LASTİKÇİ TAYYAR

Lastikçi Tayyar elli yaşlarında, biraz kilolu, saçı başı ağarmış, ön dişleri hem seyrek hem de bir ikisi düşük, sigara içmekten dişleri, bıyıkları ve surat rengi artık metamorfoza uğramış bir garip adamdı. Mütemadiyen öksürür, konuşurken de sesi sanki kuyudan çıkar gibi hırıltı ile çıkardı. Geriden bakınca çektiği çilenin satırları alın kırışıklarından okunan bu çilekeş adam bir hayli de muzipti. Sanayideki yan komşusu kaportacı Ali Usta yaşça ondan büyük olduğu için Tayyar’la konuşurken gayet rahat konuşur, çoğu zaman argo tabirler havada uçuşurdu. Tayyar Usta ise “Büyüğümdür, ustamdır.” diye saygıda kusur etmezdi. Bu ikisi yan yana gelince etraftaki tüm ustalar hemen hasır iskemleleri ile koşarak gelir muhabbeti dinlerler, gülmekten yerlere yatarlardı. Tabii bazen kalfaları atlatan çıraklar da bu muhabbet çanağına kulaklarını bandırmaktan geri durmazlardı. Ancak farkına varıldıklarında ise en yakası açılmamış küfürler ile iş başı yapmak zorunda kalırlardı. Ama çıraklar ustaların aralarında ettikleri bir iki dakikalık muhabbet için bu bir iki küfür cümlesini gülerek sineye çekerlerdi.
O gün yine kaldırım taşında kaynayan semaver ile birlikte muhabbet demliği fokurduyor, kahkahalar sitenin arka sokaklarına kadar yayılıyordu. Muhabbetin kokusunu alan ustalar kalfalara işleri bırakıp hemen Lastikçi Tayyar’ın dükkânın yolunu tutmuşlardı.
Ali Usta yine lafı almış ele, düşmüş yola, son sürat, depil destek, frensiz bir şekilde anlatıyordu:
-“Ulan bu anası ölesice mesleğe hadi beni babam yokluktan verdi. Aha bu Tayyar puştunun babasının durumu iyiydi. Amma bunu niye verdi sanayiye biliyonuz mu?”
O sırada Tayyar Usta’nın zaten kararmış teni utancından kızardığından morumsu bir renk almıştı. Söze Renocu Kâmil atıldı hemen:
-“Yav usta, babasının durumu iyi olsa bunu niye lastikçi yapsın? Adamın şaftı kaymış. Yüzündeki kırışıklara baksana. Sanki dünyanın gamını bu çekmiş gibi.”
Ali Usta bıyıklarını burup yere tükürdükten sonra başladı anlatmaya:
-“Lan oğlum Kâmil, onun alnının kırışıklarını benim gramafonda okutsam şart olsun sadece oyun havası çalar. Lan bu puşt domuzluğundan, ince fikirliliğinden bu hale geldi. Eğer bir gram çile çektiyse eşek diye şu meydanda anırırım namussuzum.”
Esnaf gülmekten yine yerlerdeydi. Boyacı Salih dayanamayıp hemen lafa atıldı:
-“Yav usta nerden de buluyon bu alengerli lafları? Biz de diyok ki “Bu Tayyar usta ne çilekeş adam!”
-“Lan oğlum bakmayın siz bunun mazlum durduğuna. Şeytan bile bunu görünce elini ardına koyup hatim indirip sessizce savuşur bunun yanından.”
Tayyar Usta da herkes gibi ellerini çarpa çarpa gülüyordu Ali Usta’nın laflarına. O da bir çift laf atıverdi ortaya:
-“Ben onu bi yakalasam zaten onun aaa...”
Ali Usta tekrar sazı aldı eline:
-“Biliyonuz biz bu Tayyar ile aynı köylüyük. İşte bu bizim Tayyar bi kabahat işlemiş. Ne yapmış biliyonuz mu?”
Herkes hep bir ağızdan merakla:
-“Ne bilek usta, anlatala!”
-“Bizim köyün ağasının bir şımarık göbeli vardı. Adı neydi la onun?”
Tayyar Usta hırıltılı bir ses tonuyla:
-“Piç Sarı derdik. Adı batsın dürzünün. Namık’tı adı.”
-“Ha işte o Sarı Namık babasına bir Cızlavıt ayakkabı aldırır.”
O esnada çıraklardan birisi lafa girdi:
-“Ali Usta Cızlavıt ne ki?”
Herkes bir anda çırağa döndü. Tabii çırak soruyu sorduğuna, soracağına pişman olmuştu ama olan olmuştu bir kere. Zira Elektrikçi Celal çırağının sesini duyar duymaz birden kükremişti:
-“Ulan deyyus sen ne ara geldin laf dinliyon?”
O esnada Ali Usta devreye girdi:
-“Sus lan sen de! Burda senden büyük ustaların varken bizim yanımızda çırağa bağırıyon. Yav senin ustan da patavasızdı sen de öylesin! Yav baba, ata yanında garıya, bebağa nasıl bağırılmazsa büyük ustanın yanında kalfaya, çırağa azir, tazir edilmez. Kaşınla, gözünle uzaktan işmar edersin. Şuncacık muaşereti bellemediniz. Elleme bebaa, az da laf bellesin. Hem çayı kim dolduracak?”
Zılgıtı yiyen Celal Usta “Afedersin usta!” demekten başka bir şey yapamadı. Bu arada herkes Ali Usta’nın kendi el yapımı yanık yağı ve üstüpü ile yakılan semaverine baktı. Su fokur fokur kaynıyordu. Çayın mis gibi kokusu yanık yağ kokusu ile birleşince ilaç gibi kokuyordu. Öyle bir ilaç ki içen herkes bu çaya müptela oluyordu. Ali Usta lafa kaldığı yerden devam etti:
-“Salih oğlum eskiden öyle Nayk’mış, Adidas’mış nerde? Bildiğin kara lastik ayakkabı. Şu Tayyar Usta’nın şambrelleri gibi bir şey anıyacan. Sen şimdi şu bardakları kaynarla, milletin çayını dök. Haydi bakıyım aslanım göreyim seni, bardakları kırmadan doldur. Demi doldururken ardını bek kaldırıp çayı köpürtme ha!”
Salih kara lastik denilince olayı anlamıştı. Hemen semaverin başına geçip çayları Ali Usta’nın dediği gibi doldurmaya başladı. Ali Usta da bu kısa açıklamadan sonra anlatmaya devam etti:
-“İşte bu Sarı Namık’ın ayakkabıları bu Tayyar güzelce kesip topuklarından teker yapmış ve bir takosa takıp direktör diye sürmüş. Takosu da bir güzel kırmızıya boyamış üstüne de MF275 yazmış. Tabii olay anlaşılınca babası da Tayyar’ı bana getirdi: “Bunu bir lastikçiye ver. İyi lastik yapıyor. Lastikçi olsun.” dedi.” Ben: “Motorcu olsun.” desem de “Yok ille lastikçi olacak. Elin ayakkabısını kesmek neymiş bellesin köpoğlusu!” dedi. O gün, bu gün lastikçi oldu. Adı da Lastikçi Tayyar kaldı.”
O sırada Renocu Kâmil’in telefonu çaldı:
-“Alo”
-“Hı”
-“Usta yolda kalmış bir arabaya gitmiş, yarım saate gelir, de. Beklesin, çatlamadı ya!”
-“Ne?”
-“Oğlum tamam kısa kes benim dediğimi söyle. Onun acelesi varsa bizim de acelemiz var. İki lafın belini kırıyoruz şurda. Sohbetin kazası olmaz. İş bekler, laf beklemez!”
Herkes bu kısa diyaloğa katıla katıla gülüyor bir yandan da el birliği ile bardaklarını karıştırıyorlardı. Kâmil Usta öfkeyle çayı karıştırmadan hörpümleyince hem dili yanmış hem de demli çay acı gelmiş olmalı ki acayip bir ses çıkarıp yudumladığı çayı yere tükürdü. Sonra da bir şey olmamış gibi başladı konuşmaya ama diğer ustaların gülmekten ellerindeki bardağı tutacak halleri kalmamıştı.
-“Öyle değil mi usta? Bekleyiversin hep iş olur mu? Azcik de morel lazım adama.”
Ali Usta başıyla onu tasdik edip tekrar mevzuya döndü:
-“İşte bizim Lastikçi Tayyar efsanesi de böyle doğdu. Öyle değil mi lan?”
O zamana kadar anlatılanlara gülen Tayyar biraz ciddileşerek hırıltılı sesiyle konuşmaya başladı:
-“Yahu usta iş hem öyle hem öyle değel. İşin aslı başka.”
Bu esnada herkes ciddileşip gözünü Tayyar Usta’ya dikmişti. Tayyar Usta cebindeki tabakayı çıkarıp bir sarma tütünü ateşledi. Bir iki nefes çekip başladı anlatmaya:
-“Usta sen bilirsin bizim köyün en garibi Öksüz Rıza vardı ya, işte Hasan Ağa bu çocuğa acır ve ona şeherden bir Cızlavık ayakkabı alır. Oğlu olacak bu Sarı itine der ki: “Bu ayakkabıları götür Rıza’ya ver. Sevinsin gariban.” Hasan Ağa rahmetli iyi adamdı biliyon ya. (Bu arada Ali Usta da başını sallayarak onu onaylıyordu.) İşte bu Sarı iti, okulda o garibana ayakkabıları verdi. Şart olsun Rıza yalın ayak gezerdi. O da buna çok sevindi ve ayakkabıları alıp hemen ayağına giydi. Garip, bir sevindi ki sorma gitsin. La valla ağladı Sarı puştunun boynuna sarılıp. Ben de Sarı’ya gidip “Çok sevaba girdin. İyi yaptın şu yetimi sevindirdin.” deyince bana ne dese iyi?”
Oradaki herkes hep bir ağızdan:
-“Ne dedi?”
-“Babam buna yeni ayakkabı almış. Ben kendi ayakkabılarımla değiştirdim. Önce yıkadım benimkileri. Kuruyunca kağıdına sardım. Bu salak da hiç bakmadan ayağına soktu. Nasıl iyi yapmışım de mi?”
Bu arada hep bir ağızdan en yakası açılmadık küfürler havada uçuştu. Hatta Ali Usta bile öyle bir salladı ki küfürü, oradaki herkes küçük dilini yutacaktı neredeyse. Zira o güne kadar kimse böyle musturlu bir küfür duymamıştı. Tayyar söze devam etti:
-“Lan ben bunu duyunca deliye döndüm. İçimden “Sen sevin it oğlu it, ben sana yapacağı biliyom.” dedim. O akşam el ayak çekilince bunların avluya girdim. Kapıdaki bunun ayakkabıları kaptığım gibi bizim ahıra koştum. Güzelce ayakkabıların tabanlarını kestim, yuvarladım. Kenarlarını aynı direktörün böyük tekeri gibi dişli yaptım. Benim takosa taktım.”
Bu arada herkes “Helal olsun Tayyar Usta!” diye tezahürata başlamıştı. Tayyar cigarasından bir iki fırt, çayından da bir yudum daha çekip anlatmaya devam etti.
-“Tabii bende de hıyarlık var. Kestiğim lastikleri ahırda bırakmışım. Ertesi günü babam bunları bulmuş. Beni çağırdı. İnkâr edemedim. Bir ton dayak yedim. Olanları anlatsam da dinlemedi. Tabii bu arada Sarı Namık alçağı da yaygarayı basmış. Babam da gidip Hasan Ağa’ya anlatmış olanı. Ama oğlunun yaptığı itliği anlatmamış tabii. Beni de ceza olarak sana getirip lastikçi yaptı. Babam o deyyusa ayakkabıları ödedi. Ben de boş durmadım, Hasan Ağa’ya durumu anlattım. Bunun üzerine Hasan Ağa ertesi günü okula geldi. Sınıfa girdi. Öğretmen: “Hoş geldin.” dedi emme Hasan Ağa öğretmene: “Bak öğretmen sen bunlara iyi ders veremiyon. Ben şimdi bir ders verecam sen de seyret, iyi belle!” dedi. Sonra Namık ve Rıza’yı çağırdı. Oğlu Namık’a: “Senin ayakkabıların niye yeni?” diye sordu. O da: “Beni göstererek Tayyar ayakkabımı çalıp kesinci babası ödedi ya baba.” dedi. Bu kez Hasan Ağa: “Peki Rıza’nın ayakkabısı niye eski?” diye sordu. Sarı Namık bir anda kıpkırmızı oldu. Emme göbelde yalan gübür gibi: “Yeniyi satıp eskiyi almıştır.” demez mi? Hasan Ağa: “Rıza sana bu ayakkabıları Namık mı verdi?” diye sordu. Rıza da: “Evet Hasan emmi.” deyince yeni ayakkabıları eline aldı Sarı’nın suratına suratına çaldı. Öğretmen bile elinden alamadı. Sonra o yeni ayakkabıları Rıza’ya verdi. Rıza’nın ayakkabıları da bana. Öğretmene de: “Bunlara böyle ders vermezsen akıllarında kalmaz muallim efendi. İyi ver dersini.” dedi ve çıktı gitti.
Herkes şaşırmıştı. Hep bir ağızdan:
“İyi de Namık’ın ayakkabılarını niye sana verdi Hasan Ağa?” diye sordular.
Tayyar gülerek cevapladı:
-“Niye olacak, onları da kesip takostan direktörüme yedek lastik yapmam için. Hatta hiç unutmam Hasan Ağa bana o gün: “Lan Lastikçi Tayyar, bunları da kesip teker yapacan. Bana da getirip gösterecen. Eğer beğenmezsem şart olsun senin ayakkabılarını da elinden alırım.” dedi.”
Ben de özene bezene bir çift teker yaptım Hasan Ağa’ya gösterdim. Hasan Ağa çok beğendi. Tabii biz lastikçi olduk ondan sonra.
Yine çırak Salih araya girdi:
-“Tayyar Usta peki Namık ne yaptı ayakkabısız?”
Tayyar usta kahkahayla gülerek cevapladı:
-“Babası o ite tam üç ay ayakkabı almadı. Yalın ayak okula geldi gitti tapan ayaklı deyyus!”


Yorumlar - Yorum Yaz