Site Menüsü

YEMEK ATEŞİ

Kavurucu bir ağustos günüydü. Akşamdan kararlaştırıldığı gibi bugün tarlaya gidilecekti. Sabah erkenden anneleri çocukları da uyandırmış, yer sofrasında halka olmuşlar, annenin daha erken uyanıp pişirdiği buğusu üstünde mercimek çorbasını kaşıklıyorlardı. Baba, kağnıyı hazırlamaya inerken anne tarlada yiyecekleri öğle yemeği için gerekli ekmek ve bulgur çıkınını hazırlamaya koyuldu. Baba önce ahırdan öküzleri tek tek çıkarıp kağnının yanına getirdi. Sırasıyla boyunduruğu öküzün boynuna takıyor, sonra kağnının oklarını boyunduruğa geçiriyordu. İkinci öküzü de getirip kağnıya bağladıktan sonra arabanın üzerine kazma, kürek ve orakları koydu ve seslendi:
-“Haydi Emine, kağnı hazır, gecikmeyelim, işimiz çok bugün!” Emine seslendi yukarıdan:
-“Aha geldik Ahmet, aha geldik!” Zeynep, kardeşi Mustafa’nın elini tutarak evin ahşap merdivenlerini inerken anneleri de elinde çıkınlarla onların peşinden indi. Ahmet önce Mustafa’yı kollarının altından tuttuğu gibi kağnının üzerine oturttu, sonra Zeynep’i de kaldırıp kardeşinin yanına koyarken:
-“Zeynep, kardeşine mukayyet (göz kulak) ol, dedi. Anne çıkınları kağnı arabasının üzerine koyduktan sonra ayağının birini tekerin mil çıkıntısına basarak kendini arabanın üstüne attı. Baba öküzlerin yularını çekerek bahçe kapısına doğru yöneldi. Köyden çıktıktan sonra Ahmet de kağnı arabasına atlayarak elindeki ince çubuğun öküzlere küçük dokunuşlarıyla yollarına devam ettiler. Köyün dışındaki kuru dereyi geçtiler. Kağnı tekerlerinin gıcırtısı tarla kuşlarının cıvıltısına karışıyordu. Sarsılarak yoluna devam eden kağnının kendi tarlalarının sınırına gelmesi, yaklaşık bir saat sürmüştü ve güneş bir mızrak boyu yükselmişti. Tarlanın sınırına geldiklerinde Ahmet arabadan atlayıp öküzleri durdurdu ve araba oklarını, boyundurukları çıkarmaya koyuldu. Anne arabadan atlayarak önce Zeynep, sonra da Mustafa’yı arabadan indirdi. Baba öküzleri serbest bıraktı. Sonra da araba üzerinde bulunan orakları alarak altın gibi sararmış başaklarını gururla taşıyan ve kendisinden beklenileni hakkıyla yerine getirmiş olmanın gönül rahatlığıyla her esintide dervişler gibi kafa sallayan buğday tarlasına daldı. Ahmet sol elindeki uzun parmaklı özel eldiveni ile onlarca sapı bir hamlede kavrayıp sağ elindeki keskin orakla toprağın bir karış yukarısından bir vuruşta kesiyor, sol ayağının dış kısmına bırakıyordu. Emine peşi sıra bu kümeleri toplayarak tek bir yerde üst üste koyuyordu. Öyle bir an geldi ki Emine hepsine yetişemez oldu. Bunu gören Zeynep;
-“Anne ben de toplayabilir miyim?” diye sordu. Annesi:
-“Kızım topla ama getirirken başakları yolda dökme, tamam mı?”
-“Dökmem anne, sen merak etme. Şimdi, hem anne hem de kızı, başak destelerini belli yerlerde öbek öbek biriktirmeye başlamışlardı. Mustafa ise bazen annesinin, bazen de ablasının ardı sıra gidip geliyordu. Hatta bazan onların ellerinden düşen başak taneleri toplayıp öbeklerin üzerine atıyordu. Güneş iyice yükselmiş, tepelerine gelmişti. Hepsi de ter içinde kalmışlardı. Anneleri;
-“Kızım siz yeterince yardım ettiniz, haydi gidin de arabanın altına girin, arabanın gölgesinde kardeşinle biraz dinlenin.” dedi.
-“Ama anne ben yorulmadım ki!”
-“Ama kızım bak başınıza güneş geçecek, sen iyisi mi kardeşini al da arabanın altındaki gölgeye git. Bak ne diyeceğim, sen biraz çalı çırpı topla, ben de gelip ateş yakıp size pilav pişireyim, olmaz mı kızım?” deyince Zeynep kardeşinin elinden tutup onu arabanın gölgesine götürdü. Kendisi de etraftan çalı çırpı toplamaya koyuldu. Anne ve babasına daha çok yardımcı olmak isteyen Zeynep çıkınları açtı. Son açtığı çıkında aradığını bulmuştu. İşte kibrit ordaydı. Kibriti alıp yaktıktan sonra topladığı çalı çırpının üzerine attı. Kuru otlar ve çalılar birden bire tutuştu. Alev öyle büyüdü ki kardeşinin elinden tutup arabanın altından dışarı çıkardı. Ateşin hazır hale gelmesini bekliyordu ki alevin arabanın ahşaplarını sardığını gördü, ancak o zaman anladı annesini çağırması gerektiğini:
-“Anneee, anneeee!” Emine ve Ahmet sesin geldiği yöne baktıklarında gözlerine inanamadılar, kağnı arabası cayır cayır yanıyordu. Ellerindekini bırakıp arabaya doğru koştular. Arabanın yanına geldiklerinde arabanın ortasındaki ahşaplar tutuşmuş, yanıyordu. Yemek yapmak ve içmek için getirdikleri suyu yanan ateşin üstüne boca ettiler, sonra ateşin üstüne toprak attılar ve yangını söndürdüler bu esnada Mustafa korkulu gözlerle anne babasına bakarak ağlıyordu çünkü ablası Zeynep hıçkırıklar içinde güçlükle konuştu:
-“Anne, ateşi yakıp hazırlayarak sana yardımcı olmak istemiştim, özür dilerim, çok özür dilerim anneciğim.”


Yorumlar - Yorum Yaz