EMEK MARKA GARA LASTİK-faatih tezce

Mastika ayakkabısı da giydik. Ortasından, yanından, üstünden delikli ayakkabılardı. Yağmur girince içine, ayaklarımız benek benek leke olur; ter izi kalırdı topuklarımızda. Ayaklarımızı, sularda vıcık vıcık sesiyle şut atar gibi gezdirir bundan da çok mutlu olurduk. Penye dediğimiz tişörtlerle daha anlamlıydı bu mastika ayakkabılar. Seksenli yılların kokusuydu bunlar. Bu koku yeri gelir ter kokusu, yeri gelir çamur lekesi, yeri gelir sonbahar esintisi olurdu. Naylondan ayakkabıydı altı üstü ama anlat anlat bitiremez, giy giy doymazdık.
Anlat anlat bitmeyecek bir ayakkabı markamız daha vardı: “Kara lastik”. Ya da Bafra ağzıyla diyecek okursak: “Gara Lastik”. Biraz parlakça olanına da “derbey” denirdi. Yaşlılar giyerdi daha çok derbeyleri. Kâh camiye giden dedelerimizin yolunda, kâh ev sohbetlerine giden anneannelerin ayaklarında görürdük. İçi kırmızımsı bez parçasıyla donatılmış, âdeta ayakkabıya da giyene de bir zenginlik katmıştı.
Bafra’da Kunduracılar Arastası her gün köyden gelenlerle dolup taşardı. Her türden ayakkabının rahatça bulunduğu bu Ayakkabıcılar Çarşısı’nda o yıllarda en çok sorulanlar arasında gara lastik ayakkabılar da vardı. Medrese Aralığı, Kadı Çeşme’si ve Kuyumcular Çarşısı üçgeninden sonra en çok uğranılan yer olan arasta, Bafra’nın haftası olan pazartesi ve perşembe günlerinde adeta iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalığa sahne olurdu. Bir de cumaları köylerden gelenler, çevre il ve ilçelerden gelenler meşhur Bafra pidesi yedikten sonra arastaya uğrar, gara lastiklerini beyaz kâğıtlara sararak koltuklarının arasına sıkıştırır ve memleketlerinin yolunu tutarlardı. Emek markası ile üretilen bu ayakkabıları da giyenler zaten hep emekçilerdi. Tütün parası, pirinç tarlası, mısır satışı, karpuz kesimi gara lastiklerin ürünüydü.
Okullar kapanır kapanmaz gittiğimiz köyde giyilen ayakkabı her daim kara lastik olurdu.
Tarım şehri Bafra geniş ova olduğundan tarım ürünlerinin üretim aşamasındaki ayakkabısıydı kara lastikler. Çorapsız giyilince daha rahat ve kolay çıkardı ayaklar. Çorapla da zaten giyilemezdi. Pirinç tarlalarında gezen işçilerin ayakları hep karaydı. Bu karalık hem çalışkanlıktan hem de kara lastik ayakkabılardandı.
Domates kasalarından araba yaptığımızda da ayağımızda kara lastik vardı, çelik çomak oynadığımızda da, kanalın başı dediğimiz sulama kanalının madımak topladığımız yamaçlarında beş taş oynarken de… Bir de araba lastiklerine tekerlek der, elimizi tekerlere vura vura sevinçten koştururken ayağımızdaki kara lastiklerin sıcaktan ayağımızdan kayıp gitmesine aldırmadan ırmağın kenarına doğru koşardık. Yorulmak biz çocukların henüz tanışmadığı bir eylemdi. Ne zaman ki gara lastikler ayağımızda eskir, o zaman da tahtalardan kendi imalatımız olan oyuncak arabalarımızın tekeri oluverirdi.
Siyah beyaz televizyon kanallarında Hikmet Şimşek’le Pazar Konseri sonrasında western filmlerindeki Kızılderili Oturan Boğa, Japon Samuraylar, Cüneyt Arkın’la tahtadan kılıçla Bizans surlarını keşfetmelerimiz çocukluğumuzun en güzel anıları... Televizyon sonrasında kendimizi sokağa attığımız, ismi gibi “emek” kokan, samimiyet ve bağlılık kokan gara lastik ayakkabılarımızın kokusu aslında hayatın kendi kokusuydu. Sonraki yıllarda gördüğümüz marka ayakkabılar, hiçbir zaman bize o emeğin ve samimiyetin kokusunu veremedi.
Yağmur, sanki bu ayakkabılarla daha renkli, bulutların altında bu ayakkabılarla gezen çocuklar daha neşeli, tarlaya bu ayakkabılarla gidenler daha nasipli, kara lastikli öğrenciler daha başarılıydı.
Geçip giden hatıralara selam olsun.


Yorumlar - Yorum Yaz