ÇÖP

-“Nerimaaan! Hayatım, sade bir kahve yap da içelim, balkonda.”
-“Sen geç; on dakikaya gelirim, ben.”
Adam, balkondaki hasır koltuklardan birine oturdu, çiçekli kırlent yumuşacıktı. Akşam yemeğinin verdiği ağırlık ve bütün günün yorgunluğu, kırlentin yumuşaklığıyla bir olup göz kapaklarına çöktü, adamın.
-“Aaaaa! Hani kahve istemiştim…”
Eşinin sesiyle irkilip doğruldu:
-“İçim geçmiş valla, ne kadar yorulduysam...”
Masaya yanaştı ve kahveden bir yudum aldı. Akşam kızıllığında güneşin canı iyice kesiliyor, hava serinliyordu:
-“Balkonun en güzel saatleri…”
Neriman küçük bir tebessümle onayladı kocasını; aklı çocuklarındaydı.
-“Bugün aramadı hiçbiri. Ne oğlanlar aradı ne de kız…”
-“Dert etme, herkes işinde gücünde… Hem her gün nasıl arasınlar seni!”
Kadının yüzü daha da gölgelendi.
-“Onca sene, onca emek… Okutmak için nelere katlandık. Çil yavrusu gibi dağıldılar. En azından biri yanımızda kalsaydı, iyi olurdu.”
Balkon, ana caddeye çıkan çift şeritli sokağa bakıyordu. Orta kaldırımı süsleyen çınarlar bir hayli büyümüş. Gün boyunca yemyeşil dallarında kuş sesleri, cıvıl cıvıl... Beton binalar arasında hayata ait bir ses, bir nefes… Yerdeki ekmek parçalarından kırıntı toplayan kuşlar, en küçük bir kıpırtıda telaşla çınarların güvenli dallarına geri dönüyor; aynı iş bitip tükenmek bilmeyen bir sabırla dakikalarca devam ediyordu. Onlarca serçenin aniden ortaya çıkan cıvıltısı ve kanat sesleri…
Çınar ağaçlarının altında, orta kaldırıma açılmış olan küçük dikdörtgen girintiye, kaldıraç sistemiyle boşaltılan tekerlekli çöp kovaları yerleştirilmiş; kuşların, kedilerin, köpeklerin hatta bazen insanların rızıklarını devşirdikleri çöp kovaları… Üçünün de kapağı sürekli açık. Ağır demir kapağı, kol gücüyle açıp kapamak neredeyse imkânsız, zaten. Neriman Hanım, akşam esintisinin balkona kadar getirdiği berbat bir kokuyla yüzünü buruşturdu:
-“Bak şu kokuya… Çöp konteynerlerini daha uzağa götürmek lazım.”
-“Nereye götürsünler? Senden uzaklaşsa ötekine yakınlaşacak!”
Kahveler bitti. Hava kararıyor. Çevredeki binaların görevlileri birer birer getirmeye başladı topladıkları çöpleri. Bir, iki, üç derken beş kişi oldular. Kokuyu umursamadan konuşamaya başladılar; zaten alışkındılar. Hepsi de şikâyetçi yaptığı işten. Hem yorucu iş hem de düşük maaş... Üstüne bir de asla memnun olmayan bina sakinleri… Birinin babası hastalanmış geçende ama yönetici izin vermemiş:
-“Gitmem lazım, iki gün idare eder büyük oğlan.” dese de inadından vazgeçmemiş yönetici: “O yaşta adam, ölüverse ben ne derim, el aleme! Nasıl bakarım, köylünün yüzüne! Yok ağam yok. Böyle gitmez ya… Allah kerim!’” Diğeri yedi numaranın karısından şikâyetçi. Ekmek iki dakika gecikti diye ağzına geleni saymış. Koca kadın… Yakışır mı bu yaşta? Erkek olsa bir çift laf edermiş ama kadın olunca sesi de çıkmamış.
Bina görevlileri gidince sekiz on kedi belirdi, çöp kovalarının çevresinde. Yeni gelen çöplerin kokusu dayanılacak gibi değildi. Vallahi ölüyü diriltir bu koku! Gri renkli kedi kokunun nereden geldiğini biliyor gibiydi:
-“Şu sarı binadan gelen adamın attığı çöp bu. Her akşam ya balık ya da tavuk kalıntısı olur mutlaka; hatta bazen ikisi birden… Her seferinde de en berideki kovaya atar, adım gibi eminin.”
Adımlarını sıklaştırdı, bir sıçrayışta atladı, ilk kovanın içine; yanılmamıştı. Ardından birkaç kedi daha daldı kovaya. Bir iki dakika süren boğuşma ve gürültüden sonra her biri ağızlarında o akşamın nasibiyle çıktı kovadan. Dünya hali işte, herkes rızkının peşinde…
Az ötedeki gecekondulardan gelen iki kadın ve bir kız çocuğunun yaklaştığını gören kediler, yolun karşısındaki duvarın dibine çekildi. Kimi ağzındaki nasibini de sürükledi, karşı duvara. Gelenlerin hemen döneceğinden emindiler, çok uzaklaşmadılar. Kız çocuğu, elindeki poşeti atmak üzere çöp kovasına yaklaşmıştı ki ok gibi dışarı fırlayan bir kedi ödünü kopardı:
-“Anaaaaaaaaaaam!” Korkuyla çığlık atan küçük kız, elindeki poşeti yere düşürdü. Kadınlardan biri:
-“Vallahi, kedi senden daha çok korktu.” dedi. Gülüştüler. Diğer kadın, elindeki ekmek dolu poşeti çöpe atmadı; ağzı açık biçimde çınarların dibine doğru yere koydu:
-“Nimeti çöpe atmak olmaz. Kurtlar kuşlar yesin. Hem sütçü de topluyor bu kalan ekmekleri.” Gelenlerin hızlı adımlarla ayrıldığını gören kediler, iştahla yeniden çöp kovalarına daldı.
Hava iyice karardı. Adam, elinde meyve tabağıyla gelen Neriman Hanıma:
-“Işığa açma, böyle daha iyi. Hem zaten sokak lambasının aydınlığı buraya kadar geliyor.” dedi. Kadın meyve tabağını masaya koyarken çöp kovalarına bakarak:
-“Çöp toplayıcı adam, yine getirmiş el kadar çocuğu yanında, hem de gecenin bu vaktinde.” dedi.
Çocuk, babasının çöpten çıkardığı kartonları, metal içecek kutularını, pet şişeleri ayrı ayrı koydu yere. Sonra üzerlerine basarak küçülttü ve kenarları gübre çuvallarından bozma örtülerle yükseltilmiş olan el arabasına attı. İçeride alacak bir şey kalmadığından emin olmak isteyen adam, elindeki küçük feneri, çöp kovalarının dibine doğru tuttu.
Tam el fenerini kapatacakken gözüne sarı bir ışıltı çaldı. İyice eğilip sarı ışığa doğru uzattı elini. Çöpten çıkardığı şeyi pantolonuna silip temizlerken:
-“Ben sana boş yere benimle gel demedim. Bak şunun rengine, sapsarı. Bir tekeri eksik sadece yoksa yepyeni. Geçen getirdiğim arabanın tekerini buna taktık mı tamam. Bir de yıkarsın evde, gıcır gıcır olur.” dedi. Çocuk sokak lambasının ışığında parlayan küçük metal arabayı sevinçle cebine attı. Çöp kovasında alacak başka bir şey kalmadığından emin olan adam, el arabasının önüne geçip çekmeye başladı.
Sabah erkenden belediyeye ait birkaç iş arabası geldi, sokağa. İşçiler önce tekerlekli çöp kovalarını vinç yardımıyla kaldırıp kamyona yüklediler. Çevredeki binaların balkonlarında, pencerelerinde meraklı çocuklar ve kadınlar belirmeye başladı. Herkes ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Yan balkondan bir komşu kadın başını uzatıp
-“Ne oluyor acaba Neriman Hanım? Nereye götürüyorlar çöp kovalarını?’”
-“Bilmem valla… Biraz uzağa götürseler iyi olur bence, bazen kokusu buraya kadar geliyor.” Sonra işçiler kaldırıma döşeli taşları sökerek girintiyi ta çınarların dibine kadar genişlettiler ve ortaya çıkan büyük boşluğu kepçeyle kazmaya başladılar. Kazdıkça çıkan topraktan çınarların kökleri tel tel dökülüyordu. Meraklı gözlerle olanları izleyen bina görevlilerinden biri uyardı işçileri:
-“Demedi demeyin; bu çınarların hepsi kurur. Dalına budağına aldanmayın, daha kaç yıllık ki bunlar? Bebe sayılır her biri. Hayat damarlarını kesiyorsunuz.” Sabahtan beri işçilere emir yağdıran yetkili:
-“Hep bir akıl veren çıkar zaten! Belediyenin kaç tane mühendis var, biliyor musun sen? Hepsinin onayını aldık!” diye çıkıştı. Bina görevlisi:
-“Senin o mühendis dediklerin çam fidesini çınardan ayıramaz beyim. Masa başında olmaz bu işler.” diye karşılık verdi ama duyan olmadı. Sesi, iş makinalarının gürültüsü arasında kaybolup gitti.
En az beş metre derinliğinde çukur açtılar. Sonra açılan bu büyük çukura, üç adet devasa çöp kovası yerleştirdiler, vinç yardımıyla. Sert plastikten yapılmış kovaların sadece yarım metresi toprağın üzerinde kalmıştı. İşçiler söktükleri taşları toprağa gömülen yeni çöp kovalarının etrafına döşeyip her tarafı temizlediler. Doğayla uyumlu, yemyeşil renkteki devasa çöp kovaları ışıl ışıldı; adamın yüzüne gülüyordu. Çıkardıkları işten memnundu şef. Etrafına toplanan bina görevlilerinden onay bekler gibiydi. Devasa çöp kovalarının küçük kapağını kaldırıp bıraktı:
“Bakın, kendiliğinden mekanik olarak kapanıyor. Koku falan da olmaz artık.” Sonra sesini yükseltip sert bir üslupla uyardı, görevlileri: “Sakın iyice geriye dayamayın kapağı yoksa kapanmaz!”
Akşam, balkonda eşine yorgunluk kahvesi ikram eden Neriman Hanım’ın keyfi yerindeydi:
-“Kız aradı bugün, cuma günü için izin almış, üç günlüğüne buraya geliyor. Hafta sonunda kimseye söz vermeyin, dedi. Oğlanları da çağırdım ama işleri varmış.”
-“Hadi gözün aydın… Oğlanlar da sonra gelir.”
-“Ne pişirsem acaba? Yağ mantısını çok sever.”
-“Ben istesem yapmazsın.”
-“Hayda! Kız yılda kaç defa geliyor zaten. Yavrumun gönlü olsun.”
Adam konuyu uzatmak istemedi. Yorgundu. Kahvesinden bir yudum alıp hasır koltuğun yumuşacık minderlerine yaslandı. Neriman Hanım bugün olanları anlatmaya başladı:
-“Sen ne dersen de… Belediye iyi çalışıyor. Eski çöp kovalarını götürdüler bugün. Bir günde üç tane, dev gibi çöp kovasını gömdüler toprağa. Tertemiz oldu valla. Bazen kokudan durulmuyordu.”
-“Gördüm gelirken. Güzel olmuş.”
Hava kararıyor. Bina görevlileri, kadınlar hatta çocuklar bile o akşam çöpleri devasa kovalara atarken büyük bir özen gösteriyordu. Hepsinin yüzünde memnuniyet ve mutluluk… Kapıcılardan biri kapağı açınca:
-“Vay babam vay! Ne kadar derin lan bu. On beş günde dolmaz, valla.” Diğeri cevap verdi:
-“Zaten ondan yapmışlar. Belediye her gün çöp toplamayacakmış bundan sonra. Çöp arabalarına harcanan benzine para yetişmiyormuş; hem daha tasarruflu hem de daha temiz olacakmış. Altı numaradaki Hasan Bey söyledi. Belediyede şef ya.”
Bina görevlileri gidince, kokuyu alan kediler koşuşturmaya başladı çöpün etrafında. Neriman Hanım’ın iğrendiği koku, kedilerin iştahını kabartıyordu. Bu dayanılmaz kokunun iyice tahrik ettiği açlıkla kıvranan kediler, yeni çöp kovalarının etrafında dört dönüyor; yeşil plastik kovaları tırmalıyor ama hiçbir şeye ulaşamıyorlardı. Ne çöpün kapağı açık ne de yerde bir döküntü var; tertemiz. Her akşam balık ya da tavuk kalıntısıyla ziyafet çekmeye alışkın olan gri renkli kedi söylemeye başladı:
-“Hay sizin temizliğinize... Kim ulan bu bizim ekmeğimizle oynayan?”
Açlıktan gözü kararmış iri siyah bir kedi öfkeyle cevap verdi:
-“Duymadın mı? Az önce şu sarı binadan gelen adam söyledi, başkan mıymış neymiş. Neyin başıysa şerefsiz!”
Sarı renkli dişi bir kedi bedduayla devam etti:
-“Allah da onların rızkını kessin!”
Kimi yemyeşil kovaların tepesine çıktı, kimi etrafını dolaştı ama nafile. Çöpe bir türlü ulaşamayan kedilerin mırıltıları, acı acı miyavlamalara bıraktı yerini. Yılanın soktuğu uyurmuş da aç uyuyamazmış.
Az sonra, gecekondulardan gelen kadınlar toplandı, yeni çöp kovalarının başında. İçlerinden biri, bayat ekmek dolu poşeti yine ağzı açık biçimde çınarların altına bıraktı. Aç kediler, kurumuş ekmek parçalarına balık ve tavuk kokusunu katık etti. Buna da şükür!
En son çöp toplayan adam geldi çocuğuyla. Yeni kovaları şöyle bir kolaçan edip küçük kapağı açtı ve el fenerini kovanın içine tuttu. Pet şişeler, gazeteler, kartonlar her şey çok derindeydi. Nasıl almak lazım?
-“Oğlum bu kapaktan ancak sen sığarsın. Gir içine de topla şunları.” Çocuk itiraz etti:
-“Giremem ben, korkarım. Hem nasıl çıkarım ordan?” Çocuğun sesi ağlamaklıydı.
-“Tutarım ben seni, korkma.” Adam ne dediyse olmadı, çocuğu ikna edemedi. Çöpleri almanın imkânı yoktu. Çaresiz ve kızgın adam, boş el arabasının önüne geçip çekmeye başladı; ürkek adımlarla kendini takip eden çocuğuyla birlikte yüksek binaların arasında yavaş yavaş kayboldu, karanlıkta.


Yorumlar - Yorum Yaz