KADROLU MUHTAR -I- (Nasıl Muhar Oldum?)

Otobüsün koridorunda ilerleyip biletimde yazılı numarayı buldum. Pencere kenarında oturan gence başımla selam verdikten sonra koltuğuma oturdum. Yorgunluktan ayaklarım sızlıyordu. Yol boyunca yerimden kalkmadan uyuyabilirdim. Birkaç dakika içerisinde otobüs perondan çıktı. Tam hareket etmişti ki önce ıslık sesleri sonra da “Hayt, looyn, hoo, haa…” gibi bağrış sesleri duyduk. Otobüs durdu ön kapı açıldı. Aracı durduran bizim köyden üç beş kişiydi. Her yerde olduğu gibi burada da kendilerini belli ettiler. Dağda ıslıkla zılgıtla davar gütmeye alışık olduklarından aynı yöntemle otobüsü durdurdular. Son anda kendilerini içeri attılar. Başımı camdan tarafa çevirsem de yanımdan geçen Çil Hasan beni tanıdı:
-“Oo muhtarım sen de mi buradaydın?” dedi. İster istemez yerimden kalkıp köylülerle tokalaştım, öpüştüm.
-“Haydi hayırlı yolculuk muhtarım. Köyde görüşürüz.” diyerek arkaya doğru ilerlediler.
-“Haydi size de hayırlı yolculuk.” deyip yerime oturdum. Yanımdaki genç:
-“Hangi köyün muhtarısın dayı?” diye sordu.
-“Muhtar değilim yeğenim.” dedim. Genç:
-“Eskiden muhtardın yani.” dedi.
-“Hiç muhtarlık yapmadım.” deyip konuyu kapatmak istedim. Genç bu defa:
-“Peki neden muhtar diyorlar sana?” dedi. Cevap vermemi beklemeden: “Anladım, adın muhtar. Kemal Sunal’ın Sahte Kabadayı filminde de vardı. İlk defa ismi muhtar olan birisiyle karşılaşıyorum.” dedi. İzah etsem mi etmesem mi diye düşündüm. Lafı fazla uzatmak istemiyordum. Köylülerimin otobüse binmesi canımı iyice sıkmıştı. Kafayı vurup memleketin otogarına kadar uyumak istiyordum. Orada nasıl olsa bizim köylüler beni uyandırırdı. Mecburen ilçe dolmuşuna onlarla beraber bineceğiz. Adım gibi eminim ilçeden köye gidecek arabaları yoktur. Benim arabaya doluşurlar. İnsan usulen de olsa para teklif eder, “Borcumuz ne?” der. Bunlarda o da yok. Üstüne üstlük giderken arabama laf ederler: Yok şurası eski, şurası çürük, değiştir şu külüstürü, parayı mezara mı götüreceksin…
-“Adım Muhtar değil, Veli.” dedim. Genç konuşmak istiyordu:
-“Muhtar soyadın mı peki? Reha Muhtar gibi.” İçimden la havle çektim. Bir şeyi böyle ince ince soran adamlardan oldum olası hoşlanmam. Ama ne demişler, keçinin sevmediği ot burnunun dibinde bitermiş:
-“Muhtar benim lakabım yeğenim. Bana köyde muhtar derler.” dedim. Gencin başka bir şey demesini beklemeden koltuğa yayılıp kasketimi gözlerimin üstüne doğru çektim. İçim biraz geçmiş, yanımdaki genç dürtünce uyandım. Muavin çay, kahve servisine başlamış. Birer çay birer de kek aldık. Karnım çok açtı. Keki ağzıma attım. Dişimin kovuğunu bile doldurmadı. Yanımdaki bir poşet börek çıkarıp:
-“Buyur muhtarım.” dedi. Yok mok desem de böreğe yumuldum. Bu arada muavin servisi bitirmiş elinde boş tepsiyle geri dönüyordu:
-“Yahu nasıl adamlar bunlar! Tepsiyi boşalttılar.” diye söylenerek yanımdan geçti. Bizim köylülerden bahsettiğini hemen anladım. Muavin ön koltuğa varmadan bir ses duyuldu:
-“Loyn bizim oğlan arkaya 5 çay. Biraz da kek yolla.” Bu bizim köylülerden Lap Osman’ın sesiydi. Herkes arkaya dönüp baktı. Muavin sırtını dönmeden öfkeli bir ses tonuyla:
-“Anladık anladık.” dedi.
Delikanlıyla birlikte böreği bitirdik. Çok makbule geçti. Karnım doyunca keyfim yerine geldi, muhabbete başladık. İlk başta gözüm tutmamıştı ama konuştukça ısındım ona. Söz döndü dolaştı şu muhtarlık meselesine geldi.
-“Dayı anlatmadın, sana neden muhtar diyorlar?” dedi.
-“Uzun hikâye yeğenim, boş ver.” dedim.
-“Yahu muhtarım yol da uzun anlat dinleyelim.” dedi. Anlatmaya başladım.
-“Askerden döndükten sonra babam çift çubuk işlerini bana bıraktı, kendisi hayvanlarla ilgileniyordu. Birkaç ay geçti, geçmedi annem: “Evlen. Biz de torun torbaya karışalım.” demeye başladı. O sıralar başımda bir kara sevda var. Kel Mustuk’un kızı Zeynep. Kıza bir haber yolladım: “Bana varır mısın?” diye. “Varırım.” dedi. Anneme: “Onu bana alın.” dedim. Annem, babama durumu anlattı, kızı istemeye gittiler. Kel Mustuk, Nuh diyor, peygamber demiyordu. “Ben kızımı memura vereceğim.” demiş. Bizimkiler ne kadar uğraşsa da adamı razı edemediler. Zeynep’e bir haber daha gönderdim: “Kaç benimle.” dedim. “Ben babamın sözünden çıkmam.” dedi. Ne yapsam ne etsem bilemedim. Memur olayım desem tahsilim yok. Kızsa babasının sözünden çıkmıyor. O sene seçim vardı. Köyün muhtarı ben bildim bileli aynıydı: Ali Çavuş. Tüm köylü ondan yaka silkiyordu. Bu seçimde karşısına Pala Hüseyin aday olarak çıktı. İkisi birbiriyle öteden beriye kavgalıdır.”
-“Sen de mi aday oldun?”
-“Oldum olmasına ama önce oturdum bir hesap yaptım. Köyde 400 seçmen vardı. Eş, dost, akrabadan en kötü 150 oy alsam dedim. Geriye kalır 250 oy. Bu oyu da Ali Çavuş’la, Pala Hüseyin ikiye bölse ben aradan sıyrılır çıkarım. Muhtar olursam Kel Mustuk kızını bana hoplaya zıplaya verir. Bu fikrimi yakın arkadaşlarıma açtım. Hepsi de çok iyi karşıladı. “Biraz kesenin ağzını açarsan bu iş olur. Bizim köyü bilirsin.” dediler. Dedikleri doğruydu, bu iş paraya bakıyordu. Köylü her seçimde “Ali Çavuş’a artık oy yok.” diyor ama yine onu seçiyordu. Ali Çavuş gençleri birer paket sigarayla, yaşlıları lokum bisküviyle tavlıyordu. Kimisinin de cebine 3-5 kuruş sıkıştırıyordu.”
-“Hamama giren terler demişler muhtarım. Sen de terleyeceksin.”
-“Ben de para ne gezer. Baba eline bakıyorum. Konuyu ona açmaya karar verdim. Babamı Sarı Kaya’nın o tarafta davar güderken buldum. Muhtarlığa aday olacağım deyince adam delirdi çıktı. Beni önüne katıp Koçalan dediğimiz yere kadar taşla kovaladı. Babamın karşı çıkması beni yıldıramadı. Sağda solda aday olacağım diye konuşmuştum, tükürdüğümü yalamak istemiyordum. Ne pahasına olursa olsun aday olmaya karar verdim. Muhtar seçilince babamın muhtar babası oldum diye ne kadar kabaracağını çok iyi biliyordum. Fakat para işini çözmem lazımdı.”
-“Borç veren olmadı mı?”
-“Sen ne diyorsun, çalmadık kapı bırakmadım. Kimseden beş kuruş çıkmadı. Tam umudumu kaybediyordum ki aklıma faizle borç almak geldi. O zamanlar bu işlere bankerler bakardı. Bizim ilçede de bir banker vardı: Süleyman Efendi. Gerçi düpedüz tefeciydi, 1 verip 2 alırdı ya neyse… Çıktım vardım yanına. Parayı ne yapacağımı sordu: “Düğün edeceğim.” dedim. Babamın haberi olup olmadığını sordu: “Var.” dedim. Süleyman Efendi, kurt. Bana inanmadı. “İpoteksiz vermem.” dedi. Döndüm geldim köye. Kara kara düşünürken aklıma annemin üzerindeki dededen kalma tarlalar geldi. Hemen anamın yanına koştum. Yalanla dolanla kandırıp ilçeye götürdüm. Tarlaları ipotek ettirdik. Ertesi gün gidip bankerden parayı aldım.”
-“Annen karşı çıkmadı mı?”
-“Annem ne bilsin! Yediğim haltı anlamadı bile.”
-“Sonra?”
-“Paranın kokusunu alanlar etrafımda toplanmaya başladı. Hiç ummadığım adamlar “Oyum sana.” diyordu. Etrafımdaki kalabalık arttıkça iyiden iyiye havaya girdim. Kendimi muhtar gibi görmeye başladım. Arkadaşlar yanıma gelip “300 lira verirsek falanca da bizim tarafa geçecek.” diyordu. Şak çıkarıp 300 lira veriyordum. Bir başkası gelip “500 lira verirsek filanca da oyu sana verecek.” diyordu ona da 500 lira veriyordum. Gençleri gazinoya götürdük, garibanlara erzak dağıttık, yaşlıların oyunu alalım diye caminin eksiklerini yaptırdık, kahvelerde kimseye çay parası ödetmedik, merhaba diyenin cebine sigara paketini soktuk, kadınlara şalvarlık kumaş, çocuklara şeker, çikolata dağıttık.”
-“Baban nereden buldun parayı demedi mi?”
-“Birkaç defa sordu. Bir asker arkadaşımdan borç aldığımı söyledim. Tabii bankerden 100 lira çektiysem babama 3 lira borç aldım, dedim. Babam söylediğim rakamı bile çok buldu: “Benden bir şey bekleme! Zırnık vermem, nasıl aldıysan öyle öde.” dedi.”
-“Tefeci işi ortaya çıkmadı mı yani?”
-“Çıktı. Seçim haftası babam ilçeye pazara gittiği bir gün Süleyman Efendi’den tarlaları ipotek ettirip para aldığımı öğrenmiş. Eve gelince bana tekme tokat girişti. Elinden zor kurtuldum. “Ben muhtar olacağım. O zaman görürsün.” dedim. Sövdü, saydı: “Nah olursun! Sana oy verirsem ellerim kırılsın.” dedi. Borcu kapatmak için bankerden aldığım parayı istedi. Para suyunu çekmişti, çok az bir şey vardı. “Bitti.” dedim. Babam çıldırdı, duvardaki dolma tüfeği kaptı, anam araya girip tüfeğe yapışmasa beni vuracaktı. Fırsattan istifade ortalıktan sıvıştım. Babam ben kaçtıktan sonra anama da üç beş tokat vurmuş: “Eğer bu deyyusa oy verirsen boşarım seni.” demiş. Cebimde kalan parayla bir takım elbise aldım. Oy pusulasını bile veresiye bastırdım. Seçim günü sabahtan diğer adaylarla beraber okulun önüne dikildim. Gelenlere “Hoş geldin.” deyip pusula verdim. Gidenleri uğurladım. Her gelen yüzüme gülüyor, pusulayı alıp kaş göz işaretiyle oyunu bana vereceğini belli ediyordu. Saatler geçti. Akşama doğru bizim arkadaşlar yanıma geldi: “Ver bakalım bir muhtar sigarası.” dediler. Onlara birer sigara tuttum, kendim de bir tane telledim. Bir nefes çekmiştim ki aklım başıma geldi. Kapı önünde köylü ile ilgileneceğim derken oy kullanmayı unutmuştum. Tam saatime bakıyordum, içerden biri bağırdı: “Sandıklar açılıyor.” Sigarayı atıp koştum. Süre doldu diye bana oy kullandırmadılar. Nasıl olsa seçimi kazanacağım için çok da üstelemedim.”
-“Muhtarım sen de kendini fazla kaptırmışsın. İnsan oy kullanmayı unutur mu?”
-“İnsan olan unutmaz da ben unuttum işte.”
-“Sonra?”
-“Sayıma geçildi. Her açılan zarftan ya Ali Çavuş çıkıyor ya Pala Hüseyin. Bana bir tane oy çıkmadı. Hatta birisi bizim köyün delisi Yaşar’ın adını bir kâğıda yazıp zarfa koymuş. Ona bile bir oy yazdılar. Benim oy sıfır.”
-“Nasıl olur? Akrabaların vermedi mi?”
-“Akraba mı? Hepsini geç, babam bile vermedi. Anneme de verdirmemiş.”
-“Sevdiğin kız?”
-“O zaten babasının sözünden çıkmaz.”
-“Azalar?”
-“Vermediler yeğenim, vermediler.” O sırada bizim köylülerden birinin sesi duyuldu. Herkes arkaya baktı:
-“Kaptan mola ver de işeyelim.” Yol arkadaşıma döndüm:
-“Bak işte buna Tırı Mahmut derler. Benim azalardan birisi buydu. Vermedi, namussuz.”
-“Muhtarım ne diyeyim sana!”
-“Daha dur bitmedi. Sayımın sonuna doğru aynı zarftan hem Ali Çavuş’un hem Pala Hüseyin’in birer pusulası çıktı. Her ikisi de oyu sahiplenince ortalık bir anda karıştı, millet birbirine girdi. Biz ayıralım diye araya girdik. Bu defa Ali Çavuş’la Pala Hüseyin bir olup beni adam akıllı dövdüler. Jandarmalar zor kurtardı. Bir hafta hastanede yattım. Hastaneden çıkıp eve gideceğim diye beklerken karakola götürdüler. Ali Çavuş’la Pala Hüseyin benden şikâyetçi olmuş, 50 kişi de şahit.”
-“Haydaa!”
-“Hastaneden alıp karakola götürdüler. Oradan mahkemeye çıkardılar. Seçime hile karıştırmak, cebir ve şiddete başvurarak kurulların görevini yapmasını engellemekten 2 sene hapis yattım. 2.500 Lira da para cezası verdiler. 2 sene boyunca bir Allah’ın kulu ziyaretime gelmedi, meteliksiz kaldım. İtten rezil oldum. Cezam bitince saldılar, köye döndüm. Bizim ipotekli tarlalar elden gitmiş. Zeynep çobanın biriyle evlenmiş. Babam beni eve kabul etmedi. Köydeki yıkık dökük evlerden birine başımı soktum. O gün bugündür bana muhtar derler.” Otobüs bir dinlenme tesisine girdi. Yolcular ayaklandı. Birisi elini omzuma koydu. Baktım, bizim Çil Hasan:
-“Muhtarım bir cıgara ver bakalım.” dedi. Otobüse binmeden bir paket sigara almıştım. Paketi cebimden çıkardım, açmaya çalışırken Çil Hasan elimden aldı. Yolcular inmek için Çil Hasan’ın ilerlemesini bekliyorlardı. Kimseyi umursamadan paketi açıp çöpü yere attı, iki kulağının arkasına birer sigara koydu. Ağzına da bir tane aldıktan sonra paketi ceketinin cebine soktu, kapıya doğru yürümeye başladı. Sonra Topal’ın Cin Ali geldi kolumdan tuttu:
-“Öyle muhtarım demeyle muhtarlık olmaz. Haydi bakalım çaylar senden.” dedi. Ben yol arkadaşıma döndüm, onu da çaya davet etmek istedim.
-“Sağ ol muhtarım ben içmeyeceğim.” dedi. Cin Ali lafa karıştı:
-“Her muhtarın çayı içilmez ama bizim kadrolu muhtarın çayı içilir.” dedi. Yol arkadaşım:
-“Kadrolu muhtar mı olur?” dedi:
-“Kaç tane seçim geçti, bu güne kadar beni yenen olmadı. Mazbatam olmasa da asıl muhtar benim.” dedim. Üçümüz birlikte indik, tüm otobüse çay ısmarladım.


Yorumlar - Yorum Yaz