NASREDDİN HOCA ŞİİR YARIŞMASI DÜZENLERSE

Nasreddin Hoca, Kadı’nın yanından ayrıldıktan sonra ertesi günü sabahleyin mecmuanın idare binasına geldi. İdarehanenin kapısındaki mühür sökülmüştü. Onun geldiğini gören komşular geçmiş olsun ziyaretlerinde bulundular. Bu arada bazıları da özür kabilinden ellerinde hediyelerle gelmişti.
Hoca, hemen işe koyuldu. İlk önce yarışma şartnamesini oluşturması gerekiyordu. Önüne bir kağıt koyup çalışmaya başladı. O esnada içeriye bir genç girdi. Bu genç Hoca’dan şikâyetçi olan gençti. Genç adam Hocanın karşısına oturdu.
“Hoca’m, benim adım Cafer’dir. Başınıza gelen olaydan dolayı çok üzüldüm. Bir yardımım olursa bana vazife verin. Kendimi affettireyim.” dedi.
Hoca, gencin masumane ve samimi bakışları karşısında inat etmedi.
“Otur bakalım Cafer Efendi oğlum. Demek o Gâvur Nesim nam-ı diğer Nasih Efendi seni de dolandırdı ha!”
“Ya, sorma Hoca’m! Ama ben onun ne fırıldak olduğunu öğrendin. Onun da ardında başkaları var.”
Nasreddin Hoca sakalını sıvazlayarak merak içinde sordu.
“Kimmiş o arkasındaki?”
Cafer, Hoca’nın kendini ciddiye aldığını hissedince daha da bir şevkle anlatmaya başladı.
“Valla Hoca’m, seni iyi bir kumpasa getirmişler. Bu Gâvur Nesim hem seni dolandırmış hem de seni dolandırması için rakibin olan mecmua sahiplerinden de para almış.”
“Hangisinden oğlum? Bir sürü mecmua var.”
“Mesela Hâce-i Terakki Serşair Muasır Efendi”
“Ya… Başka?”
“Yetmez mi Hoca’m? Bu adam en tehlikelisi. Ama bu işin içinde Mecalis-i Üdeba mecmuası da var.”
“Şu bizim Şeyh’ul-muharririn El-Hac Kutbu’l-Aktab Celal Cahit Efendi de mi işin içinde?
“Evet. Hatta Efkâr-ı Kadime Mecmuası Neşriyat-ı Umumiye Müdürü Şair Kadim Efendi de var.”
Hoca’nın gözünün önünde bir şimşek çaktı.
“Desene Mecmua-yı Alayiş sahibi Muhasib-zade Nukud Efendi de var.”
Bu defa Cafer Efendi şaşırmıştı.
“Ne bildin Hoca’m?”
Hoca gülerek:
“Bilmem mi, ben ilk defa neşredilmesi için şiirlerimi gönderdiğimde bu dördü bana aynı gün cevap vermişti. Demek bunlar bir hareket ediyor. Birisi ladini geçinir, diğeri sofi, öbürü sultancı diğeri de üçkâğıtçı, paracı.”
Cafer Efendi oturduğu iskemlede arkasına iyice yaslandı. Gözlerinde şeytani kıvılcımlar yanıyordu.
“Peki Hoca’m sen hiç bu dördünü yan yana gördün mü?”
Hoca, hafızasını bir yokladı. Düşündü ama gerçekten de dördünü yan yana hiç görmemişti.
“Yok, yan yana görmedim. Bu domuzlar yan yana nasıl gelsin a evladım! Her biri birbirine ateş püskürüyor.”
Hoca o esnada masadaki testiden kendisine bir tas su doldururken Cafer Efendi kendinden emin bir şekilde başını sallayarak:
“Yok, Hoca’m bu dördünü yan yana göremezsin. Çünkü bunların dördü de aynı adamdır.”
Bu sözleri duyan Hoca bir anda içtiği suyun genzine kaçmasıyla öksürmeye başladı. Cafer Efendi oturduğu yerden kalkıp Hoca’nın sırtını tıpıklıyor bir yandan da
“Yukarı bak Hoca’m, helal, helal.” diyordu.
Hoca sakinleyince:
“Emin misin oğlum? Bu dördü de aynı adam mı?”
“Evet Hoca’m bu dördü de aynı adam. Sabah on gibi Muasır Efendi Yahudi bezirgân kılığıyla çarşıda gezer, öğle arası kaybolur. Öğle namazında bir bakarsın Alâeddin Camiinde imamın arkasında başında koca bir külahla Mevlevi Şeyh’ul-muharririn El-Hac Kutbu’l-Aktab Celal Cahit Çelebi olur. Camiden çıkışta etrafındakilere din iman nutukları çeker. İkindiye doğru yine yok olur ortalıktan. Bir de bakarsın ikindi namazında selamlık kafesinin dibinde Sultan’ı bekleyen ve ona methiyeler düzen Şair Kadim Efendi olur. Akşamdan sonra da Alâeddin Meydanı’nda tahsildar kılığıyla Nukud Efendi arz-ı endam eder.”
Hoca şaşkın ama bir o kadar da mutludur. Bu bilgiler onun çok işine yarayacaktır.
“Âlâ, şimdi bunların dördünün de ayağını bir çarşafa dolama sırası geldi demektir. Ben bu işi hemen Kadı Efendi’ye duyurayım. Sen burada otur. Geleni gideni ağırla. Mecmuanın yeni neşriyat müdürü sensin artık.” der ve kapıya yönelir.
Hoca tam dışarı çıkacakken Cafer Efendi:
“Hoca daha lafım bitmedi. Dur hele daha diyeceklerim var.”
Hoca merakla yerine oturdu ve Cafer Efendi’ye:
“Dahası da mı var?”
“Var ya!”
“Eeee neymiş?”
“Hani Hâce-i Terakki’de Efsuni Baba nam şair var ya!”
“Ha evet şu Mecalis-i Üdeba’da şair Fakızâde Dursun ile atışan, kavga eden kişi...”
“Evet Hoca’m o ikisi de aslında Efkâr-ı Kadime’de yazan şair Cihangir Efendi’den başkası değildir.”
Hoca iyice şaşırmıştı.
“Nasıl yahu? Şu Mecmua-yı Alayiş Sermuharriri Kardelen Ayşe Hatun’a methiyeler düzdüğü için aralarında dedikodular çıkan Cihangir Efendi mi?”
“Evet ta kendisi! Hatta sıkı dur Hoca’m Kardelen Ayşe Hatun da Cihangir Efendi’den başkası değil.”
Hoca bu sözler karşısında küçük dilini yutacak hâle gelmişti. Hemen bir tas su daha içti.
“Oğlum sen ne söylersin? Bu adam bir hatun ismiyle kendine medhiyeler düzüp bir de âşıkları varmış süsü mü veriyor? Bu adam bayağı hasta ruhlu birisi desene.”
“Ah Hoca’m bunları öğrendiğimde ben de çok şaşırmıştım ama gerçek bu. Bu adam bir de zaman zaman diğer edipler ve şairler adına yazılar yazıp onları neşreder. Adamlar da ona seslenmezler. Hatta onları kendi bağında yedirir, içirir, bir güzel ağırlar. Gönüllerini alır. Onlar da bu yüzden Cihangir Efendi’yi pek severler. Lakin onlar onun diğer isimlerini bilmezler. Bunları da yeni öğrendim. Bu Gâvur Nesim’i bir gün izledim. Direk Nukud Efendi’nin yanına gelmişti. Ben de oturdukları ağacın arkasına oturdum. Nukud Efendi, Nesim’e ‘Yarın sabah çarşıya gel beni bul. Paranı vereyim.’ dedi. Ertesi günü öğleye doğru Nesim bu Yahudi bezirgânı Muasır Efendi’nin koluna girdi. Ama aralarında hır çıktı. Nesim parayı azımsamıştı. O da ona ‘Öğleyin Alaeddin Camiine gel orada biraz daha vereyim.’ dedi. Aradan iki saat geçince öğle namazı oldu. Nesim’in ardından camiye gittim. Nesim cami çıkışı bu defa Celal Cahit Çelebi’nin yanına yaklaştı. Onun duyacağı bir şekilde ‘Param hazır mı?’ dedi. O anda başına toplananlar yüzünden ‘İkindi vakti...’ dedi. Ben yine Nesim’in peşindeydim. İkindi vakti selamlığın yanında bunu yakaladı ve parayı aldı. Ama bu defa bizimki Şair Kadim Efendi olmuştu. Ben birkaç gün bu adamı izledim. İyice bakınca dördünün de aynı adam olduğu anlaşılıyordu. Tabii bu arada bu Cihangir denen adamı da çözdüm. Onu da Nesim yönlendiriyordu.”
Bu bilgileri alan Nasreddin Hoca hemen kadıya gitti. Kadının kapıcısı Hoca’ya:
“Hoca’m, Kadı Efendi içeride, yanında Şeyh’ul-muharririn El-Hac Kutbu’l-Aktab Celal Cahit Çelebi var. O çıkınca sizi alayım.” dedi.
Hoca bu ismi duyunca birden renkten renge girdi.
“Hayırdır Şeyh Efendi’nin kadılık ne işi ola ki?” diye sordu.
Kapıcı:
“Valla Hoca’m benden duymuş olma ama Kadı Efendi bir şiir müsabakası düzenleyecekmiş. Şeyh Efendi’den akıl almak için çağırmış.” sedi.
Az sonra Şeyh Efendi dışarı çıktı ve etrafına bakmadan hızla oradan uzaklaştı. Kapıcı da hemen Hoca’yı kadının huzuruna aldı.
Kadı, Hoca’yı görünce ayağa kalktı ve:
“Azizim ben de seni çağırtacaktım. Şimdi Şeyh’ul-muharririn El-Hac Kutbu’l-Aktab Celal Cahit Çelebi ile görüştüm. Bana bu müsabakanın mümeyyiz heyeti için üç isim tavsiye etti.”
Hoca hemen Kadı’nın sözünü keserek:
“Durun ben sayayım: Muasır Efendi, Kadim Efendi ve Nukud Efendi.”
Kadı şaşırmıştı.
“Vallah Hoca aynen bu isimleri saydı. Ben kendisine sizin olmadığınız bir heyet-i mümeyyize noksan olur desem de kendisinin bu tür işlere harcayacak vakti olmadığını söylediler. Hatta ‘Hen de size el altından yardımcı olurum.’ dediler.”
“Peki Kadı Efendi, demedin mi bu adamlar birbirleri ile kanlı bıçaklıdır, mecmuaları birbirleri ile harp halindedir, bu adamları nasıl yan yana getireceğiz diye?”
Kadı Efendi gayet safiyane bir şekilde:
“Ben de dedim ama o da bana ‘Kadı Efendi yan yana getirip de ne yapacaksın? Kapıcı Efendi bunlara gelen şiirleri götürüp verir. Onlar da okuyup kıymetlendirirler ve neticeyi bilahare size bildirirler. Aman sakın ha bunları yan yana getirmeyesiniz sonra Konya karışır.’ dedi. Ben de muvafık gördüm.”
Hoca gülerek:
“Zaten isteseniz de bu dördünü yan yana getiremezsiniz.”
Kadı şaşkınlıkla:
“Nedenmiş o? Ben dördü ile de görüşür muhavere ederim.”
“Peki hiçbir zaman dördünü yan yana gördünüz mü? Hatta ikisini bile?”
Kadı, Hoca’nın bu sözlerinden işkillenmişti. Bir müddet düşündükten sonra:
“Yok, görmedim. Hep farklı vakitlerde tek tek görüştüm.”
Hoca yine göbeğini hoplata hoplata gülerek:
“Kadı Efendi göremezsiniz zira bu dört adam da tek bir adamdır. Asıl kişi Nukud Efendi’dir. Bu adam başımıza Gâvur Nesim’i bela eden adamdır. İstersen kapı altında tuttuğun Nesim’e sor. Bir de bunların şuaradan başka bir adamı daha var. O da…”
Bu defa Kadı Efendi araya girdi.
“Cihangir Efendi mi?”
Hoca:
“Evet ama bir bakıyorsun Efsuni Baba oluyor, bir bakıyorsun Cihangir Efendi. Onu da mı Şeyh Efendi söyledi?”
Kadı yutkunarak:
“Valla Hoca’m bana dedi ki bence bu müsabakayı ya Fakızade Dursun Efendi, ya Efsuni Baba ya da Cihangir Efendi kazanır. Bir de Kardelen Ayşe Hatun varmış. O da şu anda en iyi şairlerdenmiş.”
Hoca:
“Kadı Efendi işte bu saydığı adamlar ve kadın da tek kişi. Neyse ben de size bunları söylemek için gelmiştim. Bu adam kaptırdığı paraları bu şekilde geri almak için muhtelemen üç kişi adına da müsabakaya başka birini sokacak ve kendi adamlarını kazandıracak. Siz bu adamları hafiyelere izletin. Biz de bilmiyormuş gibi yapıp bu isimleri heyet-i mümeyyize olarak ilan edelim. Ben yarışmayı hemen duyurayım.”
Kadı Efendi:
“Tamam, Hocam, sen şimdi deruni aşk bahisli bir şiir yarışması duyurusu yap. Fazla müşkül şartlar koyma. Ben de bu üçkâğıtçıları suçüstü yapayım.”
Hoca hemen oradan çıktı ve yazdığı müsabaka ilanının başına Kadı’nın söylediği konuyu yazdı ve hemen müstensihlere gönderdi. İlanları şehrin merkezindeki ilan tahtalarına astırdı.
“Hace Nasreddin Mecmuasından İlanen Duyurulur:
Memalik-i Selçukiyye’de yaşayan tüm şuaranın iştirakiyle “Deruni Aşk” bahisli bir şiir müsabakası tertip edilmiştir. Şiirlerde Sultamız başta olmak üzere devlet erkânını gücendirici zerre miskal îmâda bulunulmayacaktır. Şairler kendi eş’arıyla müsabakaya katılacaktır. Birinciye bin akçe, ikinciye yedi yüz elli, üçüncüye beş yüz akçe verilecektir. Ayrıca üç şaire de mümeyyiz heyeti özel teşvik ödülü verilecektir. Yarışma ödülleri Konya başkadısı tarafından bizzat verilecektir. Konya haricinden katılıp dereceye hak kazanan şuaranın fayton, ibade ve iaşe masrafları karşılanacaktır. Beyhude yere heyet-i mümeyyizeyi uğraştıran sahib-i eserden heyetin yevmiyesiyle fayton, ibade ve iaşe masrafları geri tahsil edilir. Şiirler bir ay içinde Nasreddin Hoca mecmuasına teslim edilecektir. Yarışma mümeyyiz heyeti, payitahtın önemli mecmualarının ser muharrirleri arasından; Muasır Efendi, Nukud Efendi ve Kadim Efendi olarak belirlenmiştir. Ayrıca heyette Hoca Nasreddin Efendi aza olarak, Kadı Nasrullah Efendi ise sermümeyyiz olarak bulunacaktır.. Mümeyyizler arasında mecmua sermuharriri olan zevata mesaileri karşılığında iki yüz ellişer akçe telifiye ödenecektir. Kadı Efendi ve Nasreddin Hoca’ya herhangi bir telif ödenmeyecektir.”

-devam edecek-


Yorumlar - Yorum Yaz