ORGANİZE SAÇ ÖRGÜTÜ

Gece yarısı tam başımı yastığa koymuştum ki telefonum çaldı. Arayan numara telefonumda kayıtlı değildi. Telefona cevap verip vermemek konusunda tereddüt ettim. İster istemez parmağım yes tuşuna gitti. “Alo!” der demez karşımdaki tok ses: “Babanın selamı var her zamanki yerde seni bekliyor.” dedi. “Baba firar mı etti?” diye soramadan telefon kapandı. Sesi tanımıştım bu Arap Hasan’dan başkası değildi. Hemen fırlayıp gardıroptan siyah takım elbisemi çıkardım. Dolaba astığım gibi duruyordu, biraz ütüsü bozulmuş, biraz da tozlanmıştı o kadar. Aceleyle ütüyü fişe taktım. Bunca yıl sonra babanın karşısına ütüsüz elbiseyle çıkmak olmazdı. Ütü ısınırken koşup ayakkabılarımı boyadım. Kilo aldığım için takım elbise üzerime dar geldi. Pantolonu ilikledikten sonra fermuarı zor çektim. Göbeğim iyice belirginleşmişti. Gömleğin düğmeleri koptu kopacaktı. Hareket ederken omuzlarımdan birisi tutuyor gibiydi. Epeydir takmadığım güneş gözlüklerimi ve Korona virüs yüzünden bir hevesle aldığım siyah maskemi takındım. Koşar adım merdivenlerden inip kömürlüğe girdim. Aradığımı eski meyve kasalarının arasında siyah bir naylona sarılı halde buldum. Poşeti aralayınca on dörtlünün namlusu ay parçası gibi parladı. Tabancama küçük bir öpücük kondurduktan sonra sürgüsünü çekip bıraktım. Bu sesi öylesine özlemiştim ki... Emaneti dar gelen pantolonuma güçlükle soktuktan sonra yola çıktım. Sabaha karşı bir zamanlar değişmeyen adresimiz olan büyük depoya vardım. Babanın siyah s600 Mercedes’i her zamanki yerindeydi. Ben de arabamı park edip deponun kapısına vardım. Kapıyı üç defa birkaç saniyelik aralıklarla üç defa da peş peşe çaldım. Bu bizim yıllar önceki şifremizdi. Kapı büyük bir gıcırtıyla açıldı. Arkadan içeriyle sızan ışıkla depo aydınlandı. Deponun ortasına bir masa atılmıştı. Masanın arkasındaki koltuğun sırtı dönüktü. Ağır adımlarla içeriye doğru yürümeye başladım. Adımlarım deponun duvarlarında yankılanırken içimde büyük bir heyecan vardı. Masanın tam karşısına geldiğimde durdum ve dudaklarım titreyerek: “Baba” dedim. Koltuk uzun zamandır yağlanmadığından gıcırdayarak döndü. Kırlaşmış saçları, gür bıyıkları, kirli sakalı, çatık kaşları, ürkütücü bakışlarıyla baba karşımdaydı. Koşup ellerine kapandım. Sarıldık kucaklaştık. İkimiz de ağlamaklı olmuştuk. Gözlerimizi birbirimizden kaçırdık. Ben burnumu siler gibi yakıp gözlerimdeki ıslaklığı sildim. Baba da toparlandı. Tek tek konuştu:
-“Drakula Hüseyin de geldiğine göre ekip tamamlanmış demektir.” Etrafıma baktığımda benim gibi siyah takım elbiseleri, gözlükleri ve maskeleriyle Arap Hasan’ı, Kertenkele Ali’yi, Psikopat Apo’yu, Molotof Murat’ı, Metrobüs Cengiz’i, Blender Mehmet’i ve Ninja Selim’i gördüm. Onlarla da kucaklaştıktan sonra aklımdaki sorulara cevap bulabilmek için babaya döndüm:
-“Baba firar mı ettin, daha 3 yılın vardı?” Baba yine tek tek konuştu:
-“Ne demişler, cezayı aslana, sevdayı çekene sor evlat. Korona yüzünden çıkan şu infaz yasası yok mu bizi de vurdu. Salıverdiler.” dedi. İçime bir su serpilmişti.
-“İntikam zamanı desene baba. Sen içeriden intikamımızı birlikte alacağız, beni bekleyin diye haber gönderince…” Baba sözümü bitirmeme izin vermedi:
-“İntikam falan yok evlat.” dedi.
-“Baba nasıl olur? Yaptıkları yanlarına kâr mı kalacak? Onların yüzünden hepimizi hapse tıktılar. Mekanlarımıza çöktüler.” Baba anlıyorum dercesine başını salladı:
-“Gönlünü ferah tut evlat. Ne mutsuz edip gülen ne de aldığı ahları ödemeden ölen yok bu hayatta. Ne demişler affetmek ve unutmak iyi insanların intikamıdır.” Babanın sözleri aklımı karıştırdı:
-“Biz iyi insan değiliz ki unutalım, affedelim.” Baba acı acı gülümsedi:
-“Olacağız evlat, iyi insan olacağız. Namusumuzla para kazanacağız. Ne demişler çalışan insanın gözyaşı dökmeye zamanı yoktur.” Bir an babanın gelişiyle boşa umutlandığımı düşündüm:
-“Gidip asgari ücretle bir işe mi gireceğiz ne yapacağız?” Baba arkasına yaslandı:
-“Her kurdun bir uluyuşu her itin bir inleyişi vardır. Her zamanki gibi büyük oynayacağız.” Ardından havada bir şeyi kavrar gibi yaptı: “Büyük oynayıp çok kazanacağız.” dedi. Sonra arkamda duran adamlara seslendi:
-“Makinesini verin Drakula’nın!” Ben bunu duyunca elimi belime attım. Dar gelen pantolonumdan on dörtlüyü güçlükle çıkardım. Sürgüsünü çekip bıraktım. O arada cırt diye bir ses geldi. Koltuk altım sökülmüştü. Bozuntuya vermedim:
-“Herkesin korktuğu ölümü biz sokaklarda oyun niyetine oynarız baba.” dedim. Baba gayet sakin:
-“Bundan sonra silah yok evlat. Yine kesip biçeceğiz, yine kan dökeceğiz belki ama bununla değil.” dedi. Sonra ayağa kalkıp Ninja Selim’den aldığı tıraş makinesini elime tutuşturdu:
-“Ne demişler çakalın özgürlüğü aslan ayağa kalkana kadardır.” dedi. Sonra da gidip koltuğuna oturdu, sırtını döndü.
Arkadaşlara alçak sesle neler olup bittiğini sordum. Ne de olsa onlar akşamdan beri buradaydılar. Babanın yeni bir tezgâh kurduğunu söylediler. Virüs yüzünden berberlerin kapalı olmasını fırsata dönüştürecektik. Zamanında en kirli işleri yaptığımız bu depoyu kuaför salonuna çevirecek ve insanları tıraş edecektik. Bu fikir hiçbirimizin aklına yatmasa da babaya olan saygımızdan o ne derse yapmaya karar verdik. Masanın karşısına geçtik. Baba sırtı hâlâ bize dönük purosunu tüttürüyordu. Blender Mehmet:
-“Baba biz sevdiğimiz için yaşar dostumuz için ölürüz.” dedi. Baba sırtını dönmeden:
-“Bana bileği kuvvetli, ağzı sıkı, gözü kara beş berber bulun. Malzeme tedarik edin. Kurun tezgâhı. Haydi durmayın.” dedi. Hemen aramızda iş bölümü yaptık. Arap Hasan’la, Blender Mehmet berberleri ayarlamaya gitti. Ninja Selim’le ben malzeme tedarik etmeye gittik. Diğerleri depoyu toparlamak için kaldılar. Ertesi gün her şey hazırdı fakat günler geçiyor kimse tıraş olmaya gelmiyordu. Sonunda babanın talimatıyla sokağa çıkıp müşteri toplamaya başladık. Babanın ne kadar zekice bir iş yaptığını anlamıştık. İnsanların yanına yaklaşıp onları tıraş ettirebileceğimizi söylememiz yeterli oluyordu. Herkes tıraş olmak için adeta can atıyordu.
Tıraştan sonra sıra hesaba gelince baba insanların tipine bakıp raconu kesiyordu. Saç tıraşı için 5.000 TL’ye, sakal tıraşı için 3.000 TL ücret aldığımız oluyordu. Babanın sözünün üstüne kimse söz söyleyemiyor, istenen ücreti ödüyordu. Müşterilerin üzerinden fazla nakit çıkmadığı için otopark işiyle uğraşan eski bir dostumuzdan post makinesi tedarik ettik. Kredi kartı olmayanların cep telefonu, saat gibi eşyalarını almaya başladık. O da yoksa müşteriden açık senet alıyorduk. Alışık olduğumuz yöntemleri uyguladıkça kazancımız artıyordu. Bir gün Arap Hasan, tıraş için iş adamlarını, kodamanları paketleyip getirmeyi teklif etti. Bu sayede bir tıraş için bir milyon bile alabilirdik. Baba, bu teklifi: “Mafya mıyız ülen biz?” deyip reddetti. Bir başka gün Molotof Murat, tıraş olmayanlardan üç katı para almayı teklif etti. Baba bunu da “Deli Dumrul muyuz ülen biz?” diyerek kabul etmedi.
Kurduğumuz tezgâh tıkır tıkır işlerken Metrobüs Cengiz’le birlikte mekâna bir müşteri getirdik. Müşteri saç ve sakal tıraşı oldu. Baba adama 8.000 TL hesap çıkardı. Adam eli titreye titreye ödemeyi yaptı. Sonra babaya döndü:
-“Affedersiniz beyefendi fatura kesebilir misiniz acaba?” dedi. Baba “Keselim.” deyip usulca yerinden kalktı. Berberlerden birinin önündeki usturaya uzandı:
-“Tutun şunu.” dedi. Bunun üzerine adamın kollarına yapıştık. Baba adamın kulağını tuttuğu gibi kesiverdi. Adam canının acısıyla avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Baba, kestiği kulağı adamın ağzına tıktı. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi koltuğuna oturdu. O günden sonra hesaba itiraz edenlere biz de fatura kesmeye başladık.
Ramazan ayı gelince baba eski günlerde olduğu gibi mahalledeki fakir, fukaraya yardım etmemizi emretti. Depo, yardım istemeye gelenler ve tıraş sırası bekleyenlerle en kalabalık günlerini yaşıyordu. Biz yardım işleriyle uğraşırken Arap Hasan ve Psikopat Apo bir genci hesap için babanın yanına getirdiler. Baba gence şöyle bir bakıp:
-“500 yeter.” dedi. Genç yalvarıp yakararak cebinde sadece 20 lirası olduğunu söyledi. Bunun üzerine baba çocuğun telefonunun alınmasını emretti. Fakat gencin üzerinden çıka çıka ekranı kırık bir tuşlu telefon çıktı. Bu defa gence senet imzalattırmaya çalıştılar. Genç bir taraftan ağlıyor, bir taraftan da yalvarmaya devam ediyordu:
-“Abi nolur bırakın beni. Ben aslında yardım istemek için geldim. Anam hasta. Koltuğu boş görünce tıraşa oturdum. Vallahi bu kadar pahalı olduğunu bilsem oturmazdım.” Arap Hasan:
-“Keseyim mi baba?” dedi. Baba:
-“Kes ülen!” deyince Arap Hasan usturaya uzandı, çocuğun kulağına dayadı. Baba eliyle dur işareti yapıp:
-“Kes dediysem sesini kes dedim ülen. Bırakın delikanlıyı.” dedi. Bunun üzerine delikanlıyı bıraktılar. Baba ona:
-“Analar kutsaldır evlat.” dedi. Sonra bize seslendi:
-“Delikanlının cebine para koyun, ne ihtiyacı varsa ilgilenin, sonra da yolcu edin.” dedi. Delikanlı, babanın eline ayağına kapandı, yüzünü gözünü öptü. Sonra hepimize sarıldı, ellerimizi öptü. Cebine parasını koyup yolcu ederken baba:
-“Belki yardımımız dokunur, neyi var ananın evlat?” dedi. Delikanlı:
-“Covid 19 teşhisi koydular abi.” der demez bana yerinden fırladı:
-“Hay ananı…” diye bağırdı. Depo saniyeler içerisinde boşaldı. Biz daha ne olduğunu anlamadan siren sesleri, helikopter sesleri duymaya başladık. Bir anda içeriye ellerinde silahlarla polisler doldu. Bizi yere yatırıp kelepçelediler. Berber malzemelerine el koydular, dökülen kıllar delil torbalarına dolduruldu. Bizi cezaevinde karantinaya aldılar. Babanın testi pozitif çıktı. Biz, test sonuçlarımızı bekliyoruz.


Yorumlar - Yorum Yaz