HUZUREVİ SAKİNLERİ

Huzurevi sakinlerinin çoğu yazlık bahçedeydi. Kimileri ağaçların gölgesindeki banklara, kimileri tentelerin altındaki sandalyelere oturmuştu. Bazıları da süs havuzunun çevresinde yürüyüş yapıyordu. Bahçenin köşesindeki kamelyanın altında büyükçe bir masa, masanın etrafında hepsi de seksen yaşını aşmış ihtiyarlar vardı. Kendilerine Seksenlikler diyen bu ihtiyarlar her zaman kamelyanın altında otururlardı. Burada oturmak sanki bir kıdem göstergesi gibiydi, seksen yaşının altındakiler buraya oturmazlardı. Söz döndü dolaştı, Seksenliklerin huzurevinde kalma sebeplerine geldi. Emekli öğretmen Nuri Bey titrek sesiyle:
-“Otuz beş sene öğretmenlik yaptım.” dedi. “O köy senin, bu köy benim dolandım durdum. Emeklilik dilekçesini verdikten sonra kafam dank etti. Milletin çocuklarıyla uğraşmaktan kendime bir yuva kuramamışım. Emekli olduktan sonra sudan çıkmış balığa döndüm. Evin içinde akşam olmuyordu. Dışarı çıksam yanına gideceğim kimse yok. Mahalle kahvehanesine gideyim dedim. O zamanlar şimdiki gibi sigara yasakları yoktu. Herkes pofur pofur sigara içerdi. Bende de nefes darlığı var. Duramadım. Dershanenin birinde çalışmaya başladım. Yaşımız geçmiş bir defa. Tempoya ayak uyduramadım. Sonunda kapağı huzurevine attım. Burada biraz çene çalıyoruz, biraz televizyon izliyoruz, akşam oluyor işte. Vaktinde evlenip bir yuva kurmak varmış.” dedi, daha fazla konuşamadı. Başını geriye doğru çevirdi. O anki yüz ifadesini masadakilerin görmesini istemiyordu. Ağlamamak için kendisini zor tuttuğu belliydi. Şevkiye Hanım, Nuri Bey’i teselli etmek için:
-“Ben evlendim de ne oldu Nuri Bey?” dedi. “Hem de çocuk yaşta. On dört yaşındaki kız evliliği ne bilsin! On dört dediğime de bakmayın. Benden önce bir kız kardeşim ölmüş. Ben doğunca bizimkiler zahmet edip nüfusa gitmemişler. Belki benim de öleceğimi düşündüler, kim bilir. Nasıl olsa ölen kızın nüfus cüzdanı var, onu bana vermişler. En aşağı bir yıl da öyle düşsek evlendiğimde on üç yaşımda oluyorum, belki daha da küçük. Babam bizi insan yerine koymazdı. Babadan kurtuldum daha beter bir kaynananın eline düştüm. Zalim kadın gündüzleri döverdi beni. Akşama doğru kocam gelince onu da fişekler üstüme salardı. Akşam da koca dayağı yerdim. Yedi çocuğun üçüncüsünü tarlada doğurdum. Neler çektim onları büyütünceye kadar. Sonra şehre geldik, çalıştık didindik, bir şeyler kazandık. Rahmetli ölünce çocuklar malına mülküne üşüştü. Her şeyi sattılar. Oturduğumuz evi bile satıp beni de
buraya attılar.” Nuri Bey biraz rahatlamıştı. Bu defa o Şevkiye Hanım’ı teselli etmek istedi:
-“Sen de payını almışsındır nasıl olsa. Üzme kendini.” dedi. Şevkiye Hanım acı bir gülümsemenin ardından:
-“Pay may vermediler Nuri Bey. Dımdızlak attılar buraya.” dedi. Nuri Bey:
-“Bir avukata falan danışsaydın, kanun var nizam var.” dedi. Şevkiye Hanım elini boşlukta salladı:
-“Giden gitti Nuri Bey, ben anlamam ki öyle şeylerden.” dedi. Nuri Bey üstelemedi. Azize Hanım doğruldu, Şevkiye Hanım’a dönüp:
-“Benimki de döverdi Şevkiye. Hem de ne dövme. Şimdi düşünüyorum da akşama kadar dövseydi de hayatta olsaydı. Çordan çocuktan fayda yok.” dedi. Şevkiye Hanım yorum yapmadı, bakışlarını süs havuzundan tarafa çevirdi. Memur emeklisi Âdem Bey:
-“Haklısın Azize Hanım. Bizimkiler bana çok düşkündür. Saygıda kusur etmezler. Ararlar sorarlar.” dedi. Azize Hanım, Âdem Bey’in söylediklerini çok anlamsız buldu, yüzünü ekşiterek: -“Niye buradasın o zaman?” dedi. Âdem Bey:
-“İkisinin de işi yurtdışında Azize Hanım. Bizimki rahmetli olunca bana da çok ısrar ettiler götürelim seni diye ama ne yapayım ben elin memleketinde? Dil bilmem iz bilmem. Geldik buraya.” Âdem Bey sözlerini tamamlayınca, Mevhibe Hanım:
-“Bizim çorumuz çocuğumuz olmadı efendim. Kısmet. Refikim göçünce ben de buraya geldim. Çocuklarımız, torunlarımız olsa nasıl olurdu bilemiyorum. Ararlar mıydı, sorarlar mıydı, sahip çıkarlar mıydı, tahayyül edemiyorum.” dedi ve kamelyadan süs havuzuna giden kilit taşı döşeli yolun kenarındaki sardunyalara bakarak daldı gitti. Gülay Hanım elindeki yelpazeyi daha bir hararetli sallamaya başladı:
-“Benimkiler bu bayram gelmediler. Oğlum kesin gelirdi ama o yelloz gelin çocuğa nefes aldırmıyor ki. Bayramdan önce uğradı, tatil çekilişi kazandık, dedi. Bayramda kullanmazlarsa yanacakmış güya. Ben de inanmış gibi davrandım. Sağ olana her gün bayram, siz tatilinizden kalmayın, dedim. O cadı gelin, hep sosyetelere özenir zaten. Bayramda tatile gitme fikri ondan çıkmıştır muhakkak. Bizim örfümüzde âdetimizde öyle bir şey yoktur. Ben kendimi bildim bileli bayram günü herkes aile büyüğünün evinde toplanır. Biz çocuklarımızı da böyle yetiştirdik.” Daha konuşacaktı belki ama Safiye Hanım, Gülay Hanım’ın sırtını sıvazladı: -“Araya elkızı girmeyegörsün” dedi. Gülay Hanım derin bir iç çekti. Âdem Bey:
-“Eskiden böyle miydi?” dedi. Şefik Bey:
-“Hey gidi günler!” dedi. Nuri Bey:
-“Ah ah!” diye inledi. Mevhide Hanım eski bir şarkıyı mırıldanmaya başladı:-“Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım
Bazen gözyaşı oldu bazen içli bir şarkı” Nuri Bey eliyle masaya hafif hafif vurup tempo tutmaya sonra da şarkıya eşlik etmeye başladı. Masadaki diğer Seksenlikler de Mevhibe ve Nuri Bey’e katıldılar. Şarkı bitince hem Mevhibe Hanım’ı hem de kendilerini alkışladılar. Hepsinin gözleri doldu. Âdem Bey:
-“Nur içinde yatsın büyük sanatkârdı Zeki Müren. Uşşak makamında pek mahirdir.” dedi. Mevhibe Hanım:
-“Efendim, herkes bu şarkıyı Zeki Müren’in zanneder ama güfte Nihat Açar’a, beste Teoman Alpay’a aittir. 1972’de yılın bestesi seçilmişti. Ayrıca eser hicazdır.” dedi. Âdem Bey:
-“Canım her kiminse hepsine rahmet olsun.” dedi, sonra da kafasını gösterip “Bizim eski plağın bazı yerleri çizilmiş.” Âdem Bey’in bu sözü masadakileri gülümsetti. Nuri Bey, masadaki seksenlik çifte, Şefik ve Safiye’ye döndü:
-“Sorması ayıp olmasın Şefik Bey, siz neden buradasınız? Benim durumum belli, diğerleri eşlerini kaybedip gelmişler. Sizse birlikte gelmişsiniz.” dedi. Şevkiye Hanım aklına bir şey gelmiş gibi irkildi:
-“Ay ben de ne zamandır merak ediyorum, soramadım.” dedi. Şefik Bey ve eşi Safiye Hanım bir şey demeden Âdem Bey:
-“Canım herkesin hikâyesi üç aşağı beş yukarı aynı. Evlatlar hayırsız, yaşlılık zor.” Nuri Bey, Âdem Bey’e:
-“Yahu üstadım dur da kendileri anlatsın.” diye çıkıştı. Sonra da Şefik Bey’e:
-“Azizim ayıp etmedik ya, böyle ulu orta sorarak?” dedi. Şefik Bey:
-“Ne münasebet muhterem hocam, burada hepimiz bir aile olduk. Saklımız gizlimiz yok, hepimiz birbirimizin derdini, sıkıntısını daha doğrusu hayatını paylaşıyoruz.” dedi. Nuri Bey rahatlamıştı:
-“Hay çok yaşa!” dedi. Şefik Bey:
-“Efendim biz komşular yüzünden buradayız.” dedi. Gülay Hanım, Şefik Bey’in konuşmasına fırsat vermeden:
-“Bilmez miyim efendim!” dedi. “Hiç unutmam 1967’de alt kattakilerin gürültüsünden uyku uyuyamaz olmuştuk. Sabahtan akşama kadar güm güm ses gelirdi. Davul mu çalarlardı, hep birden hoplarlar mıydı, bilmem. Akşam olunca da karıyla koca sabaha kadar kavga ederdi. Rahmetli bey bir gün kapılarını çalıp uyaracak oldu. İzbandut gibi adam bizim herifin boğazına sarılmasın mı? Bunun üzerine evden taşındık.” Nuri Bey:
-“Benim de huysuz bir ev sahibim vardı. Ev iki katlı, kerpiç bir köy eviydi. Ev sahibi, üst katta otururdu. Ben ahırdan bozma alt katta kalıyordum. Öksürseler duyardım. Köy yerinde başka ev de yoktu. İki yıl çektim.” dedi. Şevkiye Hanım:
-“Biz de zamanında çocuklar yüzünden kavga ettik komşularla. Bizimkiler üst komşunun çocuklarının topunu almışlar. Çocuk ağlayarak annesine koşmuş. Kadın bizim ufak oğlana bir tokat atmış. O da eve gelip bana şikâyet etti. Ben indim. Kadınla saç saça girdik. Kadın çirkefin biriymiş. Önce bizi karakola şikâyet etti. Sonra kapımıza çöp mü dökmedi, yukarıdan halı kilim mi silkmedi, gecenin bir yarısı halay mı çekmedi, neler neler...” Mevhibe Hanım da kendi komşularından bahsetti:
-“Bizim de vardı böyle bir komşu efendim. Sene 1970-72. Almanya’da bir akrabaları bunlara bir teyp getirmiş. O zaman herkesin evinde teyp yok. 24 saat bangır bangır Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur dinlerlerdi. Ben çocukluğumdan beri sanat musikisi meşk ederim. Akşam kız sanat mektebinin müzik bölümünü bitirdim. Rahmetli beyim udî idi. Kulağımız arabesk müziğe alışık değil. Kaç defa uyardık, dinleyen kim! Allah’tan o ara yapı kooperatifi, yıllardır aidatını ödediğimiz evleri teslim etti. Öyle kurtulduk.” Masadakiler sözlerini bitirince Şefik Bey’in eşi Safiye Hanım:
-“Efendim bizim komşulardan gürültüden yana şikâyetimiz olmadı. Allah var, pek sesleri çıkmıyordu. Hatta varlıklarını bile hissetmiyorduk.” dedi. Mevhibe Hanım:
-“Ah o daha beter Safiye Hanımcığım.” dedi. “Şimdi öyle komşular var kimse kimseyi tanımıyor. İnsan gürültüye bile hasret kalıyor.” Nuri Bey’in aklına bir şeyler gelmişti:
-“Ben Sivas’ta görev yaparken evde yemek yapmazdım vallahi. Her gün bir komşu yemek getirirdi. Madımaklar, kesme aşları, gömmeler, keteler, katmerler… Mantıya orada hingel derler, nefis olur. Hatta kimi günler bana gelenleri ben de başka komşulara verirdim. Yazları apartmanın bahçesinde kamelyada hep birlikte oturulurdu. Sırayla her gün birisi çay demlerdi. Ne günlerdi be!” Şevkiye Hanım:
-“Benim de öyle bir komşum vardı: Zehra. Kulakları çınlasın, öldüyse Allah rahmet eylesin. Dört çocukla köyden gelince bana kol kanat gerdi. Bir şey pişirse kokmuştur deyip hemen getirirdi. Kocası halde çalışırdı, kasa kasa meyve sebze getirirdi. Bizim Serkan’la, Gürkan peş peşe doğunca ben çok perişan oldum. Evimin işlerini hep Zehra yapardı. Onun da ufak iki çocuğu vardı ama hiç yüksünmezdi. Ah ah nerede öyle komşuluk.” dedi. Gülay Hanım:
-“Valla şimdi ölsen öldüğünü anlamayacaklar, kimse kimseyi tanımıyor. Ben de aslında bu yüzden buraya geldim sayılır. Yalnızlık zor. Hasta falan olsan kapını çalan yok. Ama önceden öyle miydi? 85’te
oğlanı sünnet ettirdik. Konu komşu nasıl birlik olmuştuk. Emekli Başçavuş Fehmi Bey vardı. Vallahi herkesi asker gibi sabahın köründe evin bahçesine dikip içtima aldı. Uyuyanı yatağından kaldırttı. Bir güzel vazife taksimi yaptı. Nur içinde yatsın.” Âdem Bey, derin bir nefes aldı:
-“Ah ah önceden birlik, beraberlik vardı. Çat kapı misafirliğe giderdik. Herkes müsaitti arkadaş. Oturur çayımızı, kahvemizi içerdik. Sonra misafirliğe gitmeden telefon etme âdeti çıktı. ‘Bugün müsait değiliz yarın buyurunlar.’ çıktı. Eskiden birisi ‘müsait değiliz yarın gel’ diyecek ha! O adamı mahallede barındırmazlardı be! Şimdi de misafirliğe gidiyorsun televizyon izleyip geliyorsun.” Nuri Bey’in aklına yine bir şey gelmişti:
-“Hiç unutmam ben Ankara’ya geçici görevle gittiğimde bir apartman dairesi tutmuştum. Apartmanda kimsenin birbiriyle irtibatı yoktu. Bir gün veli toplantısı yaptık. Velilerden birini bir yerden gözüm ısırıyor. Sonradan çıkardım adamı. Aynı apartmanda oturuyoruz. Hatta adam üst katımdaymış. Kapımı çalar diye çok bekledim ama nafile. Asansörde karşılaşınca başıyla bir selam veriyordu o kadar.” Nuri Bey sözünü bitirir bitirmez, Safiye Hanım:
-“Efendim, bizim komşularla meselemiz biraz farklı.” dedi. Şefik Bey, eşine:
-“Anlat da dinlesinler.” dedi. Safiye Hanım anlatmaya başladı:
-“Bir gün Şefik Bey, televizyon izliyordu. Ben mutfakta bulaşık yıkıyordum. Şefik Bey, içeriden “Yahu bu kadar da olmaz!” diye bağırdı. Ben herhalde bizim beye bir şey oldu diye koştum, geldim. Bey, televizyon izliyordu. “Neden bağırdın?” dedim, bana televizyondaki haberi gösterdi. İstanbul’un orta yerinde bir apartman dairesinde adamlar uyuşturucu madde yapımında kullanılan bitki yetiştirmiş. Hem de ne yetiştirme! İçeriye havalandırma sistemi, ışık sistemi kurmuşlar. İnsan hayret ediyor. Bizim bey de o yüzden bağırmış. Benim de dikkatimi çekti, ellerim köpüklü koltuğa oturdum. Haberi sonuna kadar
izledik. Haberi izledikten sonra ağzımız açık kaldı. Şaşkınlıktan adeta dilimizi yuttuk.” Âdem Bey:
-“Neden?” diye sordu. Şefik Bey söze girdi:
-“Kamera bir ara karşı daireye doğru döndü, bir de ne görelim! Bizim ayakkabılar, bizim kapı.” Masadakiler şaşkındı. Nuri Bey:
-“Hadi canım!” dedi. Şevkiye Hanım:
-“Ne olmuş ben anlayamadım tam olarak?” dedi. Şefik Bey:
-“Televizyondaki yer, bizim karşı daire. Yani adamlar burnumuzun dibinde uyuşturucu yetiştirmiş haberimiz yok.”
-“Hayret!” dedi, Mevhibe Hanım. Gülay Hanım:
-“Demek bu yüzden geldiniz.” dedi. Şefik Bey:
-“Bununla kalsa iyi. Safiye anlatsın.” dedi. Safiye:
-“Efendim biz bu şoku atlattık. Apartmanda kimse kimseye selam vermese de biz karşılaştığımız insanlarla selamlaşmaya, zoraki de olsa birkaç kelam etmeye karar verdik. Eğer şüpheli bir durum görürsek polise haber verecektik. Çünkü uyuşturucu olayını fark etmediğimiz için kendimizi suçluyorduk. Birkaç ay geçti aradan. Bu defa ben televizyon izliyordum. Bey diğer koltukta uzanıyordu. Ekranda affedersiniz bir fuhuş baskını. Spiker haberi “İstanbul’un orta yerinde fuhuş operasyonu” diye sundu. Arkasından görüntüler gelmeye başladı. Nereden dersiniz?” Âdem Bey:
-“Nereden?” diye sordu merakla. Safiye Hanım anlatmaya devam etti:
-“Kamera bizim sitenin bahçe kapısından girdi. Önde polisler. Bizim beyi kaldırdım hemen. Ağzımız açık izliyoruz. Gazeteciler ve polisler bizim binaya girdiler, merdivenleri çıkmaya başladılar. Çıka çıka bizim alt kata kadar geldiler.”
-“Yok artık!” dedi. Mevhibe Hanım. Şefik Bey:
-“Bizim alt kat umumhane olmuş meğer.” dedi. Nuri Bey:
-“Siz hiç fark etmediniz mi?” diye sordu. Şefik Bey:
-“Efendim biz 9’da 10’da yatıyoruz. Bilirsiniz böyle müesseseler akşam çalışır.” Nuri Bey bu defa:
-“Polislerin sesini falan duymadınız mı?” diye sordu. Bu soruya Safiye Hanım cevap verdi:
-“Bir ara bir siren sesi duyar gibi olduk ama ambulans mıydı, itfaiye miydi, yoksa başka bir şey mi bilmiyoruz. Sonra efendim…” Gülay Hanım şaşkınlıkla Safiye Hanım’ın sözünü kesti:
-“Sonrası da mı var?” Safiye Hanım:
-“Var tabii. Evde oturuyorduk. Büyük oğlan baba televizyonu açın diye aradı. Açtık.” dedi. Masadakiler merakla Safiye Hanım’ın anlattıklarını dinliyorlardı. Âdem Bey:
-“Ee?” dedi. Safiye Hanım:
-“Bizim üst katta teröristler kalıyormuş. Burada el yapımı bomba yapıp sağa sola sevk ediyorlarmış.” dedi. Herkesin ağzı bir karış açıktı. Şefik Bey:
-“Biz de vurduk kapıya kilidi, soluğu burada aldık.” dedi. Safiye Hanım:
-“Ama iyi ki gelmişiz sizin gibi dostlarımız oldu.” dedi. Mevhibe Hanım, şaşkınlığı üzerinden atmıştı. Bir şarkı mırıldanmaya başladı:
“Unutulmuş birer birer
Eski dostlar eski dostlar
Ne bir selam ne bir haber
Eski dostlar eski dostlar”
Nuri Bey şarkının etkisiyle sağa sola sallanıyordu. Masadakiler de Mevhibe Hanım’a eşlik etmeye başladılar. Âdem Bey:
-“Haydi ayağa…” dedi. Masadakiler ayağa kalktılar, kol kola girip hep birlikte şarkıya devam ettiler.


Yorumlar - Yorum Yaz