KADROLU MUHTAR -VI- (İntikam Planı)

Yol arkadaşımla Serkan’la birer çay daha içtik. Aklım arabamdaydı, kendime kızıyordum. Nasıl aldanmıştım, hangi akla hizmet Mahmut’a anahtarı vermiştim. Arabayı alıp gideceklerini düşünmeliydim. Serkan saatine baktıktan sonra:
-“Memurların mesaisi bitmek üzere. Arkadaşımı arayayım da gelsin.” dedi. Serkan’ın bizim ilçede görev yapan arkadaşı Barış yarım saate kalmadan geldi. Serkan’la sarılıp kucaklaştılar. Serkan beni Barış’la tanıştırdı. Üçümüz birlikte önce bir ayakkabıcıya uğradık ayağımdaki takunyaların yerine bir çift kara lastik aldım. Sonra bir lokantaya oturup karnımızı doyurduk. Serkan yolda yürürken gerekse yemek yerken benim hikayemi Barış’a anlattı.
-“Bu akşam muhtarım da senin misafirin.” dedi. Barış:
-“Başımızın üstünde yeri var.” dedi. Ben onlara yük olmak istemediği, bir akrabamda kalabileceğimi söyledim. Barış:
-“Dünyada olmaz muhtarım, seni bırakmam.” dedi. Usulen de olsa:
-“Yahu ben size rahatsızlık vermeyeyim.” dedim. İkisi birden:
-“Darılırız.” dediler.
-“Sizin konuşacaklarınız, görüşecekleriniz vardır. Ben başımın çaresine bakarıım.” dedim.
-“Estağfurullah olur mu öyle şey?” dediler.
-“Eh madem öyle, hatırınız kırılmasın.” dedim. Serkan:
-“Seninle işimiz çok muhtarım, akşam intikam planı yapacağız. Unuttun mu?” dedi. Unutur muydum hiç?
-“Onların analarından emdikleri sütü burunlarından getirmezsem bana da Muhtar Ramazan demesinler.” dedim.
Köyün girişinde oturan bir arkadaşı arayıp benim arabanın yoldan geçip geçmediğini sordum. Geçmemişti. Bu defa ona Tırı Mahmut’u görüp görmediğini sordum. Tırı Mahmut, Çil Hasan, Lap Osman, Cin Ali ve Çullu Yusuf hep birlikte ellerinde çanta, sırtlarında çuval ile biraz önce yayan yapıldak yoldan geçmişler. Tahmin ettiğim gibi arabamı yakıtının bittiği yerde bırakmışlardı. Telefonu yeni aldığımdan çoğu kişinin numarası rehberden silinmişti. Rehberimden kayıtlı olan arkadaşlardan birini arayıp Tırı Mahmut’un numarasını aldım. Defalarca aramama rağmen telefonu açmadı. Daha sonra peş peşe diğerlerinin numaralarını da alıp aramadım ama hiçbiri telefona cevap vermedi. Hiç olmazsa telefonu açıp arabamın kaldığı mevkii söyleseler yarın için işim kolaylaşacaktı. Sinirlendim bir iki küfür savurdum. Yol arkadaşım Serkan, elini boynuma attı:
-“Takma kafana.” dedi.
-“Yahu nasıl takmayayım yaptıklarını görüyorsun.” dedim.
-“Merak etme biz de onlara günlerini göstereceğiz.” dedi.
Eve vardık. Barış güzel bir çay demledi. Koltuklara kurulup sohbete koyulduk. Adeta kırk yıllık dost gibiydik. Köylülerden intikam almak için aklımıza pek çok şey geliyordu. Barış bunları bir kâğıda not aldı. Bazı planlar çok acımasızdı, bazıları bana yaptıklarına karşılık çok hafif. Bazılarını sonradan Barış beğenmedi, bazıları Serkan bazılarını da ben. Sonunda bir plan üzerinde karar kıldık. Bu planı enine boyuna tartıştık, detaylandırdık. Köylülerin başına gelecekleri düşündükçe heyecanlanıyordum. Genç arkadaşlarımla birer sigara daha yakıp dumanını keyifle savurduk:
-“İyi ki sizi tanıdım arkadaşlar. Her şey için çok sağ olun.” dedim. Serkan:
-“Muhtarım daha bir şey yapmadık. Planımızı başarıyla uygulayalım sonra teşekkür edersin.” dedi.
-“Ben onlardan intikam almış kadar oldum. Düşünmesi bile içimi rahatlattı.” dedim. O ara gök gürlemeye başladı. Perdeyi aralayıp sokak lambasına doğru baktım, şakır şakır yağmur yağıyordu. Kendi kendime:
-“İnşallah bizim köye de yağıyordur, ekinler iyice sulanır.” dedim. Lafa dalmış vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştık. Barış saatine bakıp:
-“Oo saat ikiye gelmiş kusura bakmazsanız ben yatacağım, sabah mesaim var. Siz keyfinize bakın.” dedi. Bizim de uykumuz gelmişti. Salondaki çekyatlara uzandık.
Sabah uyandığımda Barış çoktan işe gitmişti. Serkan’ı uyandırdım. Birlikte kahvaltı yaptıktan sonra ben evden çıktım. Tanıdıklardan birisinin arabasını tuttum, önce benzinliğe uğrayıp bir bidona benzin doldurttuk. Sonra da köyün yolunu tuttuk. Yolun yarına geldiğimizde arabam göründü. Düşündüğüm gibi köylüler gazın bittiği yerde arabayı bırakmışlardı. Kapılar, pencereler sonuna kadar açıktı. Benzini arabaya döktüm. Beni getiren arkadaşı parasını verip yolladım. Yağmur buralara da yağdığından arabanın içi sırılsıklamdı. Sürücü koltuğuna oturur oturmaz, ayağa fırladım. Kafamı tavana çaptım. Kıçım ıslanmıştı. Serinlik ta içime geçti. Altıma koyacak kuru bir şey yoktu. Mecburen ıslak koltuğa oturup arabayı çalıştırdım. İyi kötü eve varıp koltukların kılıflarını çıkardım, ipe serdim. Kapılarını, pencerelerini açtığım arabayı kuruması için güneş gören bir yere çektim.
Birkaç saat sonra, Tırı Mahmut’la Çil Hasan karşımdan geldi. Hiçbir şey olmamış gibi konuştuk. Ben araba konusunu hiç açmayınca Mahmut ve Hasan birbirlerinin yüzüne baktılar. Tırı Mahmut başını bana doğru çevirdi:
-“Biz seni almaya gelecektik yav sen niye zahmet ettin? Aha Hasan da şahit, ikindin gelecektik.” Hasan hemen atladı:
-“He ya ikindin gelecektik.” Dişlerimi gıcırdata gıcırdata cevap verdim:
-“Sizi bir daha yormak istemedim canım kardeşlerim.” Bunun üzerine Tırı Mahmut rahatlamıştı:
-“Valla gardaşım bana sorarsan sen bu arabana bir baktırt. 160’ı geçince titremeye başlıyor. Allah muhafaza şakaya gelmez.” dedi.
-“Olur olur.” deyip yoluma devam etmek istedim. Hasan araya girdi:
-“Lan oğlum arabanın titremesi yol bozuk olduğundan.” dedi. Tırı Mahmut, beni gösterip:
-“Tamam işte gene bunun yüzünden. Bunca yıllık muhtar, hala şu yola bir asfalt attırmadı.” dedi. Yumruklarımı sıktım, gönül şuna iki patlat dedi, içimden la havle çektim. Hasan, Tırı Mahmut’un koluna girdi uzaklaşmaya başladılar. Biraz ilerledikten sonra Mahmut arkasına dönüp bağırdı:
-“Sen şu arabana bir baktırt, baktırt ihmal etme! Şu köyün yoluna da imza mı toplarsın, kaymakama mı çıkarsın bilmem, bir el at.” Daha fazla dayanamadım. Yerden bir taş alıp fırlattım arkasından. İki üç metre kadar ötelerine düştü. Gülüşerek yollarına devam ettiler.
Aradan birkaç gün geçti. Biz bu arada yol arkadaşım Serkan’la sürekli telefonlaşıp planımıza son şeklini verdik. Planladığımız gibi bir sabah ben ilçeye gidip Serkan’ı aldım. Birlikte köye geldik. Serkan güya fotoğraf sanatçısıydı, bizim köye de bu yüzden gelmişti. Planladığımız gibi köyü dolaşmaya başladık.
Köyde herkes birbirini tanıdığından yabancı bir insan veya araba hemen dikkat çeker. Köye kimin girdiği kimin çıktığı bilinir, saklı gizli olmaz. Yoldan geçen çocuğa bile “Bugün köye kim geldi?” diye sorduğunuzda cevap verirse şaşırmayın. Serkan’ın varlığı da hemen dikkati çekmişti. Herkes onun kim olduğunu merak ediyordu. Bizim amacımız bu merakı mümkün olduğunca arttırmaktı. Bu yüzden Serkan, etrafta gördüğü kağnı, at arabası, orak, düven gibi şeylerin, ağaçların, çiçeklerin, börtü böceğin resmini çekiyordu. Yolda gördüklerimiz yanımıza gelerek “Hoş geldiniz.” diyor, Serkan’ı tanımaya yönelik sorular soruyordu. O da köylülere eski eşyalara dair sorular soruyordu. Önümüze düşüp evindeki eski eşyaları gösterenler oluyordu. Serkan köylülerin ahırdan, samanlıktan, tavan arasından çıkarıp geldikleri kilimleri, yastıkları, dedelerden kalma tabak çanağı çok değerli eşyalarmış gibi dikkatle inceliyor:
-“Aman Allah’ım, muhteşem, müthiş bir işleme. Harika.” gibi tepkiler veriyordu. Serkan bu eşyalardan birkaç tanesine müşteri oldu. Köylüler çöp olarak gördükleri şeylerin para etmesine çok şaşırmışlardı.
-“Ne parası al götür.” dediler. Serkan, altın bulmuş gibi seviniyor, köylülerse hayret ediyordu. Benim yanıma gelip Serkan’ın neden eski eşyalarla ilgilendiğini soranlar oldu. Ben:
-“Alıp satıyormuş.” dedim.
-“Allah Allah kim alır ki bunları.” diyorlardı.
-“Ben orasını bilmem.” dedim. Serkan’ın bu tarz eşyaları parayla aldığı duyulunca köydeki çer çöp bir anda kıymete bindi. Millet elindekilere beş bin, on bin fiyat çekmeye başladı. Serkan:
-“Burada böyle eşyalarla karşılaşacağımı bilsem hazırlıklı gelirdim. Siz elinizdeki sakın kaybetmeyin, kimseye de satmayın, ben sonradan gelip alacağım.” Köylüler, Serkan’ın tarihi eşyalardan anladığına ikna oldular. Bizim de istediğimiz buydu.


Yorumlar - Yorum Yaz