NEREDESİN DORA AYAKKABIM?-musa ser

Zaman zaman: “Ah çocukluğum ah!” diyorum. “Ah çocukluğum ah!” derken çocukluk günlerim gözümün önünden film şeridi gibi geçiyor. Bazen kederli günler geliyor gözümün önüne ve birden boğuluyorum, bazen de sevinçli günler geliyor, neşeleniyorum.
Yoksulluğun had safhada olduğu, on çocuğunun rızkı için çalışıp çabalayan bir baba ve bir ana düşünün. Sabahtan akşama kadar tarlada ırgat olarak çalışıp çocuklarını rahat ettirmek için uğraşmak elbette kolay değil.
Çocukluğum Adana Karaisalı Döşekevi köyünde geçti. Köy, Karaisalı’ya bağlı olmasına rağmen işler daha çok Adana’dan yapılır, Karaisalı’ya sadece mahkemelik bir hadise olursa öyle gidilirdi. Çok şükür köyümüzde ve bütün civar köylerde mahkemelik olaylar olmazdı. Adana’ya genellikle büyükler gider ihtiyaçları alır gelirlerdi. İhtiyaçlar mı? Ayakkabı, giyecek, yiyecek vs. şeyler olurdu. Babam, Adana’ya gittiği zaman dönüşünü dört gözle beklerdik. Dönüşünde getirdiği somun ekmek arasında helvaya bayılırdık. Giyecek ve ayakkabı geldiği zamanlar da bayram ederdik. Gelen şeyleri anacığım üzerimize göre pay ederken nasıl da sevinirdik. İşte bunlardan birisi de bana getirilen Dora marka lastik ayakkabıydı. Biraz açık kahverengi görünümlü ama eskimeyi bilmeyen bir ayakkabı. Bir yerinden yırtıldığı zaman hemen dedem eline aldığı maşayı közün içine sokup iyice kızdırır, maşa kızarırken daha önce eskimiş olup giyilmeyen naylon ayakkabılardan ölçerek kestiği parçaları kızgın maşayla yırtık yere yapıştırırdı. Yanan ve eriyen naylonun kokusu ağır olmasına rağmen çok sevilirdi. Naylon ayakkabıyı kış yaz sürekli giyerdik. Ayakkabı eskime bilmediğinden genellikle bir numara büyük alınır ve gelecek senenin giyim işi de planlanırdı. Naylon ve bir numara büyük ayakkabı bazen çamurun içinde kalır onu ellerimizle çıkarırdık. Bazen de içi dışı iyice ıslanır yürürken “fort fort” eder dururdu. Fort fort etmesi neyse de ayağımızı özellikle topuk kısmından vururdu yani yara eder kan revan içinde bırakırdı. Bazen de ağrı sızı artar günlerce topallayarak yürürdük. Yeniden yara etmemesi için de ayakkabının topuk kısmına pamuk koyardık.
Dora ayakkabı dedim de sonraları bizim “kelik” diye adlandırdığımız kilteli yazlık ayakkabılar gelmeye başladığında ilk giyenlerin ayağına gıpta ile bakardık. Ayağına giy, kitlesini vur ve koş babam koş… Sabahtan akşama kadar giydiğimiz ayakkabıyı çıkardığımızda ayağımızın kapalı yerlerde kalan kısmı bembeyaz, diğer yerler kirlenmiş görünürdü. Hemen yıkardık ama beyazlığın verdiği iz hemen geçmezdi. Kilteli ayakkabılar (kelikler) değişik renklerde olabilirdi. Kız çocukları için daha çok kırmızı ve pembe renk tonları, erkekler içinse siyah, koyu mavi vs. tercih edilirdi.
Daha sonraları Cızlavet adını verdiğimiz siyah ayakkabılar geldi. Ayağına giydiğin zaman ıslanmayagörsün çıkmayı bilmezdi. Cızlavet’in de en kötü tarafı ayağın topuk kısmını çabucak vurup yara etmesiydi. Daha sonraları Cızlavetlerin içi muflonlu tabir edilen modelleri çıktı. İçi muflonlu olanları daha çok kış aylarında giyerdik. Tabii iki ayakkabı kışlık yazlık alınabilirse…
Çocukluğumun Dora’sı, keliği, Cızlavet’i derken bir şeyi unutacaktım neredeyse. Hem de benim yaşantımda hiç unutamadığım, hatırıma geldikçe tebessüm ettiğim bir hadise. Ortaokula kayıt olmak için Adana’ya gideceğimiz günlerde babamın alıp getirdiği “kundura” tabir edilen bir ayakkabı... Kocaman adam olmuştum, bana kundura alınmıştı ve ben kunduramı giyip okula kayıt olmak için gidecektim.
Kunduramın geldiği gün adeta hiç uyuyamadım. Gizlice giyip akranlarıma gösteriş yapmak için gezmeye çıkmıştım. Akranlarımın olduğu evleri tek tek dolaşmış adeta şov yapmıştım. Bir evde oturmam gerekirse kunduramı çıkarıp elime almayı ve oturduğum yerde yanıma koyup ara sıra okşamayı da ihmal etmemiştim. Bir de kunduramın alındığı günlerde onu sık sık siler pırıl pırıl görünmesini sağlardım. Hele hele akşam olduğu zaman iyice siler gıcır gıcır yapar gizlice yatağımın içine koyar koynumda yatırırdım.
Şimdi: “Ah çocukluğum ah!” derken bugünün çocuklarına bakıyorum da aslında onların da bizim yaşadığımız çocukluğu yaşadıklarını fark ediyorum. Şimdiki çocukların giydikleri biraz daha süslü, biraz daha gösterişli ama bizim yaşadığımız günlere benzer heyecanları yaşıyorlar.
Ah çocukluğum ah! Neredesiniz Dora ayakkabım, neredesiniz kilteli keliğim, neredesiniz Cızlavet’im? Yeniden girseniz de hayatıma bana çocukluğumu yaşatsanız, olmaz mı?


Yorumlar - Yorum Yaz