Site Menüsü

SEN BENİM SIRTIMI KARŞI BEN SENİN SIRTINI KAŞIYAYIM

Şehir insanına neden güvenilmez? Çünkü şehir insanı kendi sırtını kaşıyamaz da ondan!
İnsanların bazı durumlarda yaşadıkları sıkıntılardan kurtulmak için hayvanlar âleminden örnekler bulmaları Hz. Adem’in çocuklarından beri bir çözüm yolu olmuştur. Malum olduğu üzere Hz. Adem’in oğullarından Kabil, kardeşi Habil’i öldürmüş ve cesedini ne yapacağını bilemediğinden kargayı örnek alarak defnetmeyi becerebilmiştir. Maide suresinin 31. ayetinde hadise “Sonra Allah bir karga gönderdi. O, yeri eşiyordu ki ona kardeşinin ölü cesedini nasıl örteceğini göstersin. ‘Yazıklar olsun bana, dedi, ben şu karga gibi bile olup da kardeşimin cesedini örtmekden âciz mi oldum?’ Artık o, (ettiğine) peşimanlığa düşenlerden olmuşdu” şeklinde anlatılmaktadır.
Sırtın kaşınması, basit ama insanın zaman zaman en aciz kaldığı sıkıntılarından biridir. Büyük şehirlerde işporta tezgâhlarında görüp de bir türlü ne işe yaradığını fehmedemediğim, parmakları yanarak büzüşmüş bir eli andıran sapına doğru üç tekeri bulunan uzunca ahşap âletin sırt kaşıma çubuğu olduğunu öğrendiğimde çok sevinmiştim. Köyden gelen alışkanlıkla ulu orta sırt kaşıyacak ağaç bulmak ayrı, icra ettiğin fiili insanlara izah etmek ayrı bir dertti benim için. Şöyle sırtına uygun bir ağaç veya eski bir bina duvarı bulmuşsun, ağız tadıyla yaslayıp sırtını başlıyorsun kaşınmaya; şeherli milleti bu, tuhaf tuhaf bakmaya, garip garip söylenmeye başlıyor. Hele duvarına sürtündüğün binanın tarihe dönük bir yönü varsa Allah muhafaza tarihî esere zarar vermekten nezarethaneyi boylama ihtimalin bile var. Naçar sırtında o tatlı kaşıntıyla uğuna uğuna dönenip durursun ortalıkta! İşte bu çaresizlik anlarından birinde öğrendim o büzüşük parmaklı, uzun kollu, ahşap elin sırt kaşıma gereci olduğunu. Başın gidişmesi neyse, çaktırmadan, saçını düzeltiyormuş gibi yapıp uygun bölgedeki gidişme ihtiyacını hafif hafif sürterek bertaraf etmek mümkündür.
Önceki cümlede geçen “gidişme” çok tatlı bir kelimedir. Şiddeti kaşınmadan daha küçük olan gidişme “hart hart” ile ifade edilemez. Seğirmenin biraz şiddetlisi ve daha tatlı olanıdır. İnsan vücudunda mesela sırttaki durumlar için kaşınma, kulak içi, baş gibi bölgelerdeki durumlar için gidişme denebilir.
Kaşınmayı ifade eden “hart hart” ikilemesindeki “hart” yansıma sözünün yüklendiği şiddet gidişme için ağır gelir. Belki bu sebepten hart hart kaşınmak ve tatlı tatlı kaşınmak kullanımları ortaya çıkmıştır. Halbuki gidişmek fiili yaygınlaşabilse “hart hart”ın ihtişamı daha görünür olacak, kaşınmak fiili etrafında oluşan heybetli çağrışım yükü “tatlı tatlı” gibi kullanımlarla kaybolup fiile edilgen hava yaklaşamayacaktır. Bakın kaşınmak, hart hart kaşınmak; gidişmek, tatlı tatlı gidişmek, belki hışır hışır gibi bir yansıma da düşünülebilir. Şiddetinin nasıl ifade edileceğini kestirmek zor ama gidişmek mutlaka yaşamalı. Böylece kaşınmaktaki vahşi lezzet ve gidişmekteki naif lezzet de birbirine karışmayacaktır. Organlara da yazık. Mesela nerenin kaşınıp nerenin gidiştiği ayrıştırılmalı. Sırttaki ihtişamlı duruma benim gibi gidişmek fiilini kullanmak fahiş bir hatadır. Özellikle uygun bir ağaç, kaya veya duvar çıkıntısı bulunduğunda hart hart sürtünerek kaşınmak nasıl gidişmek diye nitelenebilir? Veya kulak içinde, başın değişik bölgelerinde oluşan ufak tefek ama dayanılmaz hareketlenme durumları için kaşınmak fiilini kullanmak ne kadar doğrudur? Mesela “dövüşüyorlar”ı düşünelim; birden fazla kişi birbirini dövüyor demek. Gidişmek de öyle, birden fazla kişi bir o tarafa bir bu tarafa gidiyor, yani gidişiyor. Başım gidişiyor, kaşınıyor diyen kişinin başındaki manzarayı düşünün, sayılamayacak kadar kalabalık bir topluluk, belki yüzlercesi bir noktada durmadan karşılıklı gidiyor. Zamanla gidişmekteki ş’nin işlevi kayboluşu Türkçenin insan zekâsı tarafından nasıl yönlendirildiğine müthiş bir örnektir aslında ama maalesef kaşınmak fiili gidişmenin gelişmesine ve yayılmasına mâni olmaktadır. Ayrıca kaşınmak fiilinin çift yönlü bir gösteren olduğu dikkate alındığında gidişmek fiiline hâlâ ciddi bir ihtiyaç duyulduğu anlaşılır. Çift yönlüden şu kastediliyor, “kaşınmak” fiili tek başına mesela “kaşınıyor” diye söylendiğinde kimin veya nerenin kaşındığı anlaşılmaz. Tam tekmil mananın ortaya çıkabilmesi için “kedi kaşınıyor” veya “sırtım kaşınıyor” şeklinde ifade etmelidir.

Neyse biz sırt ağaç münasebetine dönelim. Sığır taifesinin ayakları ve toynakları kedi, köpek gibi hayvanlarınki kadar esnek ve sivri yaratılmadığından sağrılarında, boyunlarında, sırtlarında oluşan kaşınmalara karşı çoğu zaman naçar kaldığı bilinmektedir. “Bilinmektedir” dediğime bakmayın, süt, yoğurt, peynir gibi yiyeceklerin ağaçtan toplanan birtakım meyvelerden elde edildiğini düşünebilecek insanların var olabileceği akılda tutulmalıdır.
Nihayetinde kaşınma ihtiyacını giderecek ahşap sırt kaşıyıcıyı icat etmişler. Kalem şeklinde olanını bile gördüm, iç cebine takıyorsun, ilk fırsatta çıkarıp hart hart kaşınıyorsun, ohh! Başını kaşımak için bile uzun ince telli bir avadanlık icat etmişler ki kaşınma ihtiyacının ne boyutlarda olduğunu varın siz düşünün.
Şehirde yaşayan insan için kaşınma ihtiyacı her şeye rağmen devası bulunamamış bir illete dönüşmüştür. İşte bu zaaftan kurtulmanın en kesin ve kestirme yolu imece usulüdür. Köylünün şehirde yaşayan tek geleneği ihtiyacı olana elden gelen yardımın yapılmasıdır. Sırt kaşıma aletin, edevatın yoksa yolun şehir yerinde sırtını birine kaşıtmaktan geçer. Mesela kalabalık bir yerde kaşındın, kaşındın, kaşındın, illet gitmiyor, kıl mı çürüdü, ensenden saç mı düştü bilinmez, kaşınıyor. Hemen kalabalıkta benzer sıkıntısı olan birini ararsın, gözüne kestirdiğin, huyu huyuna, suyu suyuna uygun birine yanaşıp, çaktırmadan anlaşıp samimiyetten elleri sırta vurur gibi yapıp, aşağı yukarı bastırarak hareket ettirip arada şakalaşır gibi gülüşerek herkes derdine karşılıklı deva olur. Bu yardımlaşma zamanla başka alanlara da taşınmış, fırsatını bulsa birbirinin gırtlağına çökecek tipler bile yeri geldiğinde birbirinin sırtını sıvazlar gibi kaşıyarak yol almayı bilmişlerdir. Siyaset, ticaret, bürokrasi, spor, akademi… Her alanda şehir insanı, birbirine çare olarak illetten kurtulmayı bilir.
Köylü kaşınma ihtiyacını çevresiyle uyum içinde kalarak karşılayabildiği hâlde şehir insanı çevresini uyumsuz şeylerle doldurduğu için buradan birbirine mahkûm olma neticesi istemese de karşısındakinin işini görmeye kendini zorlamıştır. İsmet abimizin “kaypak ilgiler” ve “zarif ihanetler”le ilişkilendirdiği insan türünün ortaya çıkışının temelinde kaşınma sorunlarına çare bulamama sorunu yatmaktadır. İnanmazsanız sorun!
Şehir hayatındaki güvensiz ilişkilerin nezih kötülükleri hep kaşınamamaktan kaynaklanır. Kaşınabilen insandan korkmayın, kaba da olsa kaşınmak insanı huzura erdirir. Çağdaş belediyecilik anlayışında kaşınma alanlarının inşasına mutlaka yer açılmalıdır. Kaşınma ihtiyacını gidermiş bir şehir insanı karşısındaki insana karşı farklı yüzler göstermek mecburiyetinde değildir. Sırtını kaşıyabilmiş insan rahatça karşısındakinin yanlışına yanlış diyebilme salahiyetini elinde tutabilir.
Şehir insanı hayvanlardan uzak kaldıkça sırtı kaşındığında çaresiz kalmaya devam etmektedir. Evlerinde besledikleri hayvanlar için özel tarak ve fırçalar alıp kaşınma ihtiyaçlarını kendilerinin gidermesine bakılırsa ev hayvanlarından öğrenecekleri pek bir şeyleri yok, kendi kaşıntılarından öte, hayvanlarını da kendi işini görür olmaktan uzaklaştırmaktalar! Böylece yardım alacağı tek yer olarak kendi gibi sırtı kaşınan bir hemcinsi kalıyor. Nitekim şehir insanı, karşısındaki insanın sırtı kaşınana veya onun sırtının kaşındığını fark edip yardımlaşmayı akıl edene kadar ıstırap içinde dolaşmaktadır. Bu ıstırap şehir insanının karakterine, şahsiyetine tesir etmekte, ıstıraptan kurtarana karşı minnet altına sokmaktadır. Birbirinin sırtını kaşıyanlar birbirine duydukları bu minnet ve doğabilecek yeni kaşıntılara karşı gerekecek yeni yardımlaşma ihtiyacı şehir insanını hesapçı durumuna sokmuştur. Bu minnetdarlık, bu muhtaç olma duygusu içten içe bir derin bir iğrentinin oluşmasına, belki ince bir nefretin doğuşuna sebep olmaktadır. Her an sırtında kaşınma ihtiyacı olabileceğinden her an birine muhtaç kalabilme ihtimali şehir insanını ürkek, korkak, güvensiz ve kaypak hâle koymuştur.
Şehirlerin gün geçtikçe nüfus yoğunluğunun artması, insan türünün tamamiyle tabiattan, topraktan, hayvandan uzaklaşmasını da beraberinde getirmektedir. Böylece sırtını kaşıyamayan insan sayısı kat be kat artmaktadır. Şehirleri hayvanların rahatça kaşınabileceği ve dolayısıyla insana kendi kendine kaşınma konusunda yol gösterici rolünü oynamaya devam etmeleri behemehal sağlanmalıdır. Yoksa sırt kaşıma konusunda birbirine duydukları açık minnetdarlığın düşmanlığa evrilmesi önlenemezse toplumsal nefret tahammül edilemez durumlara gelecektir.
Uzun sözün kısası şehir insanı sırtını kendi kaşıyamadığı için güvensiz, ürkek, kaypak olmuştur. Çünkü örnek alıp kaşınmayı öğreneceği hayvanlar âleminden kopuk yaşamaktadır. Geleceğin belediyecilik hizmetleri bu içtimai nazariyemizi dikkate almadan adım atmamalıdır. Hizmetlerini tasarlarken bahsedilen işbu toplumsal yarayı göz önünde bulundurmalıdır. Mevzubahis olan ferdî illetin nasıl içtimai gailelere yol açtığı akıldan çıkarılmamalı ve tedavi edilmesi için şehirleri hayvanlarla barıştırmanın yollarını aramalıdır. Sinek tutan sığırlara çare bulmak da yine çağdaş belediyecilik anlayışının vazifesi olacaktır.

 


Yorumlar - Yorum Yaz