püskürtebilirler. Bazıları etoburdur, bazıları otobur... Fakat parazit olanları azımsanmayacak kadar çoktur. Aslında geneli için parazit demek belki de yanlış olmaz. Çünkü hiç hakları olmasa da başka hayvanların kanına girmek, kanını emmek veya sırtından geçinmek suretiyle büyümeyi huy edinmişlerdir. Öylesine asalaktırlar ki, kendilerinden olmayana yaşam hakkı tanımadıkları gibi, birçok canlının hakkını da kendi menfaatleri için rahatlıkla gasp edebilirler. Zehir püskürtenleri de ağ ören cinsleri de ayrı tehlikelidir. Her halükârda düşman bellediklerini boğarlar yani. Bazıları öyle zehirlidir ki bir ısırıklarıyla insanları öldürebilirler. Henüz panzehirleri de bulunamamıştır. Mesela Latince “sekiz ayaklı” anlamına gelen “ahtapotlar”ın mavi halkalı olanları gibi... En masum ve zayıfları tehlike anında hızlı sıçrayıp kaçanlarıdır sanırım. Ha bir de köşeye sıkıştıklarında bir ağ/iftira atıp salgı salgılayanları yahut mürekkep boşaltıp kaçanları da aynı tahrip gücündedir ve zehir püskürtenlerinden farklı değildir.
Bazıları pençesine düşürdüğü avını, çok sayıdaki koluyla öylesine sarmalar ki, hareket alanını sıfırlar, nefes aldırmadığı için boğması işten bile değildir. Çekirge onlardandır mesela, örümcek, sinek, solucan, yengeç, ahtapot, ıstakoz, midye ve denizanası da... Nedendir bilinmez bazı zengin sofralarının başköşe-sinde otururlar (kızarmış ve haşlanmış olarak!). -Her ne kadar yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevsek deyenilebilir olmaları, bazı türlerinin adlarının anılmasıyla yüzlerde bir buruşturmanın peyda olmasının önüne geçmez.
Doğaları gereği nemli, ıslak, rutubetli yerleri pek severler. Karanlık ve kuytu köşeler gizlenmek için elverişli yerlerdir zira. Okyanuslarda da yaşarlar, okyanus ötelerinde de... Oralara sığınır, oralarda korunur, oralarda ağ örebilir sıkıştıklarında başka bir mekâna sıçrayabilirler hatta. Göğüslerinden bacak çıkaranları da vardır, alınlarının ortasında gözü olanları da... Hatta ikiden fazla gözü olanları da... Türleri ne olursa olsun, kandan beslendikleri, kan emdikleri kesindir.
Bazılarının güçlü vantuzları vardır, onlarla hayata tutunur ve tat alırlar. Oldukça zekidirler. Oyun oynamayı komplo kurmayı sever ve zekice oynarlar. Onları alt etmeniz bir hayli güçtür. İyi kaçar ve kovalarlar. Çok küçük alanlara bile rahatlıkla girebilme ve tehlike anında oralardan yine rahatlıkla sıyrılarak kaçabilme hünerleri size dudak ısırtır. Başkalarını menfaatleri için iyi kullanır olsalar da okyanus ardında başkalarının menfaatleri için iyi de kullanılırlar aslında. Afrika ve Türk Cumhuriyetlerindeki nüfuz için lazımdırlar zira bu yüzden tepsi içinde teslim edilmeleri de zordur.
“Birlikten kuvvet doğar” sözü onlar için geçerlidir. Ancak kendi çıkarlarını savunmak için birlik olur, kuvvetlerini masum ve kuvvetsizlerin canını yakmak için kullanırlar. Tıpkı akrepler gibi... Akreplerin etrafını ateşle çevirirseniz kendilerini sokarak intihar ederler. Aslında öyle dayanıklıdırlar ki yemeksiz ve susuz halde çölde bile uzun süre kalabilirler, susuz kaldıkları oranda zehirlerinin gücü artar.
Türlü türlü maskeleri de vardır. Herkesi şaşırtacak kadar çabuk kimlik değiştirebilirler zira. İfratla tefrit arasında gider gelir ve işlerine gelen maskeyi/kimliği çıkarıp kullanabilirler. Bazı yumuşakçaların köşeye sıkışınca mürekkep püskürtmesi belki de bu yüzdendir.
İyi koku alırlar ve bu özellikleriyle de hayatta kalanları vardır. Aslında her durumda ayakta kalırlar demek daha doğrudur. Her şeyleri tükense, yok olsa bile kendilerine yardım edecek birileri mutlaka vardır ve mutlaka birbirlerini bulup yardımlaşırlar. Yeniden güçlenip birilerinin canını yakmak için sinsice pusuya yatarlar. Zaman onlar için önemli değildir, sabırlarıysa pek çoktur. Çalışmak onlar için hiç sorun değildir, hatta hainlikleri oranında çalışkandırlar da.
Her ne kadar aynı familyadan gelmeseler de onları ağaçkakanlara benzetmek de mümkündür. Ağaçkakanlar da karınlarını doyurmak için ağaçların içindeki kurtları güçlü gagalarıyla toplar. Çocukluğumuzun sevimli çizgi film kahramanı olsa da bir ağaçkakan aslında kendi karnını doyurmak için koca bir ağacın gövdesini gagalayıp iliklerine kadar kurutur... Önemli olan sadece o ve onun karnının doymasıdır. O ağacın sincap, serçe, baykuş, karınca ve diğer canlıların yuvası olması, orman denen birliğin önemli bir mensubu olması umurunda bile değildir.


HAMİŞ:
Ağaçların iliklerini kurutuncaya kadar görmezden gelinmiş yahut ihmal edilmiş ağaçkakanların da kendi varlığını sürdürmek için diğer canlıları zehirleyen, ağlar ören, ağlar atan, pusuya yatıp gizlenen, uzun vantuzlu ve işbirlikli kollarıyla “kendisinden olmayan”ı boğmakta mahir, zeki, maskeli, oyun ve komployu seven, köşeye sıkışınca maske değiştiren, sayamadığım daha nice özellikteki tüm “yumuşakça” cemaatinin de ne kadar tehlikeli olduklarını temmuz ortası milletçe anladık. Onları binlerce anne Allah’a havale etse de sadece bununla yetinmekle yüreği soğumayan ve soğumayacak olan yüz binlercesi var.
Ormanı, her ağacıyla ağaçkakanlardan korumak ne kadar önemliyse, yumuşakçaları ve tehlikelerini de iyi bilip bundan sonra tedbirli olmak o kadar önemlidir.
Sözün burasında Cemal Süreya’ya kulak verilmelidir:


“İşbilirlik konusunda yücegönüllüdürler”, “Yönetmendirler kurul başkanıdırlar”...
Japon feneri ya da uçurtma tadı taşıyan senetlerden
Zamanaşımı süresi dolmadan tüyüp gider imzaları,
Kimi sözler onlar için kullanılır: saygın, ünlü, şahane
Kimi sözler onlar için de kullanılır
Kimi sözler onlar için kullanılamaz...
(...)
Dibe çökerler devinim evrelerinde
Durgun dönemlerdeyse kurbağa pislikleri gibi
Yan yana omuz omuza bitişe bitişe
Suyun yüzüne yükselirler...
Ne diyelim “Yumuşakça” familyasını, işbirlikçilerini ve tehlikelerini iyi tanımak, “Yumuşak atın çiftesi
pek olur” sözünü hatırlamak kadar önemlidir.


* Prof. Dr. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi


Yorumlar - Yorum Yaz