Site Menüsü

BEN DE İTİN OLİM Mİ ABİ?

Yanılmıyorsam 1982’li yıllardı. Bu kadar çok televizyon kanalı yoktu. Hepsinin toplamı iki elin parmaklarından azdı. Hangi kanaldı şimdi tam hatırlamıyorum ama kanalın birinde, “Süper Boy” isimli bir dizi vardı. Haftada bir kez verilirdi. Süper Boy, “Süper Man”in gençlik versiyonuydu. Aynı Süper Man gibi omuzunda pelerini ile uçar, kötülerle mücadele eder, iyileri kurtarırdı. Süper Boy’un bir de köpeği vardı. O da pelerinliydi ve adı; “Süper Köpek”ti. Köpek de Süper Boy gibi uçar, Süper Boy’un, tabir yerindeyse “ayak işlerini” yaparak ona yardımcı olurdu. O tarihlerde çocuklar o diziyi (aynı çocukların sevgilisi “Kara Şimşek” dizisinde olduğu gibi) çok sevdikleri için kaçırmazlardı, onlarla birlikte biz büyükler de izlerdik. Çünkü o tarihlerde evlerde bir tane televizyon vardı ve henüz çoğunluğu da siyah-beyazdı. Böyle bir günde abimlerin evinde televizyon seyrediyorduk. Yeğenlerimden büyük olanı bize sürekli Süper Boy’un başlamasına ne kadar kaldığını sorup duruyordu, biz de: “On dakika kaldı, aha az sonra açarız.” deyip mevcut programı seyrediyorduk.
Nihayet beklenilen zaman geldi ve biz Süper Boy’un oynadığı kanalı açtık. Yeğenlerim ve benim oğlum gözlerini ekrandan bir saniye bile ayırmadan Süper Boy’u seyrettiler. Onlarla beraber biz de tabii. Biraz sonra abimin büyük oğlu (altı yaşındaydı), annesinin başörtülerinin birini omuzuna atmış, çenesinin altından da düğümlemiş (yani pelerin yapmış) halde içeri girdi. Bizler birbirimize bakarak gülümserken annesi sordu:
“Oğlum bu ne hal?”
“Anne Süper Boy oldum.”
Biz hiç bozuntuya vermeden;
“Valla aynı benzemişsin, yakışmış da hani.” diyerek sevindirdik onu.
Yeğenim çıktı koltukların üzerine, oradan yandaki somyanın üzerine uçtu; somyanın üzerinden koltuğun üzerine, oradan yere; yerden tekrar yukarıya uçup duruyordu. Babası kızacak gibi oldu, ama biz kaş göz işaretiyle çocuğu rahat bırakmasını söyledik. Ve yeğenim bir sağa bir sola sıçrayıp duruyordu. Kendisinden iki yaş küçük olan kardeşi, biraz önce gözlerini bile kırpmadan televizyonu seyrettiği gibi yine kocaman gözlerini ayırarak abisini seyrediyordu. Biraz sonra küçük kardeşinin:
“Abi” dediğini duyduk. Ama abisi duymadı. Belki de duydu ama o an çok meşgul olduğu için duymaz davrandı ve uçmalarına devam etti. Bu sefer küçük çocuk, annesinin başındaki örtüyü çekip eline aldıktan sonra ısrarlı ve biraz daha yüksek bir sesle;
“Abiii!” deyince bizimki duydu. Bulunduğu koltuğun üzerinden aşağıdaki kardeşine bakarken biraz da uçuşunu kesintiye uğratmasının kızgınlığı ile ilgili olsa gerek, sert bir edayla:
“Ne vaaar!” dedi.
Bizim ufaklık, az önce annesinin başından çekip aldığı pelerini abisine göstererek:
“Bak benim de pelerinim var.’ dercesine, yalvaran bir sesle:
“Ben de itin olim mi abi?”
Abisi birkaç saniye düşündükten sonra;
“Olmaz.” dedi ve yine uçmalarına devam etti.
O anda ufaklığın gözlerindeki çaresizliği, hayal kırıklığını görmeliydiniz. Sanki dünyası yıkılmıştı. Abisi kendisine ‘‘iti’’ olmayı bile layık görmemişti.
***
Sevgili okuyucular, birinin ya da ikisinin de yaptığını yanlış bulabilirsiniz. Ya da, şu çocukluk ne güzel şey diyerek gülüp geçebilirsiniz. Onlar bunu çocukken yaptıkları için hoş görürüz, güzel bir anı olarak hatırlar ve anlatırız. Ama büyüdükten sonra da bu televizyon denen şey, bize buna benzer şeyler yaptırıyorsa başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmemiz gerekmez mi? Yani oradaki hayali ve gerçek dışı karakterleri kendimize örnek alıp onların hitap tarzlarını ve kullandıkları kelimeleri ‘mal bulmuş mağribi’ örneği baş tacı edip en yakınımızdakilerin konuşma ve davranış edebinden uzaklaşıyorsak, ‘’iti’’ olmaktan herkesi tenzih ederim ama ‘’kölesi’’ olmaya doğru yol aldığımız gerçek değil mi?


Yorumlar - Yorum Yaz