Site Menüsü

KADROLU MUHTAR -XIII- (DEFİNECİLER)

İntikam planımızı o ana kadar başarıyla uygulamıştık. İşler umduğumuzdan da iyi gidiyordu. Sıradaki hedefimiz, Çullu Yusuf’la, Lap Osman’dı. Bu ikisi hep birlikte hareket ederdi. Sabah akşam ayrılmazlardı. Bu yüzden ikisine bir oyun oynamaya karar vermiştik. Fakat bir türlü ağımıza düşmüyorlardı. Onlar bize gelmeyince biz onlara yaklaşmaya karar verdik. Kahvede aynı masaya oturmaya birlikte konken oynamaya başladık. Laf bazen Çil Hasan’a geliyordu. Onun aklını yitirdiğini söyleyenler vardı. Serkan:
“Define işi böyledir.” dedi. Bu söz üzerine ben “Ne yaptın?” dercesine Serkan’ın yüzüne baktım. Çullu Yusuf:
“Ne definesi?” dedi. Serkan:
“Besbelli Çil Hasan define arıyor.” dedi. Ben masanın altından Çullu Yusuf’un bacağına vurdum. Sanki Serkan’ın bacağına vuracakmışım da yanlışlıkla ona vurmuşum gibi yaptım:
“Kusura bakma Yusuf, ayağım çarptı.” dedim. Lap Osman, elindeki taşı atarken umursamaz bir tavırla:
“Bizim burada define ne arasın?” dedi. Serkan manalı manalı gülümsedi. Lap Osman’ın attığı taşı aldı, şak diye istekasına koydu. Boşta kalan taşlardan birini yere attı:
“Tam yeri.” dedi. Çullu Yusuf, Serkan’ın attığı taşı almadı, yerden bir taş çekti. Çektiği taş işine yaramıyordu, yere attı onu:
“Öyle deme Osman, dedem anlatırdı. Vaktiyle, çobanın birisi burada iki heybe altın bulmuş.”
Çullu’nun attığı taşı almadım, yerden bir taş çektim, istekama yerleştirip işime yaramayan taşlardan birini attım. Alttan alttan Çullu Yusuf’a bakıyordum. Lap Osman çayından bir yudum çekti. Benim attığım taşı almayıp yerden taş çekti. Çektiği taşı attı:
“Dedenin anlattığı yerin neresi olduğu belli değil ki.”
Serkan, Osman’ın attığı taşı alıp istekasındakilerden birini attı. Çullu Yusuf, yerden taş çekti, istekasına koydu. Biraz düşündükten sonra bir taş attı:
“Dedem, ömrü hayatında köyden başka yere gitmedi.” dedi. Serkan araya girdi:
“Böyle çok olay var. Adı aklıma gelmedi şimdi, hepiniz bilirsiniz, Fenerbahçe’nin yöneticisiydi. Adam zamanında çiftçiymiş. Çift sürerken gömü bulmuş. O parayla tekstil işine giriyor, Allah yürü ya kulum deyince adam milyoner olup çıkıyor. Yine benim bizzat tanıdığım insanlar, yayladaki evlerini yıkıyorlar. Temele gelince düz bir kayayla karşılaşıyorlar. Ayaklarıyla yokluyorlar, alttan güm güm ses geliyor.” Çullu Yusuf pür dikkat Serkan’ı dinliyordu. Lap Osman ilgisiz gibi görünse de kulağı Serkan’daydı. Oyun sırası kendisine gelmesine rağmen farkında değildi.
“Osman oynasana.” dedim. Osman yerden taş çekti. İstekasındaki taşlardan birini attı. Bu arada Çullu:
“Ee ne varmış taşın altında?” dedi. Serkan, Osman’ın attığı taşı hemen aldı. Beklediği o taşmış. Taşlarını düzeltti:
“Balyozu almış, eline bir vurmuş taşa.” derken okeyi masadaki dizili taşların üzerine vurdu. Sonra da Çullu Yusuf’la, Lap Osman’ın yüzüne bakıp:
“İnsan boyunda küp, içinde silme altın. Beyler bu oyun burada biter.” dedi.
Oyunu bıraktık. Serkan’ın anlattıklarını dinlemeye başladık. Söylediklerinin palavra olduğunu bildiğim halde ben bile heyecanlanmıştım. En sonunda:
“Memleketin her tarafı hazine ama nasıl çıkaracağını bilmek lazım.” dedi. Çullu Yusuf:
“Serkan kardeş sen bayağı anlıyorsun bu işlerden.” dedi. Serkan arkasına yaslandı:
“Anlıyorum anlamasına da tek başına olmuyor bu işler. Muhtara güvendik o da fos çıktı.” dedi.
“Benim ne suçum var.” dedim. Serkan elini şöyle bir savurup:
“İki çukur kazdık, yok belim ağrıdı, yok bacağım ağrıdı.” Lap Osman hemen atladı:
“O çukurları siz mi kazdınız?” dedi. Serkan cevap vermedi. Çullu Yusuf, Serkan’a bakıp:
“Çil Hasan’ın tarlasında bir şey var o halde.” dedi. Serkan:
“Var ama orada yok.” dedi. Çullu Yusuf da Lap Osman da heyecanlanmıştı. İkisi birden:
“Nerde o zaman?” dedi. Serkan gayet sakindi:
“Zengin olmak isteyen iki adam olsa bulacağım.” dedi. Ben bozulmuş gibi yapıp:
“Ben varım ya...” dedim. Serkan:
“Senle bu iş olmaz. Sen zengin olmak istemiyorsun.” dedi. Çullu Yusuf’la, Lap Osman bakıştılar:
“Biz varız.” dediler. Heyecanla definenin yerini öğrenmek istediler. Serkan:
“Bu işler ortalıkta konuşulmaz. Hele şöyle dışarı çıkalım.” dedi.
Dördümüz birden kahveden çıktık. Bizim eve geldik. Burada Serkan, hepimize yemin ettirdikten sonra köye define için geldiğini, benimle birkaç yeri kazdıklarını fakat bir şey bulamadıklarını söyledi. Cebinden eski bir harita çıkararak bazı işaretler gösterdi. Güya daha önce bana da bu işaretleri göstermişti fakat ben tam olarak çözememiştim. Onu yanlış yönlendirdiğimi, hazineyi kendim arayacağımı bile düşünmüştü. Ama zamanla beni tanıdıkça kötü niyetli olmadığımı anlamıştı. Ona ayak uyduramıyordum, yeteri kadar hevesli değildim. Ayrıca kazı işinde zayıf kalıyordum. Çullu Yusuf ve Lap Osman ağzı açık dinledikçe Serkan daha da havaya girdi. Bu bölgenin Romalıların ilk yerleşim yerlerinden biri olduğunu söyledi. Fakat Romalılar burada şehir kurmayıp daha güneye inmişlerdi. Serkan, paha biçilmez bir heykelin peşindeydi. Daha önce ufak tefek şeyler de bulmuştu. Bu defaki bunlara benzemiyordu. Heykeli 100 milyona satabileceğini söylüyordu. Çullu Yusuf ve Lap Osman haritayı benden farklı yorumladılar. Onlara göre define Ak Gedik’te değil, İncirli’deydi. Çullu Yusuf ve Osman’ın bizi devreden çıkarmalarını önlemek için Serkan tarihi eser kaçakçılarının başına gelenlerle ilgili bazı olaylar anlattı. Gözlerini korkuttu.
“Ben bu işe hayatımı adadım, sakın benden habersiz gidip kazı yapmaya kalkmayın. Hoş defineyi bulsanız bile alıcı bulamadıktan sonra hiçbir işe yaramaz.” dedi.
Yusuf ve Osman, yeminler edip kendi başlarına iş yapmayacaklarını söylediler. Anlaştık. Buna göre defineden kazandığımızı beşe bölecektik. Bu işten eşlerimiz dahil hiç kimseye bahsetmeyecektik. Akşam el ayak çekilince ava gider gibi gidip haritada gösterilen yerleri kazacaktık. Evlere dağılıp ertesi günü beklemeye başladık.
Ertesi gün yatsıdan sonra hazırlandık. Yusuf ve Osman bizim evin yanına gelmişlerdi. Islıklarını duyunca biz de aşağı indik. Sırtlarımızda tüfekler, çantalarımızda kazma, kürekler yola düştük. Haritada gösterilen yere geldiğimizde Serkan heyecanla:
“Şimdiye kadar beni neden buraya getirmedin Muhtarım, burası tam yeri.” dedi. Burası genişçe bir alandı. Nereyi kazacağımızı bilmiyorduk. Serkan etrafta biraz inceleme yaptı. Bir taş gördü. Taşı kaldırıp altına baktı:
“Şurayı kazın.” dedi. Ben:
“Benim belim ağrıyor.” dedim. Yusuf’la Osman kazmaya başladı. Saatlerce kazdılar. Kazdıkları çukur neredeyse bir adam boyu olmuştu. Yusuf’la Osman’ı çukurdan çıkardık. Serkan çukura girip fenerle inceledi. Onu da çıkardık.
“Burası boş. Kapatın.” dedi. Kan ter içinde kalan Yusuf:
“Hayda!” dedi. Serkan:
“Her kazdığımız yerden define çıksa ne olurdu sen biliyor musun? Bu iş o kadar kolay değil. Kim bilir kaç tane daha çukur kazıp kapatacağız? Dua et, bu seviyede çukurun boş olduğunu anladım, değilse 5-6 metre kazabilirdik.” dedi.
Osman, Serkan’a hak veriyordu. Her ne kadar önceleri geri dursa da Yusuf’tan daha istekli görünüyordu. Çukuru kapattılar. Serkan etrafta araştırma yapmaya devam etti. Başka bir taşı kaldırıp:
“Kazın.” dedi. Bu çukuru da adam boyunda kazdılar. Serkan inceledikten sonra çukuru kapattırdı. Birazdan sabah olacaktı:
“Bugünlük bırakalım yarın yine geliriz.” dedi. Köye döndük. Dönüş yolunda da bundan sonraki günlerde nasıl hareket edeceğimizi konuştuk. Buna göre gündüz, İncirlik’e gelip araştırma yapacak akşamda belirlediğimiz yerleri kazacaktık. Serkan:
“Dikkat çekmeyelim, gündüz muhtarla ben geleyim, akşam beraber gelelim.” dedi. Yusufla Osman razı olmadı. Kendilerinden habersiz defineyi bulacağımızı düşünüyorlardı. Serkan’a her gün birimiz eşlik etmeye karar verdik.
Günler geçiyordu. Her akşam gündüzden belirlenen yer kazılıyordu. Serkan, onları teşvik etmek için bazı çukurları “Burada olabilir.” diyerek biraz fazla kazdırıyordu. Yusuf ‘la Osman’ın heyecanları gün geçtikçe azalmaya başladı. Serkan’la gündüz yapılan araştırmalarda sıra kendilerine geldiğinde:
“İkiniz gidin.” demeye başladılar. Bazı akşamlar kaytarmaya bazı akşamlar hiç gelmemeye başladılar. Planın bir sonraki aşamasına geçme zamanı gelmişti.


Yorumlar - Yorum Yaz