HADİ OOLUM ŞU EMMİYE BİR SÖOV BAAM

Kemal Ağa, hanımı ile birlikte akşam yemeğinden sonra Cuma Edelere gider. Vetsizliğinden, olur olmaz sulu laf söyleyip davranışlarda bulunmasından dolayı, Cuma Efendi’den pek haz etmezdi ama hanımının akrabası olduğu için seyrek de olsa ayağını sürüye sürüye giderdi. Sevmemesi şöyle dursun, on-on beş gün önce sünnet olan oğullarına ‘hayırlı olsun’ diyecekleri için bir de çeyrek altın almak zorunda kalması burnundan solumasına yetmişti. O zamanlar oturmaya akşam yemeği ve namazından sonra gidilir, en geç yatsı namazı fazla kocamadan dönülürdü.
Birlikte merdivenleri indiler. Kemal Ağa, hayat kapısını açmak için arkasındaki kös demirini kaldırırken ‘dışlığının geldiğini’ fark etmişti. Öyle ya uzun süredir evde kapalı kalmıştı. Az önceki istemez hali biraz olsun hafiflemişti. Aksi halde ne eder eder, hanımının ısrarını kıracak bir ‘mahana’ bularak gitmekten kurtulurdu.
İçeri girdiklerinde, Meamet Ağagilin de geldiğini görünce sevinmişti. Onu severdi, sessiz, sakin, dürüst bir insandı; ağzı var, dili yok denecek kadar sükûnetini hep korurdu. Kemal Ağa oturup da ‘marhabalaşmalardan’ sonra ‘o dealden’ konuşmalar hal hatır sormalar başlarken çocuklar bir kenara toplanmış ‘aşık’ oyununa başlamışlardı bile. Cuma Ede’nin ‘vetsizliği’ kuş olup uçmuş gelip üzerine gene konmuştu. Lafı bir yere getirmek istemiş olacak ki teklifsiz anlatmaya başladı:
‒“Boön zabahınan ıcık geç kakdım sanıyordum, maarisem, öylenaaçir uyumuşsum. Bizii, elliizin artıı mercimekli pilov bişirik; yanına da bol suvanlı zalata, ki biri dutmasa kazanıynan yirim dinime imanıma! Nasıl saldırdım bir görseaz, gaşıklarımı sayamazdıız. Tam içimden, “Ulan ben bu ‘ileandekinin’ hepsini de yiyim.” diye düşünüyordum ki son aldığım zalatayı çeynerken, aazımda zıypak zıypak bir şey olduunu aanadım; çıharasım gelmedi emme, marak bu ya, dodaamın ucuna getirip eliminen aldım. Ulan almaz olaydım; bimbiyaz, koskocaman bir sümüklü böcük deal mi? De needersen et! Yisen olmaz; yimesen olmaz! Her neyse, diyeceam şu ki, daha dün gundakda miyavlıyan, geçen seneye gadar seli sümüüne garışan benim oolan, efendime söyleyim, böyümüş de sünnet olacak çağa gelmiş.”
Kemal Ağa ile Maamet Ağa birbirine bakışarak anlatılanlara bir anlam vermeye çalışsalar da yüzlerinin şeklinden hiç de memnun olmadıklarını gizleyemiyorlar hatta göz göze geldiklerinde ikisi de kafalarını sağ yanlarına yavaştan büküp geri doğrultarak bunu belli ediyorlardı. İkisinde de salatanın içindeki sümüklü böceği sırf oğlunun sünnet olduğunu hatırlatmak ve aklı sıra sevimli kılmak, oğluna ‘selli sümüklü’ demek için anlatmış olduğu kanaati oluşmuştu. Hem kendileri hem eşleri “Hayırlı olsun.” dediler. Hanımlar yanlarına çağırdıkları çocuğu öptükten sonra getirdikleri çeyrekleri onun göğsüne iğnelediler. Böyle hediye getirilmeye layık olmak, Cuma Ede’yi biraz daha cıvıtmıştı. Kambur üstüne kambur gibi hata üstüne hata işlemeye başlamıştı. Gerçi, yaptıklarını o zamanlar birçok kendini bilmez de yaptığı için Cuma Ede olsa olsa yüz üzerinden ancak seksen suçluydu. Buna rağmen, Kemal Ağa ile Maamet Ağa’nın hiç de bildiği insanlardan olmadığını unutması ona pahalıya mal olmuştu. Cuma Ede birden oğlunu yanına çağırdı:
‒“Durdu, oğlum Durdu gel hele!” Çocuk, oynadığı arkadaşlarına “Ben gelicim.” dedikten sonra koşup geldi ve babasının önünde durdu. Babası çok normal bir şey söylüyor gibi ondan bir şey istedi:
‒“Hadi oolum, kuşunu göster de emmilerin görsün!”
Yani, benim oğlum oldu, benim de soyum devam edecek, havalarındaydı. Oldubitti bu soyları kuruyasıcaların erkek evlat sevgileri, aşkları bitmedi. Bunun için nice kadınlar baba evine gönderilmiş, dayak yemiş horlanmıştı.
Kerli ferli iki efendi adamın hayret ve öfkeyle açılmış gözlerine bakmayan, baksa bile hiçbir şey anlamayacak olan çocuk, gayet normal bir iş yapıyor gibi donunu aşağı indirdi, eliyle tutmadan, “aha” der gibi beli ile birlikte karnını öne doğru şişirerek gösterdi. Gösterdi de bir babası bir da aşık oynayan çocuklar baktı.
Çaylar henüz içilmişti. Büyük kız, bardakları ikinci kere doldurmak üzere odanın alacakaranlık köşesine götürmüştü. O köşeye yakın yerde ocak vardı; çaydanlığı, soğumasını geciktirmek için ocaktaki küle oturtmuşlardı. ‘Vetsizliği’ üzerinde olan Cuma Ede, biraz önce oğlunun gösterisinden memnun kalmış olacak ki bu sefer daha kötü bir iş istedi:
‒“Hadi oolum (parmağı ile Kemal Ağa’yı göstererek) şu emmine de bir söov baam.”
Çocuk utanır önce, biraz önce kendine hiç de ‘aferin’ falan demedikleri için dahası onların kuşuna bakmadıklarını fark ettiğinden içgüdüsel bir sezgi ile memnun kalmadıklarını anlamış gibi sövmek istemedi. Sözü havada kalan babası ısrar etmeye başladı:
‒“Hadi lan eşşoolueşşek, sövsene!”
Çocuk, bu sefer de babasının kızmasından çekindiği için geri durmaya, söylenenleri duymamış gibi öylece beklemeye başladı. Arada sırada “hayır” anlamına omzunu silkeliyordu. Biraz da azarın etkisiyle ürkmüş, sıkılmıştı. Cuma Ede daha yumuşak bir sesle ısrara devam etti:
‒“Tama oolum, dün Ali dayına söodüydün, gene onun gibi de!”
Kemal Ağa, öfkesi burnundan soluyarak engellemek istedi:
‒“Yahu Cuma, ne gereği var sövmenin, çocuklara böyle şeyleri öğretmesen daha iyi olmaz mı?”
Cuma Ede, hiç oralı olmadı. Çocuğuna dönüp ısrarına devam etti:
‒“Hadi diyom saa Ali emmine söodüün gimi söocün.”
Çocuk dayanamadı, babasından korkusu baskın çıktı ve dün Ali dayısına sövdüğü gibi, yüzünü Kemal Ağa’ya döndü ve çok doğru bir iş yapıyor gibi birden bire sövdü:
‒“Emmiii senin …. ....”
Kemal emmi başka Ali dayısı başkaydı! Osmanlı efendisi denilen her yerde saygı duyulan biriydi. Mizacı da sertti. Üstelik yanında ağırbaşlılığından, nezaketinden kendisinin bile utandığı Mehmet Ağa vardı. Onca insanın içinde göz göre göre üstelik hanımının yanında yaptırılan bu edepsizliği kabullenemezdi. Anında cevap verirdi ama odadaki diğer kadın ve kızlardan çekiniyordu. Daha Cuma Ede oğluna ısrar ederken tepesi atmış gözleri çakmak çakmak olmuştu. Kendini zor tutuyordu. Birden bağlarını çözdü ve bir daha oturmamak üzere hızla ayağa kalkarken hanımına sol kolunu yarım uzatıp elini açık olarak hızla yukarı kaldırarak sen de kalk işareti yaptı ve çocuğa diyormuş gibi bir küfür de kendisi gapıp goyurdu:
‒“Ulan ben de senin …. .....”
Hızlı adımlarla odadan çıkan Kemal Ağa’nın bir daha Cuma Ede ile hiç görüşüp konuşmadığı söylenir.


Yorumlar - Yorum Yaz