“Senin bir oğlun daha yok muydu?”
“Va, Adem va ya! Emme o uzaklaada, Akser’de değil; Isparta’da. İzmir’deeken iyiidin, yakındın. Ha deyince gidip gelebiliidik O zamanla biraz ta iyiidik tabii. Sona Isparta’da üniveristede vazifeye başladı. İlk tafa yanına gidiidik otobüs bi yerde durdu. ‘Ben geldik yalım.’ diye hemen davrandım. Buğaları daha gelmedik daha çok var otur.’ dedi. Meğerse burası Dinar’mış. Ben de ‘Furudum ağlamaa. A çocuum çok uzaklara gitmişsin ya seeen!’ diye. Buğaları sağlamken baya gittik geldik yanlarına. O da düğünleede, bayramlaada, hayırlaada, tadillerde geliidin. Onun da çocukları böyüdü. Sık gelemiile gayrı. Biri biil toktur çıktı. Çocuk tokturu çıkacakmış. Öteki de mimar olcakmış. Okulları va, vazifeleri va. Herkes yerinde sağolsun. Yarı anlar yarı anlamaz telefonla gonuşuruz. Çay içii olursam ‘Gel çay içelim baraba.’ derin. O da ‘Tamam geleyim.’ der.
“Bildiğim kadarıyla sen çok çay içerdin.”
“İkimiz de çayı çok severiz. Eskiden ta çok içeedim. Gece gündüz demeden çayı demler içmeden hiç bi işe başlamazdım. Son zamanlada o kadar çok içesim gelmii. Sabah kavaltıda üç bardak içer ardından bi ta yarım bardak içtim mi tamam. Fakat ikindi çayı hala meşhur. İkindi çayı illa içilecek. Ben kahveden hazzetmem, aramam. Bizim Cennet va, o benim zıttıma kahveyi çok içer fakat çay içmez. Güççük gelin Hatma da benim gibi çayı çok sevii. Hele Seyfulla bir demlik çayı tek başına içip bitirii.”
“Benim bildiğim tarlalarda da çok çay içilirdi.”
“Ööledin. Tütün tarlalarında çok çay içeedik. Çay uykuyu açar, bilirsin. Bi gece Çamaltı’nda tütün gıraaken çayı bişirdik. Tarla konşumuz olan bizim Sülemengili de çağırdık. Sülemen çok lafçıdın. Bi habarı âlemdem evvel duya, hemen söylerdin, mukallittin hemi de. Çay içimi esnasında şaka, muhabbet derken iki üç bardak içen Sülemen’in uykusu açılmış, gözleri kıpır kıpır, bi can gelmiş kendisine, bikaç gün soona ‘Abla çayın baya feydesi vaamış. Ben bunu bilmiidim. Bunlar çaydan ne anliiler de içip durilee diidim. Feydesi vaamış.’ demişti. Bi de Hacı Musa’nın çay muhabbeti va da ona girmeyelim hindi.”
“Eskilerden biraz daha bahseder misin?”
“Çok çalıştık. Buğamdan ayrılınca Kariban evinde birez oturduk. Evin üünde tulumba yok, su yok. Hadi bakam testileri, ıbrıkları al, aşşaadan su getir. O da dayanii mi ya. Hemen bitüüri. Hamur yuur, ekmek yap. Misevirimiz de eesik olmazdın. Bi gün gine hamur yuğuriidim. İleenden iteeye hamur kaydı. ‘Misevir gelcek heralda.’ dedim. Bunu Muhammer duymuş. Ben aşşadan su doldurmadan geldim. Muhammer, ‘Ana sen hani hamur kaydı misevir gelecek heralda demiştin ya, bak işte Topal Osman geldi.’ dedi. ‘Ben de niile o! Saman hararı gibi...’ diince bunu duyan Topal Osman göbeğini oynatarak kıkır kıkır gülmee başladı. Ozmanlaa darılmak, gücenmek de yokdun. Garibanlık, fakirlik vaadın. Emme millet birbirine sargındın. Gece gündüz demez misevir gelirdi. Hele tütün piyasasının patlacaa zamanlar misevirden bize yer galmazdın. Düğünlee de ööle olurdun ya. Evvelden düğünlee salı günü davul gelii, çarşamba günü keşkeklik buğday dövilii, köylücek oduna gidilii, perşembe gelin çıkii, aynı zamanda küleş oliidin, cuma günü de gelin yanı oliidin. Güççük konak, böyük gonak döşenirdin. Hindi herkesin altında arabası va. Yimeeni yiyen binii arabasına hadi evine.”
“Şimdi herkes zenginleşti. Alım gücü arttı. Hemen herkesin evinde bir arabası, o da olmadı şarjlı diye tabir edilen motoru var. Benim küçüklüğümde at arabasından başka araba yoktu mahallede. Sonraları ilk defa Zeki Bey bir Murat 124 aldı, nerdeyse olay olmuştu. Ardından birkaç kişi traktör almıştı. O zamanın behrinde traktör almak da herkesin harcı değildi. Oysa herkes çalışırdı.”
“Dedim ya çok çalıştık. Tütün yaptık, onun yanında buğday, arpa ektik. Yeri geldi bakla, nohut, burçak ektik galdırdık. Evde ille sağımlık olcak. İneklee va. Davam edem. Buğaları güzel çift süreedin. Çift sürmede bi nümüredin. Emme öteki işlere gelince o gadaa deeildin. Niise Allah ıramet eylesin. İremetlik tertipliidin. Her bişiyi ilazım olur diye atmaz, oraya buraya sokar, timar ederdi. Benim de kör zıddıma. Onun biriktirdiklerini hataşlayıveresim gelirdin. Dedim ya güzel çift sürdüünden bizim tarlanın tütünleri komşulara bakınca ta güzel, boylu poslu olur, onları başfiyat veya farklı sataadık. Ha bi de fidan ocaklarını hazırlakene çok emek çekeedin. Dedim ya tertipliidin. Gırakan çatır çatır gırar emme dizmeye geldi mi tek tek dizee iş üretemezdin.”
“Evet biliyorum Hacı Ana, ben de yardım ederdim size, tütününüz çoğu zaman iyi olduğundan çok kırardık. Lakin kıran kıranlarla dizenler aynı olunca dizme işi çok gecikirdi. Sağolsun Veli Dede, bazen Parmaksız Dede ve Yahya sıkça yardıma gelirlerdi. Onlar da gelmezse iş daha zor olurdu. Çünkü tütün dizme işi bittikten sonra biraz dinlenmek, diğer işleri görmek, at arabasını gece için hazırlamak gerekiyor. Tütün çok meşakkatli bir işçilik. Yediden yetmişe herkese yapacak bir iş çıkar.”
“Tabii tütünün hastalığı çoktur. Hele maviküf hastalıı tütünün kanseridir. Bi yılım fidanlara maviküf hastalığı geldi ocaklaada hiç fidan yok. Hacı Mehmet abim, Hacı Celil, yörükleeden Hacı Halilibram, tabi o zamanla hiçbiri hacı değille ya, Falaka taraflarına fidan almaa gittilee. Kaç gün oldu, gelen giden yok. Bi habar yok. Orlaada zor zahmet fidan bulmuşlaa, onları yoldurmuşlaa, sona araba tutup Akser’e getirmişlee, irezillik be! Emme ekmek davası. Getirdilee ardından havacık bi yaamıra durdu mu, tarlii girilmii. Hava yağmırlı oldu mu yahut sene yaamırlı geçti mi tütün yavuz olmii. Niise o yıl da geçti. O yıl kaç balle yaptık bilmiin emme kırk, elli balle yapmışlığımız çok oldu.
Birkaç tafa tekrarladım ya olsun bakam, çok çalışırdık. Kendi işleemiz bitti mi yömiyeye gideedik. Tütüne, zeytin toplamaa, soğan kazmaa, pamuk toplamaa, üzüm kesmee ne bulduysak. Pamuk toplama diince Hasköylü Irza Çavuş vaadın. O dayıbaşılık yapaadın. Bütün mahalle onun dayıbaşılıında Beyoba, Sazoba, Kayışlaa mevkiinde pamuk toplaadın. O iyi motur evin üüne gada geli, kasaya binip tarlaya gidiin. Bi de erkenden kalk Yenicamii’nin üüne koşar adım git, göçmenleeden sıra gelirse dolmuşa bin, tarlada akşama gadaa çalış, eve gel. Bizde tadil yokdun. İleşberlikte yaamır yağarsa tadil olur. O günleede de mutlaka bi iş çıkaa kök kazmaa, fırın için çırpı, kırgı kesmee, kozalak toplamaa gidedik. Ayrıca gelincik kazmaaa, mantar ve kuzugöbeği toplamaa gideedik. Dağdan sırtımızla geçilere çok tikenli pinar, çalı, zeytin dalı getirdik. Geçii her şiyi yimii. İlle pinar olcak. Damlaa dolusu inekleemiz de oldu fakat onnarı bakmak çok meşakketli olurdun. Tarladan yorgun argın gel hemen dama gir altlaanı temizle, yemle, sula, sütünü sağ bi de böyük hayvan sütü çok olii. Sütü mayala, yoğurdu yayıkta çalkala, ayranını ayır, sadeyağını bi çanaa go, birezini yi, bi kısmını bazar günü satmaa gönder, uraş dur. Bunun yanında şeytanın pisliinden bittii söölenen tütün domalanı da va ya! O gayrı hepsinden berbet. Emme sofranda yoğurt, ayranın oldu mu pek gözel olii. Yoğurdu sulandır al sana serincecik ayran. Parmaksız Dede tuzlu ayranı hiç sevmezdin. Ayranın içine tuz atıldiinde ‘N’olcak o turşu!’ der içmezdin. Emme onun da kendine göre bi tabeeti vaadın.”
“Öyleydi bilirim, her iki dede birbiriyle bacanaktılar. Buna karşın karakterleri çok farklıydı ikisinin de. Hacı Parmaksız Dede ibadetine çok düşkün, beş vakit namazını cemaatle eda eden, Cuma günleri erkenden camiye gidip vaaz dinleyen ve burada duyduklarını uygulamaya ve anlatmaya çalışan biriydi. Buna karşın sert mizaçlı ve biraz da aşırı tutumluydu. Hacı Veli Dede ise tam tersiydi. Oldukça cömert, paylaşımcı olmasına rağmen ibadette biraz gevşekti sanki. Senin dediğine göre ‘Çarşıda, kahvede uzun süre eğlenir, akşamüzeri eve geldiğinde ikindi geçmek üzeredir. Zeynep Nine, onun bu haline çok kızar ‘Ülee adam sen de millet gibi namazını vaktinde hatta comaatla gılsan da bööle geciktirmesen olma mı?’ dediğinde o da ‘Ben gıliin ya sen ona bak!’ dermiş.”
“Heya o ööledin.”
“Peki günlerin nasıl geçiyor Hacı Ana?”
“Nasıl geçsin? İlkinki gibi çok erken kalkmiin. Namazdan sona bita yatiin. Yetişecek işim mi kaldı benim, bu vakitten sonra. Günleen de hükmü yok şabık geçii. Kalk çaydan baraba, domandiz, katık, zeytinden ibaret yimee, size göre erken sayılan bi vakıtta yi, ortalıı deşir derken öölen oluverii. Zatın öölen oldu mu gün bitti say. Az televizyonu açiin, habarları dinliin. Aaşam da erkenden yatiin bazan yatsı namazımı gece kalkıp gıliin Allah kabul etsin.”
“Hacı Ana seninle görüşmeyeli ben de mahalleye gelmeyeli epey oldu. Anlat bakalım mahalleden kimler geldi kimler geçti, kimler ayakta durmaya devam ediyor?”
“Malledeki direkler birer birer gitti. Bi ben galdım fööle edirafta bi de bizim Hacı Celil. Onun da pek hayrı galmadı ya. Eski Hacı Celillikten bi eser galmadı, sallanıp durii. Bizden sona ikinci grupta üç tane Hacca va. Hankısı ta böyük bilmiin emme heralda hep bi emseldirler. Bunlar Koreli’nin karısı Hacı Hacca; İsmail Tufan’ın hanımı Hacca, öteki de Hacı Halibram’ın karısı Hacı Hacca. Haccalar çok yaşii demek ki.”
“İlahi Hacı Ana!”
“Geçen gün aklıma geldi gölden ehtibaren bir saymaa başladım Emetlilerden davam ettim, caminin oradan, küngelige kadar kimler vadın tek tek saydım. Goca goca adamlar, o boylu poslu kadınlar dönülmicek yere gitmişler. ‘Hu!’ diye seslensen Aşa Bacı’dan, Elif Ebe’den bir cuvap yok. Fadime Bacı, Aşa halam, Fadime halam, Zenep halam, anam, buğam, Hürü Ebe, Memet dayım, Ali dayım, Goca Züre, Güççük Züre, Merem teyzem, Tosçalının garısı Züre teyzem, Ellez dayım, Halibram amcam, Goca Ellez, Güççük Ellez yok. Eski adamlaadan da hiç biri galmamış. Emetli Cambaz, Gara Üsin, Çengelbıyık, Hıdır, Kuş Omar, Börekçi Datı, Kafadar Osman, Goca Gırış, Omar Hoca, Ürfet, Hambal Amat, Hacı Yetim, Dokuzaklı Irza, Emetli Hacı, Yılı, Bazlamacı, Hocanın Amat, Yalazı Sali, Muktar, Yarımayan, Hacı Barmaksız ve uşakları, Hacı Veli, Gazeteci, Aptil Çavış, Yusuf Dayı, Omar Çavış, Cambaz, Adeş, Koca Usta, Ali Çoban ta kimleri sayiin canım hiçbiri yoklaa! Adamlar taa erken ölii heralda. Mahallede kaç dene adamları ölmüş gadınlaa va. Neden ki? Sen biliin mi? Mahallede birçok dul kadın va. Emme tek başına yaşayan adam galdı mı nemmen? Baya yok yalım. Yok yok!”
“Gelenin gidenin var mı?”
“Nerdee! Evvelden çoktu gelenim gidenim. Sağ olsunla sayip geliile. En başta Amat komşuyla Küssüm gelin gün aşırı gelirledin. Hindi kör olmayasıca bir hastalık çıkmış, adı teltik bişii, korona mı torona ne domalan, onun yüzünden kimse evinden dışarı çıkamii. Çıkana ceza vamış diile. Ööle mi? Herkes evinde, ocaanın başında. Gelen giden yok. Aman ya Rabbim Tanrım!”
“Senin Fadime halan ne yapıyormuş?”
“Napsın, bulmuştur laf anlatcak birini, yanına sokula sokula dizinin dibine gadar varmış, gonuşiidir.”
“Bir Gazeteciniz vardı mahallede noldu ona?”
“Nemmen! Gazeteci bu dünyada işin de lafın da goliini biliidin. Orda da öyledir yalım.”
“Hacı Ana senin rüyaların meşhurdu. Hâlâ sık sık rüya görüyor musun?”
“Her gün olmasa da günaşırı ürâ görürüm. Emme hep kendimi köydeeken göriin. Çocukken, geçi güderken, Hatma Çeşmesi’nde, Gavur Çeşmesi’nde, Galee’de göriin. Olak güdeeken, geçi güdeeken, Fadime halamla oynaaken göriin. Bazan da gurt, canavar göriin, onların kafasına bi çomak çıkariin. Ölüp gidiile. Ben çok üra göriin ve çoğu da çıkii. Uykum hafif. Namazdan sona namazlanın gıyına hemen devrilüüdüm mü hemen bi üra görürüm.”
“Hacı Ana, o uykunun hafifliğinden kaynaklanıyor. Herkes rüya görür. Ama uykusu ağır olanlar gördükleri rüyayı hatırlayamazlar, Yoksa mutlaka rüya görüyorlardır. Bir de hayatında doğru sözlü olup yalan söylemeyenlerin rüyaları doğru çıkar. Ayrıca her şey unutulsa da çocukluk unutulmuyor. Zira çocukluk insanın anavatanı. O yüzden rüyalarda çocukkenki günlerin görülmesi normal bir durum. Konuşacak çok şeyler var. Ama benim de vaktim sınırlı. Hadi bakalım ben gidiyorum. Ver elini öpeyim sen de sırtımı yepeşle olur mu?”
“Olur, olur, beni ağlatcan gine hadii eşine, çocuklarına çok selam sööle.”
“Allah’a emanet ol. Allah hayırlı, uzun ömürler versin.”
“Sizler iyi olun da ben daha iyi olurun oğluum.”
***
Sözlükçe:
beranarı: (n nazal ile) Daha ziyade Ege’de Manisa ve Muğla’nın bazı yerlerinde kullanılan bu kelime “ehhh”, “şöyle böyle” anlamına gelmektedir. “Beranarı güzel değil” şeklinde vurgulu bir söylenişle istimal edildiğinde ise “Şöyle böyle değil”, “çok güzel”, hatta “muhteşem” manası vermektedir.
böle: teyze, amca, dayı çocukları.
kessik: etrafı çalı çırpıyla çevrili bostan.
küngelik: çöplük.
nemmen: ne bileyim ben.
yalım: herhalde.
yepeşlemek: musafaha yapma anında sırta birkaç defa vurmak.