ÖĞRETMENLER ODASI

Dersin bitmesine birkaç dakika var. Nazife Abla, elinde tepsiyle merdivenleri güç bela çıkıyor. Geçen hafta gittiği doktor, bir süre dinlenmesini ve mümkünse bundan sonra ağır iş yapmamasını tavsiye etmişti ama iki çocuğunu okutabilmesi için bu işe ihtiyacı var. Abisi olacak o hayırsız, satacak bir yer kalmayınca annesiyle babasını da Nazife Abla’nın evine getirip bırakmasaydı kazandığı üç kuruşla evini geçindirebiliyordu aslında ama kocası da işten çıkarılınca altı nüfusun yükü kadıncağızın üzerine kalmıştı işte. Yine de şükrediyor Allah’a; millet iş bulamıyor bu devirde. Okulda çalışmayı kim istemez ki; öğretmenlerin çaylarını hazırlıyor, odalarını temizliyor. İki çocuğunu okutan, onlara güzel bir gelecek, sağlam bir karakter kazandıracak olan öğretmenler yorgunluklarını onun taptaze çaylarıyla çıkarıyorlar. Nazife Abla’nın çocukları başka bir okulda okuyorlar ama o bütün öğretmenleri sanki kendi çocuklarını okutuyormuşçasına sevip sayıyor.
Dirseğiyle kapının kolunu aşağıya ittirerek açıyor öğretmenler odasının kapısını. Tepsiyi masanın üzerine bırakıyor, sessizce çıkıyor. Bir sonraki teneffüs için taze çay demlemek üzere aşağıya iniyor. Çay ocağının kapısını kapatırken teneffüs zilini duyuyor. Bodrum katta bulunan yerinden çocukların gürültüsünden uzak olduğu için memnun olduğunu söylese de havasızlıktan ve güneş görmemesinden ötürü oluşan rutubet dizlerindeki rahatsızlığı artırıyor. Normal zamanda halinden dert yanmayı sevmese de özellikle akşamın yorgunluğu çöktü mü okuldaki diğer işçilerle konuşurlarken anlatıyor bunları. Hiç anlatmasa içi içini yiyecek diye korkuyor.
Teneffüs ziliyle beraber öğretmenler odası doluyor. İlk önce fizik öğretmeni giriyor içeri, çayını alıyor; cam kenarında, peteğin yanındaki her zamanki yerine oturuyor. Çayından bir yudum alıp bardağı pencerenin önüne bırakıyor. Cep telefonunu açıyor, geçen teneffüs aldığı hissenin yüzde kaç yükseldiğini hesaplıyor. Bu sırada matematik öğretmeni de giriyor içeri.
-“Hayret bi şey arkadaş!”
-“Hayırdır Ahmet Hocam?” Fizik öğretmeni kafasını kaldırmadan, gayet kayıtsız bir şekilde soruyor bu soruyu. Ahmet Hoca aynı kayıtsızlıkla cevap veriyor:
-“Eğitim sisteminin iyice içine ettiler!”
-“…”
Fizik öğretmeni hissesini garantiye aldıktan sonra kafasını kaldırıyor ve Ahmet Hoca’ya:
-“Senin eğitimle ne işin var arkadaş, gir çık sınıfına.” Bu sözü güngörmüş bir adam tavrıyla söyleyip devam ediyor:
-“On beş yıldır şikâyet ediyoruz, bir adım ileri gidemedik.”
Ahmet Hoca, bir şey söylemenin faydasız olduğunu düşünüp susuyor. Birer ikişer bütün öğretmenler çaylarını alıp her zamanki yerlerine yerleşiyor. Coğrafyacı Serkan Hoca, kafasını telefondan kaldırmadan:
-“Şuna bak arkadaş ya, dün yedi yirmi ikiden almadığımız hisse bugün dokuz kırkı görmüş!”
Bedenci Ali gülerek karşılık veriyor:
-“Ulan üç kuruş parayla başımıza borsacı kesildiniz ha!”
Tarihçi Murat Hoca herkesin duyacağı şekilde:
-“Valla ben borsa morsa bilmem, bizim önceki okulda arkadaşlar beş kişi bir arsa aldılar iki sene önce, yüz elli bine. Geçenlerde öğretmenevinde görüştük, sekiz yüz bin veriyorlarmış da satalım mı bekleyelim mi diye tartışıyorlardı.” Edebiyatçı Mustafa Hoca destek çıkıyor:
-“Bence de en sağlam yatırım toprak arkadaş.” Birden fizikçi Kamil Hoca’ya dönüyor:
-“Ne oldu lan bu hafta, hani üç tane atıyordu Fener?”
-“Hakem beşinci dakikada penaltıyı verseydi üç de atardık beş de!” Kamil Hoca o anda hakemi bulsa bir kaşık suda boğacak kadar sinirleniyor. Mustafa Hoca bilerek üzerine gidiyor:
-“Ulan, hakem sizin iki oyuncunuzu atmadı; rakibin bir penaltısını vermedi. Gözünün önünde çocuğun ayağına bastılar yine görmedi!”
-“Hadi lan ordan, sizin maçı da gördük!”
İngilizceci Rasim Hoca, telefondan kafasını kaldırmadan dinliyor herkesi. Akşamki halı saha maçına kimlerin geleceğini soruyor. Kadroyu yazıyor ve guruba mesajla gönderiyor. Bu önemli işi bitirir bitirmez telefonu masaya koyup tarihçiye dönüyor:
-“Arabayı koydum ilana!”
-“Vayy, kaç yazdın?”
-“Elli sekiz beş yüz.”
-“Ne alacaksın, buldun mu bi şey?”
-“Bilmiyorum, bakıcaz!”
-“Kaç paralık bi şey düşünüyorsun?”
-“Valla öyle yüksek bi şey alamayız şimdi; seksen, doksan bakıcaz artık.”
İkinci el araba piyasasının yüksekliği yüzünden sıfır araba almaya da sıcak bakıyor Rasim Hoca;
-“ÖTV’de de iyi indirim var bu ara” diyor.
Biyolojici Tekin Hoca, başını telefondan kaldırmadan:
-“Seçimden sonra piyasalar düzelecekmiş. Piyasaların içine ettiler, şimdi oy için millete yalan söylüyorlar. Satacak bi yer de kalmadı, bakalım bu sefer nereyi satıp milleti kandıracaklar.”
Bu sırada öğrenci zili çalıyor. Koridordan öğrencilerin gürültüleri gelmeye başlıyor. Teneffüs boyunca sosyal medyadaki beğeni ve yorumlarını inceleyen ve bütün beğenilerine itinayla karşılık veren Leyla Hanım birden memnuniyetsiz bir şekilde:
-“Şunlara bak, öküz gibi böğürüyorlar!”
Kitabın kapağını kapatıp çantasına koyan Alev Hanım gülerek karşılık veriyor:
-“Öküz geldiler, öküz gidecekler; ağzını açıp iki laf etsen sen suçlu olursun!”
Bütün öğretmenler arifane bir olgunlukla başlarını sallayıp hak veriyor Alev Hanım’a.
Kamil Hoca destek çıkıyor:
-“Yok hocam yok, bu işin yapılacak bi tarafı kalmamış; bakan bile çıkıp öğrencime dokunan öğretmene ben dokurum derse ne çocuklara güç yeter ne ailelerine.”
Rasim Hoca, bu anı bekliyormuş gibi:
-“Biz, öğretmenler odasının olduğu kattan geçerken korkudan ses çıkaramazdık, çarşıda görsek bile yolumuzu değiştirirdik.”
Müdür Bey sert bir şekilde kapıyı açıp hiçbirinin yüzüne bakmadan:
-“Kat nöbetçisi olan arkadaşlar, lütfen herkes görev yerine geçsin; öğrenciler okulu yıkacak, katlarda bi Allah’ın kulu yok!”
Müdür Bey, geldiği gibi hışımla çıkıyor. Kapı rüzgârın da etkisiyle sertçe kapanınca Tekin Hoca:
-“Ulan, iki dakika rahat yok şu okulda!”
Tam öğretmen zili çalmıştı ki Mustafa Hoca bir fıkra anlatmaya başlıyor. Fıkranın sonunda bütün g..tlerin müdür olduğunu vurgulayıp kahkahayı patlatıyor. Öğretmenler birer ikişer sınıflarına çıkarken yarım kalan sohbetleri de koridorda devam ediyor. Hazır ders zili çalmışken öğretmenlerin bir kaçı tuvalet ihtiyacını, bir kaçı da sigara ihtiyacını karşılamak için arkadaşlarından izin istiyor.
Öğretmenler borsa, futbol, siyaset ve araba gibi mühim işlerine ara verip sınıflarına gittiklerinde Nazife Abla boşalan bardakları toplamak için içeri giriyor. Tepsiye doldurduğu bardaklarla beraber bodrum kattaki çay ocağına inerken dizlerindeki ağrının iyice arttığını hissediyor. Dinlenmek için pencerenin kenarına yaslandığında Rasim Hoca’yla tarihçiyi görüyor bahçede. Arabanın etrafında geziyorlar. Rasim Hoca, tarihçiye bir şeyler anlatıp duruyor. Bu sırada müdür bey koridorda bağrışan öğrencilere soruyor:
-“Dersiniz ne oğlum, niye dışarıdasınız siz?”
-“Tarih hocam.”
Müdür bey sinirli bir şekilde:
-“Nerde hocanız?”
-“Bilmiyoruz hocam, geçen derste geç geldi.”
Öğrencilerden biri lakayt bir şekilde:
-“Sigara içiyordur hocam!”
-“…”
Nazife Abla, duyduğu sözlerin acısını dizlerindeki yorgunluğa ekleyerek aşağı iniyor.


Yorumlar - Yorum Yaz