Site Menüsü

KADROLU MUHTAR -XI- (Araba)

Köyde hayat normal seyrinde devam ediyordu. Günümün büyük kısmını kahvede geçiriyordum. Cin Ali emir erim gibi olmuştu; sık sık halimi, hatırımı, bir emrim olup olmadığını soruyordu. Tırı Mahmut, semerlerine gözü gibi bakıyor, dört gözle Serkan’ın gelişini bekliyordu. Kaymakamdan ve hâkimden korktuğu için köye eşek getirmiyordu. Fakat yine boş durmuyor, köyleri geziyordu. El altından semer almaya çalıştığını tahmin ediyordum.
O gün sabah kalktığımda benim Toros garajda yoktu. Hanıma:
“Nerede araba?” diye sordum.
“Sabah erkenden Tırı Mahmut gelip götürdü.” dedi. Sinirlendim:
“Niye sokuyorsunuz şu adamı eve?” dedim, bağırıp çağırdım. Hanım:
“Muhtarın haberi var, dedi. Ben ne bileyim.” dedi. Araba gitmişti. Aklıma bin türlü şey geliyordu. Mahmut, arabayı köyün birisinde bırakabilirdi. Arabaya semer hatta eşek yükleyebilirdi. Aradım, telefonu kapalı. Evde dursam hanımla kavga büyüyecek, dışarı çıkıp kahveye vardım. Kahvedekiler, Mahmut’un sabahleyin benim arabayla yoldan geçtiğini görmüştü.
“Nereye gitti biliyor musunuz?” dedim. Bilen yoktu. Çevre köylerdeki tanıdıklara telefon ettim. Sonunda Tepe Köy, dediğimiz köyde izini buldum. Köyün ismi her ne kadar tepe olsa da burası tam bir dağ başıdır. Hele bir mahallesi var, “Yukarı Mahalle” derler, traktörle zor çıkılıyor. Telefonla aradığım Tepe Köy’deki arkadaşım:
“Bana selam vermeden gittin gücendim muhtarım.” dedi.
“Yahu ben değildim, bizim Tırı Mahmut benim arabayı almış. Orada mı şimdi?” dedim.
“Yukarı Mahalle’ye doğru gitti.” dedi. Yukarı Mahalle’de telefon çekmiyordu, Mahmut’a o yüzden ulaşılamıyordu.
“Aman görürsen Muhtar Ramazan aradı de, arabayı çabuk getirsin.” dedim. Telefonu kapattık. Bir saat kadar sonra Tepe Köy’den telefon geldi. Mahmut, benim arabaya bir eşek yüklemiş aşağı doğru iniyormuş. Hemen Mahmut’u aradım, telefonu çalıyordu, cevap vermedi. Kahvede bulunan diğer arkadaşların telefonlarından aradım onlara da cevap vermedi.
Biraz sonra Tepe Köy’den bir telefon daha geldi. Mahmut eşeği benim adıma almış. Yerimden fırladım. Masadaki arkadaşlar tuttu:
“Bırakın beni, tüfeği getirip vuracağım Mahmut’u.” dedim. Bırakmadılar. O gün ciddi ciddi her şeyi satıp savıp köyü terk etmeyi düşündüm. Serkan’ı arayıp durumu anlattım. Onunla konuşmak bana iyi geldi. Eve gidip Mahmut’un gelişini beklemeye başladım. Vakit gece yarısına geldi, çor çocuk yattı. Mahmut hâlâ ortalıkta yoktu. Dışarı çıkıp Mahmut’un evinin etrafını kontrol ettim. Işık yanmıyordu, arabam da ortalıkta yoktu. Geri evime döndüm geldim. Tam bahçe kapısından girmiştim ki arabamın sesini duydum, biraz sonra sokağa farların ışığı vurdu. Hemen elime bir değnek alıp ahırın kuytusuna saklandım. Mahmut, arabayı garaja koydu, bagajdan çıkardığı semeri omzuna vurdu. Bahçe kapısına doğru yöneldi. Olduğum yerden çıktığım gibi peşine düştüm. Elimdeki değneği neresine gelirse vurdum. Bahçede dört döndürdüm. Bizimkiler uyandı. Hanım koştu geldi, beni tuttu. O sırada Mahmut omzunda semerle kapıdan dışarı fırladı. Hanımın elinden kurtuldum, öfkeyle iki tane de ona savurttum. Sonra Mahmut’un peşine düştüm. Gecenin bir vakti, köylü ayağa kalktı. Beni zor tuttular. Elimdeki değnek dört parça olmuştu. Mahmut, semeri bir an olsun bırakmadı, evine kaçıp elimden kurtuldu.
Ertesi gün, Mahmut’la kahvede karşılaştık. Beni görünce sırtını döndü. Küsmüştü. Ben de hiç laf atmadım, kahvenin öbür köşesinde başka bir masaya oturdum. Mahmut, özür falan mı bekliyordu bilmem.
“Arkadaşlar dünyada kıskançlık kadar kötü bir şey yok.” dedi. Kimseden ses çıkmayınca, Hasan Hoca’ya döndü:
“Değil mi hocam?” dedi. Hasan Hoca, Tırı Mahmut’un ne demek istediğini anlamamıştı:
“Nasıl kıskançlık?” diye sordu. Tırı Mahmut:
“Mesela benim zengin olmamı istememek, kazandığımı kıskanmak… Onda olmasın bende olsun demek.” Hasan Hoca sakalını kaşıdı:
“Haset etmek dersen günahtır elbette.” Mahmut aklı sıra bana taş atıyordu. Ayağa kalktım:
“Ülen kim kıskansın seni! Hem ne kazandın da neyini kıskanayım?” dedim. Mahmut:
“Ben Hasan Hoca’yla konuşuyorum. Başkaları lafa girmesin.” dedi. Bu defa ben Hasan Hoca’ya döndüm:
“Hocam söyle bakalım, başkasının malını izin almadan kullanmak caiz mi?” dedim. Hasan Hoca:
“Değildir.” dedi. Tırı Mahmut hemen atladı:
“Arkadaşlar kulağınızda olsun ben bir araba alacağım.” dedi.
“Al da kurtulalım.” dedim. Mahmut:
“Siz karışmayın beyefendi.” dedi. Kahveci:
“Nasıl bir şey alacaksın?” diye sordu. Mahmut biraz düşündü:
“Şöyle 15-20 bin liralık bir şey.” dedi. Tevfik:
“Eşe dosta salık verip araba alma devri bitti Mahmut. Alacaksan internetten bakalım, alalım bir araba.” dedi. Ben Mahmut’u kızdırmak için:
“Araba almak her yiğidin harcı değil.” dedim. Mahmut:
“Alacağım Tevfik hiç merak etme. Senin telefondan bakılıyorsa bakalım.” dedi. Kahveci:
“Geçin bilgisayardan bakın.” dedi. İçeride bir bilgisayar vardı. Kahveci, köylünün ufak tefek işlerini, çocukların ödevlerini üç beş kuruşa bu bilgisayardan hallediyordu. Dört beş kişi bilgisayarın başına geçti. Mahmut’a araba bakmaya başladılar. Ben dışarıyı seyreder gibi yapıp can kulağıyla konuşmaları dinliyordum. Tevfik:
“Mahmut, 15-20’ye düzgün araba yok. Gel sen 5 daha koy. 25’e iyi bir araba alırız.” dedi. Mahmut.
“Olur olur ha 20, ha 25...” dedi. Bu defa 25 binlik arabalara bakmaya başladılar. Kimisinin kaportasını beğenmediler, kimisinin motorunu. Lap Osman:
“Yav Mahmut, sanayiyi yol edeceğine gel 5 daha koy. 30 bine bir araba al.” dedi. Mahmut:
“Doğru söylüyorsun.” dedi. 30 binlik arabalara bakmaya başladılar. 30 binlik araçların içinde birkaç tanesini beğenseler de bunların ya kliması yoktu ya da ABS’si. Çullu Yusuf:
“Mahmut, yazın sıcağında klimasız bu yollar çekilmez. 35’lik bir şey al, hiç olmazsa kliması olsun.” dedi. 35 binlik araçlara da bakıldı. Beğendiklerinin kilometresi yüksekti. Çil Hasan:
“Mahmut kilometresi yüksek araba alırsan elinde kalır. 5 daha koy düşük kilometreli olsun.” dedi. Limit 40 bine çıkmıştı. 40 binlik arabalara bakarlarken kahveye Tahsin geldi. Az çok arabadan anlardı. O da bilgisayarın yanına bir sandalye çekip oturdu.
“Arkadaşlar binilecek araba en aşağı 50’den başlar.” dedi. Bizimkiler 50 binlik arabaları taramaya başladılar. Birkaç tanesini beğendiler. Tevfik:
“Mahmut, bu arabaların bakımı gelmiş. İki gün sonra arıza açar. Bir araba parası da bakıma verirsin. Gel 5 daha koy, bakımlı bir şey al.” dedi. 55 binlik arabalardan beğendikleri oldu. Lap Osman:
“Mahmut, bu arabaların modeli düşük. Almışken modelli olsun.” dedi. Limit 60 bine çıktı. Tahsin:
“Hangisini alırsan al ben karışmam ama mutlaka ful olsun.” dedi. Bu defa limit 65’e çıktı. Tevfik:
“Gel 5 daha ver. Derdiyle uğraşasıya borcuyla uğraş.” dedi. Mahmut:
“Haklısın.” dedi. Çullu Yusuf:
“Mahmut, ha 70, ha 75...” dedi. Lap Osman:
“75’i veren 80’i de verir.” dedi. Çil Hasan:
“Ben iyi pazarlık, ederim 90’lık bir şey bulalım. Ben 85’e alırım.” dedi. Aradan bir saat geçmedi. Bizimkiler 500-600 binlik arabalara bakıyorlardı artık. Daha fazla dayanamadım:
“Ulan Mahmut sen o arabaları al ben şu meydanda eşek gibi anırırım.” diye bağırdım. Herkes benden tarafa baktı. Mahmut sırıtarak:
“Semersiz eşek istemem.” dedi. İçeridekiler karınlarını tuta tuta gülmeye başladılar.


Yorumlar - Yorum Yaz