İSTER İNANIN İSTER İNANMAYIN ŞAŞIRIN BÖYLECE KALIN!

Sevgili okuyucularımız bugün size ilginç bir olayı duyuracağım. Siz de bizim gibi şoke olacak ve buna ister istemez, kulp takanlara güleceksiniz. Bir insan adından başka bir lakapla anılır lakin bu anlatacağımız olaydaki vatandaşımızın birçok lakabı var, bu lakaplar ona yaşadığı değişik olaylardan sonra takılmış.
“Sayın Yaşar Bey ilk önce size neden “at hırsızı” adını taktıklarını öğrenebilir miyiz?”
“Teşekkür ederim. Öncelikle benim başıma gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi. Ben kendimle barışığım, lakin yaşadığım olaylar nedeniyle insanlarla barışık olmama engel var. Kim dünyaya sevgi ile bakmak istemez? Benden başkasını bulamadım benden fazla sevenine rast gelemedim. Kim hayatı keyifle yaşamak istemez? Benden başkasına denk gelmedim. Bu soruların yanıtları sanırım sağlıklı insanlar için benzer değil. Kim istemez ki? Evet, kim istemez ki? Ancak unuttuğumuz ya da atladığımız bir şey var ki… Bazı insanların hayatı bu şekilde yaşama şansı diğerlerinden daha az. O kişi de benim. Gelelim meselenin aslına. İnsanı doğayı hayvanları severim. Onlar da beni sever. Atları severim, siyah bir tayım var; gözüm gibi bakarım. Rüstem Ağa’nın da atları var; bakımsızdır. Yolum düştükçe o tarafa doğru, atlarını ziyaret eder, elimle şeker havuç veririm. İlk başlarda buna izin veren Rüstem Ağa, bana alışan atların ilgisinden uyuz olmaya, beni kıskanmaya başladı.
Günlerden bir gün elimle beyaz küheylana şeker ve havuç verdikten sonra arkamı dönerek eve doğru gidiyorum. Bir müddet sonra beyaz küheylan, sen kapıyı kır arkama düş gel. Haberim yok. Ben ahırda siyah küheylanımı sevdikten, önüne üç beş günlük yemini fazla fazla verdikten sonra arka kapıdan çıktım. Sen gel ön kapıdan ahıra gir, benim siyah küheylanla beraber yem ye, yandaki boş yemliğe yerleş. Benim de tarlada iki günlük işim var bu arada ahıra uğramadım.
Köyde bir telaş var. Rüstem Ağa’nın beyaz tayı kayıp. Kendi kendime “Olacağı zaten buydu, atı bakımsız yemsiz bırakırsan olacağı bu.” diye kulak arkası yaptım. Tarlada çalışıyorum öğlen sıcağı. Karşıda önce Rüstem Ağa sonra köylüler belirdi, heyecanla telaşla yaklaştılar. Rüstem Ağa kızgın. Elindeki kamçıyı öfkeyle yerlere vurarak:
“Sen utanmıyor musun bre, benim atımı çalmaktan? Seni gidi adi hırsız?” dedi.
Şaşırdım.
“Bana mı diyorsun?”
“Senden başka kime diyebilirim?”
“Nerenden uyduruyorsun Rüstem Ağa?”
“Bana ağa deme artık.”
“Neden acaba?”
“Küheylanımı çalmadan önce düşünecektin bunu.”
“Ne çalması? Beni herkes tanır sen de tanırsın.”
Baktım ahalinin hâline bunu destekler bir hâli yoktu, bir yerde yanlışlık vardı.
“Köylüler benim atı senin ahırda görmüş, bana haber verdiler geldim ve gözlerimle gördüm.”
“Benim ahırda olabilir de ben çalmadım, atın kendisi gelmiştir. Çaldığımı gören olmuş mu?”
Herkes başını öne eğdi ses yok.
“Bak gören olmamış, şahidin de yok.”
“Öyle ise nasıl geldi?”
“İstersen atına sor.”
“Ben atıma değil sen at hırsızına soruyorum.”
“Öyle ise o zavallının yerine ben cevap vereyim. Aç bıraktığından, sevmediğinden, altına saman dökmeyerek kuru yerde tuttuğundan, ilgisiz alakasız olduğundan, benim gibi onu seven, elleriyle besleyen birisinin yanına kaçmış belli ki.” dedim. Ahali kahkahalarla gülmeye başladı. Rüstem Ağa küçüldükçe yerin dibine girdi. İşte o günden sonra adım lakabım “at hırsızı” kaldı. Daha bu ilk olanı.
Öyle ise onları da diğer yazımızda öğrenelim.


Yorumlar - Yorum Yaz