TERSLİĞİN BÖYLESİ

Final haftasıydı. Sekiz saattir konuların, soruların, özetlerin dik yamaçlarında kürek çekiyordum. Kazan gibi olmuştu kafamın içi, hem de keşkek kazanı... “Bu kadar yeter, nefesleneyim biraz.” dedim.
Mutfağa gidip kahve pişirmeyi denedim, olmadı. Sallama çay yapsam diyecek oldum, “Boş ver, test sorularını çözerken zaten yeterince salladım” dedim. Balkona çıktım. Beni görünce gülümsedi begonvil, fesleğen, kalanşo, biber, nar ve fasulyeler. Güneş saklambaç oynuyordu bulutlarla. Sokağa sapan seyyar satıcının sesi doldurmuştu sokağı. Bir sürü insan toplanmış, köşe başındaki inşaat alanında hafriyat çalışması yapan kepçeye bakıyordu. Ne kadar meraklı oluyordu şu insanlar! Bir bardak soğuk su içip çıktım mutfaktan.
“Ne yapsam, ne yapsam?” diye düşünürken miktarını günlerdir merak ettiğim kumbaramdaki paraları saymak geldi aklıma. Keyifle koştum kumbaranın bulunduğu misafir odasına. Tam kapıya uzanmak üzereydim ki birden yerde buluverdim kendimi. Baktım, gerçekten yerdeki kendimim. “Ne oldu?” diye soracak zamanım çoktu.
Yerler yeni cilalanmıştı ya; meğer koridordaki halı, basar basmaz fay hattı gibi hareket etmiş ve düşürmüştü beni kendi ayakucuma. Bir elimle sızlayan kolumu ovuşturuyor, diğer elimle kapının koluna tutunmaya çalışıyordum.
Kitaplık tam karşımdaydı ama kumbara kitaplıkta değildi. Ekmek parasından artan 25 kuruşu daha dün atmıştım oysa. İşte şurada, hikâye ve masal kitaplarının bulunduğu rafın sol tarafında olacaktı. Yok, yok! Kim alır? Benden başka kullanan olmaz ki. Kardeşim de yok.
Üstünü altına getirdim odanın, güz yaprakları misali havada uçuştu elbiseler, eşyalar, kitaplar, sayfalar... Yok, yok! Sinir-zemberek olmuştum, çıldırmak bir adım ötesi... Bulut olup dolmakla barut olup kahrolmak arasındayım.
Fiskos masasının üzerinde keyifli keyifli güneşlenip hâlime dudak büken menekşeye de bozulmuştum; şimdi fiskosun sırası mıydı? Öyle bir yumruk salladım ki bizim saksıcık, komşu kül tablasıyla birlikte fırlayıp karşı duvarda asılı duran yağlı boya tabloyu tuz ile buz etti. Üstüne bir de karabiber ile kimyon ekti. Limonu sıkmak da bana düşmüştü.
Aman Allah’ım, ne yapmıştım ben? Çok sevdiği rahmetlik öğretmen arkadaşından anneme hatıra kalan o nadide menekşenin, ot yığını gibi pul pul saçılmasına mı yanayım; dede yadigârı o milyonluk tablonun yerinde fırtınalar esiyor olmasına mı?
Ya akşam aile meclisinde verilecek hesap; bir dünya itham, hakaret ve nasihatler… Yemek yerine fırça ve azar yeme ihtimali... Yılan gibi günüme çöreklenen bu hâl, ne mantık bırakmıştı bende ne mecal.
Birbirine dolanan elim ayağım, yüreğime de korkuyu dolamıştı. Evde kimse yok iyi ki! Ortalığı süpürmeli hemen. Süpürgeyi arıyorum, bulamıyorum; bulup fişe takıyorum, çalışmıyor. Elektrikler kesilmiş sanırım.
Bir tekme savuruyorum tüm bu olup bitene. Bu esnada döşemeden kıymık parçası saplanıyor başparmağıma. Bir “la havle” çekiyorum sitem makamında. Tersliklerin kavşak noktasında, hatta mezadındayım sanki bugün. Yardım et Allah’ım!
Bir sızı yayılıyor ayağıma. Eğilip bakıyorum, parmağım kan topağı. Dolaptan pamuk ve tentürdiyot alıyorum. Ellerimin titremesine mâni olamıyorum. Biraz fazlaca eğiliyor şişe. Gömleğim boğazına kadar tentürdiyota bulanıyor.
Büyük bir karamsarlığa bürünen gözlerim, dünyayı kıpkırmızı görmeye başlıyor. Sanki bütün dünya kanıyor. Sönmüş bir balon gibi yığılıp kalıyorum koltuğun dibine.
Aradan ne kadar zaman geçmiş bilmiyorum. Gözlerimi açıp etrafıma bakınıyorum şaşkın şaşkın. Üç beş saniye sonra ders kitaplarımı fark edince anlıyorum olup bitenleri ve gülümsüyorum.
Yarınki sınava çalışırken uyuyup kalmışım masanın başında. Yaşadığım bu bir çuval terslik de koca bir kâbus imiş meğer. “Çok şükür” deyip doğruluyorum yerimden. Bir bardak soğuk su içiyorum mutfakta.
“Ne yapsam, ne yapsam?” diye düşünürken miktarını günledir merak ettiğim kumbaramdaki paraları saymak geliyor aklıma. Keyifle koşuyorum kumbaranın bulunduğu misafir odasına. Tam kapıya uzanmak üzereydim ki…


Yorumlar - Yorum Yaz