EMEKLİ MEBUSLAR KIRAATHANESİ-iki

Günler günleri kovalıyor, ülkede gündem değişiyordu ama kıraathanedeki simalar ve olaylar da değişmeye başlamıştı. Alınan son karar dışarıda bayağı bir dedikoduya neden olmuştu. E reklamın iyisi kötüsü olmaz hesabıyla bu durum kahveye olan merakı artırmıştı. Hele vekillikten yeni düşenlerin en az on yıl ara vermeden buraya gelemeyecek olması eski vekillerin bayağı işine gelmişti.
O gün işim çıktığı için kıraathaneye biraz geç gelmiştim. İçeri girdiğimde yine bizim demirbaş müdavimlerden Ali Saip Bey, İhsan Bey ve Cefai Kaplan oturuyorlardı. Yanlarında bir adam daha vardı ama onu tanımıyordum. Bu adam en az atmış yaşlarında hafif kilolu, tepesi açık olmasına rağmen yandaki saçlarını tepesinden öbür tarafına yapıştırmış gibi bir görüntü veriyordu. Ağzındaki altın dişlerini de tıpkı Şener Şen’in ağa rolü oynadığı sahnelerde olduğu gibi ikide bir sanki mahsus gösteriyor gibiydi. Zaten şivesi de ona çok benziyordu.
Selam verip masama giderek bilgisayarı açtım. Bu esnada kahvecinin oğlu İdris çayımı getirdi. Cebimden çıkardığım tatlandırıcıyı bardağa bırakıp karıştırmaya başlamıştım. Ama kulağım yan masadaydı. Bu adam kim diye bayağı merak ediyordum. Bu sırada İdris öbür masaya da çay bırakmış ocaklığa dönüyordu. Göz göze gelince ona bu adam kim dercesine kaş göz işareti yaptım. Yanımdan geçerken kulağıma eğildi ve fısıltı halinde “Eski mebuslardanmış.” dedi ve gitti.
İdris Efendi’nin bu kısacık malumatı meramımı giderdiği için gayet rahatlamıştım. Öyle ya buraya mütekaid mebus olmayanı almıyorlardı. Tabii İdris’e kızıyordum içinden. Nere mebusuydu kaçın kaçıydı, tevellüd kaçtı bunları bilmem lazımdı. Ben bu sancı ile kıvranırken içeriye Reis Ceyhun Zeydan Bey girdi. Herkes kemal-i hürmet ile ayağa kalkıp Reis’i istikbal eylediler. Reis kendisine ayrılan masaya gidip oturdu. Hemen İdris, onun açık çayını limonu ile yetiştirdi. Reis, İdris’in yüzüne boş boş bakınca İdris:
-“Reis’im, babam şimdi fırına gitti. Simitleri hemen getirecek.” dedi. Bu esnada kahveci Temel içeri girdi. İdris hemen en gevreğini seçip Reis Bey’in önüne koydu. O esnada Reis’in çehresi gevşeyivermişti. Ben de bir simit istedim. Bu esnada Ali Saip Efendi, Reis’e seslendi:
-“Reis Bey bu arkadaşı tanıdınız mı?”
Reis gözlüğünün üzerinden adama uzun uzun baktı. Sonra yüzünü buruşturarak: “Cık!” dedi. Bu defa devreye İhsan Efendi girdi:
-“Reis Bey yahu şu bizim son dönemimizde, önce Hukuk Partisi’nden İstanbul mebusu olarak girmişti ya… Tanımadınız mı, Kamil Bey canım işte!” Reis hiç oralı olmadan gazeteyi yüzüne gerdi ve yine dudakları ile dişleri arasından bir “cık” sesi daha çıktı. İhsan Efendi üsteledi:
-“Yahu mirim hatırlasana daha sonra Hak Partisi’ne geçmişti, oradan da Millet Partisi’ne… Hani şu meşhur Kamer Motel hadisesi vardı ya. Sonunda vekâlet sözü verilmişti ama tutulmayınca bağımsız olmuştu ya. Hatırlamadın mı?”
Reis bu defa daha sert bir “cık” sesi çıkardıktan sonra sandalyesini pencere tarafına çevirip oturdu. Her halinden öfkelendiği belli oluyordu.
Bu kez Kamil Bey duruma müdahale etmek zorunda kaldı. Yerinden kalkıp kendilerine sırtını dönen Mütekaid Mebusan Meclisi Reisi Ceyhun Zeydan’ın tam karşısına oturdu.
-“Üstadım beni nasıl tanımazsınız? Sizin meclis başkanı seçildiğinizde sizin için kulis yapmıştım. Siz seçildiğinizde sizin yanınızda kaç gün tebrikleri beraber kabul ettik.”
Reis Bey okuma gözlüğünü çıkarıp masanın üzerine koydu. Elini masaya vurarak:
-“Bana bak Kamil Efendi, pazarlıklar neticesinde bir ayda üç parti değiştirip sonunda bağımsız olan ve bir daha meclise hiç uğramayan bir adamı tanımamı nasıl istiyorsun? Sizi tanımak istemiyorum. Meclise girdiğiniz ilk günden sorun yaşadınız ve yaşattınız. Önce yemin etmeyi unuttunuz. Günlerce sizi aramak zorunda kaldık. Güç bela ve hatta tamamen tesadüfen Antalya’da tatilde iken görüldünüz ve yemin etmeniz gerekliliği söylendiği halde bir ay meclise yine uğramadınız. Hükümete güven oylamasına yemin etmediğiniz için giremediniz. Aradan aylar geçtikten sonra yemin edebildiniz. Sonra pazarlıklara adınız karıştı. Kamer Motel olayının baş tezgâhçısı oldunuz. Sizin yüzünüzden iki defa hükümet düştü. Ticaret Vekili olacaktınız, olamadınız. Bağımsız oldunuz. O kadar bağımsız oldunuz ki bir daha meclise uğramadınız. O yüzden sizi tanımıyorum. Tanımak da istemiyorum.”
Kamil Bey arkasına yaslanıp bir kahkaha attı.
-“İlahi mirim, sanki ben meclise gelmedim de devlet mi battı? Hükümetsiz mi kalındı? Yok. İşler yine yürüdü. Siz şükredin ben meclise gelseydim yeni bir parti kuracaktık. Ben başvekil olacaktım. Millet Partisi’nden, Hak Partisi’nden, Hukuk Partisi’nden ve bağımsızlardan müteşekkil bir oluşum olacaktı. Partinin adı da Yeniden Yükseliş Partisi olacaktı. Amblemi bile hazırdı. At üstünde bir süvari, sadağında altı ok, boynunda bir anahtar ve atın önünde kurt vardı. Biz tam oluşumu hazırlamıştık ki bir gece beni Büyük Kulüp’ten çıkarken apar topar bir arabaya bindirdiler. Başıma bir çuval geçirdiler. Araba tam iki saat şehrin içinde dolandı durdu. Sonunda bir binaya götürdüler. Binaya girince bir asansöre bindik ve asansör birkaç kat aşağı indi. Sonunda bir salona getirildim. Başımdaki çuvalı çıkardılar ve beni bir sandalyeye oturttular. Karşımda yüzleri maske ile örtülü adamlar oturuyordu. Burası gizli bir cemiyet idi. Reis koltuğunda oturan adam bana gürledi:
-“Kamil Efendi son zamanlarda çevirdiğin dümenlerden çok rahatsız oluyoruz. Bu parti işinden vazgeçeceksin. Yoksa senin için iyi olmaz.” dedi.
Ben geriye yaslandım ve kendimden emin bir şekilde:
-“Vazgeçmesem ne yaparsınız ki?” dedim.
Reis daha da bir hiddetlendi:
-“Seni yok ederim!” diye bağırdı.
Ben yine oralı olmadım.
-“Ben vazgeçsem dava arkadaşlarım bu işten vazgeçmez. Beni tehditle korkutamazsınız.” dedim.
Reis:
-“Kime güveniyorsun sen? Senin en güvendiğin Zübükzade bile avantasını alıp vazgeçti.” dedi.
O an bunun bir blöf olduğunu düşündüm. İnanmadım.
-“Zübükzade kesinlikle bu işten vazgeçmez, beni satmaz. İnanmıyorum.” diye haykırdım.
O esnada reis hışımla ayağa kalktı ve başındaki maskeyi çıkardı. Bir de ne göreyim İsmail Zübükzade karşımda duruyor. O an nutkum tutuldu. Tansiyonum çıktı, şekerim düştü. Olduğum yere pelte gibi yığıldım kaldım. Zübükzade daha da gür bir ses tonuyla:
-“Bana bak Kamil Efendi, bir daha kendine bile güvenme. Ayakaltında dolaşma. Seni mecliste görürsem şart olsun kendini yok bil.” diye bağırdı.
O kadar tırsmışım ki dilim damağım kurumuştu. Yine de itiraz ettim:
-“Ama ben seni Nafia Vekili yapacaktım.” dedim.
Zübükzade:
-“Ben seni mebusluktan azletmekten bahsediyorum sen bana vekillik vereceğim diyorsun. En iyi sen sus ve daha da batma.” O esnada kıraathanedeki tüm adamlar onların etrafını çevirmişti. Herkes pür dikkat Kamil Bey’i dinliyordu. Kamil Bey elini sallayarak:
-“Ya Reis Bey, işte ben bu yüzden bir daha meclise gelmedim.” dedi.
Reis Ceyhun Zeydan şaşkın şaşkın sordu.
-“İsmail Zübükzade de kim? Benim bildiğim bir İbrahim Zübükzade var o da Aziz Nesin’in bir roman kahramanı.”
-“Mesela yani” dedi. Reis Bey ve yanındakiler bu son söze çok sinirlenmişlerdi. Herkes bağırıyor, çağırıyor Kamil Bey’i protesto ediyordu. Kamil Bey dayanamadı ve gür bir sesle:
-“Bu da benim roman kahramanım. Ha İbrahim ha İsmail ne fark eder? Sonuçta Zübükzade işte!” demez mi? Ortalık bu defa iyice karışmıştı. Masada oturan eski mebuslar masaları yumrukluyorlar ha bire patırtı çıkarıyorlardı. Kamil Bey ise kendisini savunmak için ha bire:
-“Değerli mebuslar, değerli mebuslar!” diye papağan gibi aynı sözleri tekrar ediyordu.
Bu arada birkaç kişi de masalarda ellerine geçirdikleri kitap ve defterleri Kamil Bey’e fırlatmaya başlamıştı ki birden ocaklıktan Temel Efendi gürledi:
-“Kendünüze gelin da! Ha burayı da meclis genel kurul salonuna çevirdiniz. Ula siz aruk vekil değilsinuz da. Ha şuni o hamsi kafalarinıza yazin artık.”
Bir anda ortalık duruldu, bir sessizlik oldu. Ama sessizliği Temel’in oğlu İdris’in pıskırması bozdu. Ardından ben de gülmeye başlayınca herkes kahlahalarla gülmeye başladı. Deminden birbirinin boğazına sarılanlar bu kez birbirinin boynuna sarılıp “Mesela yani” diye gülüyorlardı. Temel Efendi bu duruma fazla dayanamadı ve omzundaki havluyu yere çarparak:
-“Ula ne halinüz varsa görün, ahanda ben gideyrum!” dedi ve kapıyı çarpıp gitti.
Bir anlık sükûnet olsa da Temel’in ardından herkes “Deli bu ya!” diyerek tekrar kahkahalar atmaya başladılar.


Yorumlar - Yorum Yaz