PİYANGO TALİHSİZİ (EN GÜVEL ve EN KÖTÜ)

Geçen gün yolda karşıma iki delikanlı çıktı. İkisi de üniversite öğrencisiymiş. Bir anket yapıyorlarmış:
-“Yardımcı olur musunuz?” dediler. 
-“Elimden gelen bir şeyse olayım.” dedim. Bir yere oturduk ilk soru: “Hayatınızın en mutlu günü?” Nasıl sinirlendim, nasıl kızdım anlatamam. Gönül kaldır bastonu kafalarını ikiye böl dedi. Neyse ki kendimi tuttum. Söylenerek yerimden kalktım gittim. Gençler oldukları yerde donup kaldılar. Ağzımdan çıkanları duyanlar: “Ayıp ayıp!” “Saçından, sakalından utan!” “Delirmiş galiba!” “Koskoca adam!” gibi sözler ettiler.
Eve varınca düşündüm, çocukların ne günahı var canım! Nereden bilsinler benim hayatımın en güzel gününün aynı zamanda en kötü günü olduğunu. Ama elimde değil, hatırladıkça hem sinirleniyorum hem de içim yanıyor: “Ahh ahh!” diye haykırasım geliyor. Yirmi sene kadar oldu. O zamanlar daha emekli olmamıştım. Aşırı derecede şans oyunu düşkünüydüm. Toto, loto, tombala piyango, at yarışı ne bulursam oynardım. Peki, kazanıyor muydum? Ancak amorti vururdu o kadar. Çünkü aldım mı seri bilet alırdım. 
Bazı zamanlar ipin ucunu kaçırdığım oldu. Birkaç defa karım babasının evine gitti. Her seferinde onu yeminler edip geri getirdim. Haftasına varmadan da yeminimi bozup eskisinden daha fazla oynamaya başladım. Evet, kumar kötü bir alışkanlık ama inanır mısınız benim kumardan başka hiçbir kusurum yoktur. Harama uçkur çözmem, gazino pavyon bilmem, içki içmem. Varsa yoksa üç beş cigara, onun dışında evden işe, işten eve… Emekli olunca işin yerini mahalle kahvesi aldı o kadar.
Yıl 1999. O sene büyük ikramiye tam 1 trilyon. Piyango tarihinde ilk defa büyük ikramiye olarak trilyon verilecek. Bilet gişelerinin önündeki kuyruklar uzayıp gidiyor. Maaşımın yarısını piyango biletine bastım, 20 tane bilet aldım. Her zaman olduğu gibi bu defa da büyük ikramiyenin bana çıkacağını hissediyorum. O sıralar hanımla yeni barışmış ve bir daha şans oyunu oynamayacağıma söz vermiştim. Biletlerimi eve götürmedim, iş yerimdeki masanın çekmecesine koydum. Duysa kıyameti koparacağını biliyorum.
Yılbaşını her sene olduğu gibi televizyon izleyerek geçiriyorduk. Hanım mısır patlattı, meyve ve çerez getirdi. Şarkı, türkü derken piyango çekilişine sıra geldi. Hanım bana yandan yandan bakıp çekilişe karşı ne tepki vereceğimi kontrol ediyordu. Açık vermemem lazımdı. Zaten biletler de yanımda olmadığından rahattım. Hanımın gözüne girmek için fırsatı kaçırmadım:
-“Yahu hanım değiştir şu kanalı!” dedim. Eşim gözlerini bana dikti, şaşırmıştı. Kahırlı kahırlı konuştu:
-“Seversin sen böyle şeyleri. Sesini açayım istersen.” dedi. Gayet ciddi bir şekilde:
-“Eskiden olsa belki…” dedim. Eşim benim yılbaşı bileti almadığıma inanamamıştı. Üstüne basa basa sordu:
-“Yani sen bu yılbaşında bilet almadın mı?” dedi. Kendimden emin bir şekilde:
-“Alsam getirir kontrol ederdim.” dedim. Sonra da fındığa fıstığa daldım. Hanım bakışlarını bir süre üzerimde gezdirdi. Benim gerçekten piyango çekilişi ile ilgilenmediğime kanaat getirdikten sonra kumandaya uzandı:
-“Nereyi istersin, hangi kanalı açayım?” dedi.
-“TGRT’yi aç, Mahsun Kırmızıgül çıkacaktı.” dedim. Eşimin keyfi yerine geldi. Televizyondaki şarkılara eşlik ederek keyifli bir yılbaşı geçirdik.
O sene 1 Ocak cumaya denk geliyordu. Hafta sonu ile birleşince üç gün tatil... Ertesi gün tüm gazeteler piyango çekilişinin sonuçlarını veriyordu. Gazete tükenmesin diye sabahtan gidip bir tane aldım. Biletler yanımda olmadığından ikramiye çıkıp çıkmadığını bilmiyordum. Bir ara aklıma bizim dairenin hizmetlisi Yaşar’ı bulup daireyi açtırmak geldi. Üç gün tatil olduğundan köye gideceğini söylemişti. Bunu hatırlayınca markete geri döndüm. Biletleri kontrol etmek için pazartesiyi beklemek zorundaydım. Gazetenin piyango ekini ayırıp bizim bakkal Himmet’e teslim ettim. “Pazartesi gelip alacağım aman iyi bir yere koy.” diye sıkı sıkı tembih ettim. Hazır hanımın güvenini kazanmışken tekrar sarsmak istemiyordum. Neme lazım gazete ekini cebimde falan bulur…
4 Ocak sabahı kalktığım gibi bakkal Himmet’e bıraktığım piyango ekini aldım. Koşar adım dairenin yolunu tuttum. Hemen masama oturup biletleri kontrol etmek istiyordum. Kapıdan içeriye adımımı atmıştım ki Yaşar’ın sesi duyuldu:
-“Müdür Bey herkesi acil toplantıya çağırıyor.” Hayda! Yeni yılın ilk mesai gününde sırası mıydı bu toplantının? Emir demiri keser demişler. Tüm memurlar müdürün odasına doluştuk. İki saat kadar nutuk dinledikten sonra dağıldık. Aceleyle odama giderken bizim amcaoğlu Mesut’la burun buruna geldik. Ziyaretime gelmiş. Birlikte odama geçtik. Çaylar geldi. Havadan sudan muhabbete başladık. Mesut cebinden bir bilet çıkardı:
-“Kaç gündür bakamadım. Sen gazete almışsındır şunu bir kontrol edelim.” dedi. O an kendi biletlerim aklıma geldi. Ceketimin cebinden gazeteyi çıkarıp önüne koydum. Mesut, listeyi hızlıca taradı:
-“Yine amorti bile yok.” deyip bileti parçalara ayırdı. “Sana çıktı mı amorti?” dedi. Elimdeki bilet destesini masaya koydum. Gülerek:
-“Ben seri aldım, amorti garanti.” dedim. Gazetenin bir sayfasını amcaoğlu Mesut’a verdim. Diğer sayfayı da kendim kontrol etmeye başladım. Biletlerden birine gelince yerimden sıçradım:
-“Allahhh!” diye bağırdım. Elime gazeteyi alıp tekrar tekrar kontrol ettim. Çıkmıştı. Biletime tam 250 milyar isabet etmişti. Sesimi duyan diğer memurlar saniyeler içerisinde odamın kapısına geldiler. Elim ayağıma dolaştı, gazeteyi buruşturup arkaya attım. Kapıdakiler ne olup bittiğini, neden bağırdığımı merak ediyorlardı.
-“Niye bağırdın, n’oldu?” dediler.
-“Ben, ben, ben bağırmadım.” dedim.
-“Kim bağırdı o zaman?” dediler. Amcaoğlunu gösterip:
-“Bu bağırdı.” dedim. Amcaoğlu itiraz edecek oldu. Ona okkalı bir tokat patlatıp:
-“Ne bağırıyorsun lan?” dedim. Kapıdakilere saçma sapan kaş göz işaretleri yapıp:
-“Siz gidin ben onunla ilgilenirim.” dedim. Arkadaşlar hiçbir şey anlamamıştı. Sonra elimi kaldırıp “deli” anlamında oynattım. Bunun üzerine kapıdakiler dağıldı. Bu defa da amcaoğlu ayağa kalkıp gırtlağıma sarıldı. Boğazımı elinden zor kurtardım:
-“Çıktı oğlum, ikramiye çıktı!” dedim. İkimiz birlikte tekrar tekrar kontrol ettik. Numaralar doğruydu. En büyük ikramiye olmasa da yine de hatırı sayılır bir ikramiye kazanmıştım. Bundan sonra kira derdine, işe gitmeye son... Otobüs dolmuş beklemeye son, bakkaldan veresiye alışverişe son, müdürden, amirden azar işitmeye son, aybaşı beklemeye, taksit ödemeye, utana sıkıla arkadaşlardan borçlar istemeye hatta kumara bile son be, kumara bile son!
Karımı arayıp müjdeyi verecekken içimdeki ukdeyi hatırlayıp vazgeçtim. En büyük hayalim büyük ikramiyeyi kazanınca parayı sırtıma vurup eve götürmek, her tarafa saçmak ve beni ikiye bir terk eden karımı paraya gömmekti. Bunu gerçekleştirecektim. Hiç kimseye bir şey demeden daireden çıktım. Bir taksi çevirip Piyango İdaresi’ne gitmeyi düşünüyordum. Amcaoğlu Mesut bir an olsun peşimi bırakmıyordu.
-“Benim araba ne güne duruyor?” dedi. Birlikte gidip bileti ibraz ettik. Çekimizi aldık. Oradan da doğruca bankaya… Bankadaki görevliler meblağ çok yüksek olduğu için parayı ancak ertesi gün hazırlayabileceklerini söylediler. Bankadan çıktık. Mesut:
-“Amcaoğlu bunu kutlayalım.” dedi. Eve gitmeyi düşünürken aklımı çeldi. Geç saatlere kadar hiç alışık olmadığım mekanlarda eğlendik. Eski kulağı kesiklerden olan Mesut, her gittiğimiz yerde hesabı ödedi. Gecenin bir vakti yorgun argın bir otele vardık. Sabah kalkar kalkmaz önce nalbura uğrayıp bir çuval aldık, ardından bankanın yolunu tuttuk. Paraları çuvala doldurduğum gibi sırtıma vurdum. İşte hayatımın en mutlu anları… Bankadakilerin şaşkın şaşkın bakmalarına aldırmadan ıhlaya ıhlaya yürüyordum. Mesut ucundan tutacak oldu. “Ben taşırım.” dedim. Bankadan çıktık. Arabayı epey uzağa park etmiştik. Bir ara çok yoruldum. “İki dakika duralım.” dedim. 
Bir otobüs durağına oturduk. Birer sigara yaktık. Mesut hafiften hafiften geçim sıkıntısından bahsetmeye başladı. “Oğlanın düğününde de epey açıldık. Hani şöyle 500-600 milyon olsa…” diye lafı geveledi. Hemen o anda çıkarıp üç beş deste verebilirdim ama zenginliğin zevkini yaşamak istedim. Karşımda kıvrandıkça keyiflendim:
-“Öyle, dedim. Çalışmayana ekmek yok bu devirde.” 
-“Çalışmayla olmuyor ki amcaoğlu.” dedi. On beş, yirmi dakika konuştuk sonunda ağzındaki baklayı çıkardı. 
-“Hallederiz, sıkma canını.” dedim. O anda karşımızda bir kaza olmasın mı? Herkes gibi biz de koştuk. Ben de her gün bir çuval parayla dolaşıyor değilim ya unutuvermişim. Çuvalı almadan kalktım. Mesut’un da aklına gelmedi. Kaza basit bir kazaymış. Ölen yaralanan olmadığı gibi arabalarda doğru dürüst hasar bile yok. Ama millete eğlence lazım. Arabaların etrafını çevirdiler. Kimisi “Polis çağıralım.” diyor, kimisi “Aranızda anlaşın.” diyor. Kalabalığın bir kısmı kırmızı hatalı diyor, bir kısmı mavi… Ortalık karıştı, şoförler başladılar kavgaya. Bizim amcaoğlu ayırayım derken arada kaldı. Burnunun üstüne öyle bir yumruk yedi ki sormayın. Burnu kanamaya başladı. Daha da dayak yiyecekti belki asıldım çektim aradan. Cebimden bir mendil çıkarıp burnuna bastım. “Yürü hastaneye gidelim.” dedim. Arabaya gelinceye kadar kan durmadı. Arabanın yanında bizi başka bir sürpriz bekliyordu. Kapı camı kırılmış, teyp çalınmış. Amcaoğlu burnunun acısını unuttu, “Daha bir hafta oldu alalı.” diye dövünmeye başladı. Sırtını sıvazladım:
-“Amcaoğlu giden teyp olsun bir değil beş tane alırım. Bin gidelim hasteneye.” dedim. O an aklıma çuval geldi. Onun da aklına aynı şey gelmiş olmalı ki birbirimize bakıştık.
-“Eyvah!” dedim. Geldiğimiz yöne doğru fırladık. Mesut koşarken:
-“Nereye bıraktın?” diye sordu.
-“Durakta kaldı galiba.” dedim. Koştuk. Durak karşıdan göründü, caddeyi trafiğe kapamışlar. Etraf boşalmış. Uzaktan polisler görünüyor. Ben ne olduğunu anlamadım. Mesut anlamış:
-“Durun!” diye bağırdı. Çuval olduğu yerde duruyordu. Ben içimden şükrediyordum. Koşup çuvalımı kucaklamak isterken polisler öneme gerildi: 
-“Bombalı paket var geçemezsiniz.” dedi. 
-“Ne bombası, o benim! İçinde…” der demez müthiş patlama sesi duyuldu. Yer yerinden oynadı sanki. Ayaklarım yerden kesildi birkaç metre geriye savruldum. Bağrış, çığrış, siren sesleri... Ortalık ana baba gününe döndü. Yattığım yerden iyi kötü doğruldum. Üzerime kâğıt parçaları yağmaya başladı. Bir de baktım ki bunlar kâğıt değil para, hem de benim paralarım. İşte hayatımın en kötü anı... Sonradan durum anlaşıldı. Durakta bizim oturduğumuz bankın altına saatli bomba yerleştirmişler. Bomba kimsenin dikkatini çekmemiş. Benim unuttuğum çuvalı görenler polise şüpheli paket ihbarı yapmışlar. Polis güvenlik önlemi almış, yolu trafiğe kapatmış, bomba imha uzmanının gelmesi beklenirken bom! Benim çuval sayesinde büyük bir facia önlendi ama olan 250 milyara oldu. Hastane, karakol derken akşamı ettik. Ağlaya ağlaya eve gittim. Karım bilet aldığımı anlayınca yine babasının evine gitti. Ertesi gün müdür:
-“Dünden beri neredeydin? Soruşturma açacağım.” dedi. Yalvardım, yakardım, adam insafa gelip beni affetti. Akşam da bir daha kumar oynamayacağıma yeminler edip karımı   babasının evnden geri getirdim.
 

Yorumlar - Yorum Yaz