BURADAN BALIK ÇIKMAZ

“Emmioğlu dinamitleri aldın mı?” dedi Kazım. Salih yaşça Kazım’dan on yaş daha büyüktü. Otuz beş yaşına giren Kazım, hep Salih’e “emmoğlu” diye hitap ederdi. Salih de ona “yeğen” derdi. Belli bir işi yoktu Salih’in ama o da herkesin Kazım’ı sahiplendiği gibi sahiplenmek isterdi.
Sorusuna cevap gelmeyince aynı soruyu tekrarladı: Kazım: “Emmioğlu dinamitleri aldın mı?”
Salim, Kazım’ın yüzüne ters ters yüzüne baktıktan sonra:
“Aldık aldık! Oğlum sen manyak mısın?” dedi.
Kazım, belini doğrultabildiği kadar doğrulttuktan sonra elini dizine koydu. Dengeyi ancak böyle sağlayabiliyordu. Çocukça bir kahırla:
“Ha, manyağım! N’ettim gene?” diye tepki verdi.
“Binn, binn arabaya acele et!” dedi.
Kazım başını sağa sola çevirerek bindi arabaya. Zoruna gidiyordu, it azarlar gibi ikide bir bozuk atmaları. Arabaya binip kapıyı hızlıca çekti.
“Kır gâvur malını, kır!” dedi Salih.
“Malın ucuzunu al, sonra da bana kafa tut!” diye karşılık verdi Kazım. Salih, Kambur’un suratına baktı çaktırmadan. Damarlarının şiştiğini ve yüzünün kızardığını gördü. “Kambur iyi sinirlenmiş.” dedi kendi kendine.
Kazım ne kadar sinirlense de Salih, onu sakinleştirmesini bilirdi.
“N’oldu yeğen Karadeniz’de gemilerin mi battı?” dedi. Kazım:
“Sen deme bari Allah’ını sevdiğim! Benim durumumu senden iyi bilen mi var?” diye karşılık verdi.
Salih, hemen cebinden sigara paketini çıkardı:
“De hele iki fırt çek de efkârın dağılsın yeğen!”
Kazım, bir iki nazlandı, sigarayı almadı. Amcası hemen dirseğiyle dürttü:
“Lan mezara mı gidiyok, eğlenmeye mi?”
Kazım’ın aldırış etmediğini gören Salih, ani bir hareketle frene bastı. İkisi birden öne doğru savrulur gibi oldu. Arabayı geri vitesine taktı. Dönecekmiş gibi bir manevra yaptı. Kazım durdu, duramadı:
“Ne yapıyon sen?” dedi.
“Geri dönüyorum, biz eğlenmeye mi gidiyok, yoksa cenazeye mi? Sabahtan beri ne yüzüme bakıyon ne de sigarayı alıyon. Gitmenin ne anlamı var ki!”
“Tamam tamam ver bakalım. Sen beni niye anlamıyon Emmioğlu?” Salih sessiz kalınca Kambur konuşmaya devam etti:
“Niye bizim ufak bir hatamızda kaldırıp yere vuruyon? Çıkarken bir şey sorduk, manyak mısın dedin. Kapıyı biraz hızlı çektik diye ‘Kır gâvur malını kır!’ dedin. Daha ne diyecektin, haksız mıyım?”
Hafifçe bir tebessüm eden Salih:
“Yeğen, her insanın boş bulunduğu zamanlar oluyor. Sen yüksek sesle dinamit deyince sinirlendim. Biliyon dost var, düşman var. Kusura kalma, duymamış ol. Hele yak bakim. Hah işte şimdi oldu, teybi de aç. Aslanın yeğeni!”
İlçeden bayağı uzaklaşmışlardı. Müsait bir yer bulunca Salih, arabayı nehrin kenarına yanaştırdı.
“İn bakalım Kazım” dedi. Kazım:
“Bugün durak bura mı?” diye sordu. Salih heyecanla:
“Bura! Uzun zamandan beri buraya bellik koydum ama dinamit bulamıyordum. Çok güzel balıklar var burada. Hadi bagajı açalım, ateşi yakalım. Acele et.”
“İyi güzel de emmioğlu, ya balık çıkmazsa?”
“Çıkar çıkar, daha eve de götürürüz. Sen acele et!”
Bagajı boşalttılar, getirdikleri hasırı yere serdiler. Salih torpidoya zulaladığı dinamiti çıkarttı, kapsül ve fitillerini yerleştirdi. Kazım onu dikkatlice seyrediyordu. Durdu, duramadı:
“Yahu emmioğlu sana bir şey soracağım, amma kızmayacaksın. Tamam mı?” dedi.
“Tamam, söz kızmayacağım.”
Durdu, biraz kararsız kaldıktan sonra:
“Kızmayacaksın ha!”
“Kızmayacağım dedim ya!”
“Bu dinamit yasak değil mi?” dedi. Göz ucuyla da Salih’in tepkisini ölçmeye çalışıyordu. Baktı, ses çıkmayınca: “He mi de dinamit, yavru, yumurta hepsini yok ediyormuş. Yazık!” dedi. Salih başını kaldırdı:
“Tamam, tamam anladık da biz yapmayınca sanki başkaları balık bırakıyorlar. Birinde buraya gezmeye gelmiştim, ne gördüm biliyor musun? Jeneratörle avlanıyorlardı. Adını hatırlayamadığım birisi vardı. Kelli felli geçinenlerden birisi. Adam içinde adam gibi söz verirler, zulada olmadık haltları yerler. Neyse sen bunlara kafayı takma da dediklerimi hemen yerine getir.” dedi. Kazım:
“Buyur emmioğlu.” deyince Salih:
“Hemen ateşi yak, sonra üstünü başını soy; kucağına biraz taş topla. Ben üst taraftan, sen alt taraftan taşlamaya başlayalım. Ben dinamitin fitilini biraz uzun bırakacağım ki balıklar ortaya toplansınlar.”
“Hemen!”
Kazım, hızlı bir şekilde ateşi yaktı, köz olacak meşe odunlarını ateşin üzerine dizdikten sonra küçük kayalardan toplamaya başladı. Bir yandan da emmioğlunun ne yaptığını gözlüyordu. Salih dinamitin sırtına taş bağlıyordu ki gölün dibine ne çabuk insin diye. Çakmağı çaktı ve dinamiti gölün ortasına attı. Önceden topladığı taşları kucağına aldığı gibi koştu. O aşağıdan, Kazım yukarıdan aceleyle taşları suya atıyorlardı.
Derken boğuk bir patlama sesi geldi. Dinamitin atıldığı yerden su tazyikle bir iki metre yükselerek, yerini boz bulanık bir suya bıraktı.
Büyük bir alabalığın karnı ters dönmüştü. Kazım üstüne atladığı gibi balığı yakaladı. Balık, elinden kayıyordu, solungacından parmağını geçirerek havaya kaldırdı onu:
“Emmioğlu, Emmioğlu, şuna bak!” dedi. Salih suyun içine daldı. Belli ki büyükçe bir balık görmüştü. Çok geçmeden büyük bir balık çıkardı ve: “Kazım, vardı ha!” diye dışarı fırlattı. “Buna bak emmioğlu!” “Kazım bak!” Maşallah, vay be! Sözleri nakarat halinde döndü, durdu. Altı yedi kilo alabalık, iki üç kilo da sarıbalık yakalamışlardı.
Ateş yanmış, tam kebaplık köz olmuştu. Alabalıklardan birkaçını temizlediler. Avcarlayıp ızgarayla korlanmış közlerin üstüne koydular. Salata tamamdı.
“Arabadan nevalemizi de getir hele” dedi Salih. Kazım sofrayı hazırlarken, Salih ızgaranın başındaydı. Izgarayı evirdi çevirdi:
“Nar gibi kızarmış maşallah, malın güzelliğine bak! Cıhır cıhır da yağ damlıyor mübarekten.” Balık pişmişti, Salih özene bezene her birini yağlı kâğıtların üstüne koydu.
Balığın lezzetli olduğu iştahlarından belliydi. Balıktı, salataydı derken arada bir “Yarasın yeğen,” diyordu Salih. Kazım “Afiyet olsun emmioğlu” diye karşılık veriyordu.
“Sen türkü biliyor musun?” dedi Salih.
“Hangi türden isten?” dedi Kazım.
“Say bakalım bildiğin türküleri!” Bu arada ikisinin de kafası bayağı alafirik olmuştu:
“Acem Kızı, Ceren, Oy Fadime, Altın Hızma Mülayim istersen Neden Saçların Beyazlanmış Arkadaş, Emmioğlu…”
“Yahu sen ne kadar türkü, arabesk biliyorsun öyle! Sevdalı mısın yoksa?” diye sordu Salih.
Kazım hafifçe sırıtarak:
“Nerden çıktı sevdalı işi emmioğlu?”
“Oğlum bunlar hep damar şarkısı, türküsü.”
Kazım’ın ağzı gözü bir yana gitti
“Biz Türk erkekleri hep böyleyiz ya; ne zaman bir kadın, bir kız lafı olsa çeciklerimiz gevşer.”
“Hadi hadi!” dedi Salih “Gelinlik kız gibi süzüldüğün yeter. Hangi türküyü söylorsan söyle.”
Kazım başladı Acem Kızı’nı söylemeye. O söyledikçe Salih alkışlıyor; o alkışladıkça Kazım çoşuyordu. Acem Kızı bitti, Altın Hızma Mülayim’i söyledi.
“Benden bu kadar emmioğlu.” dedi. Salih:
“Sen bayağı güzel söylüyon be Kazım!” dedi.
“Eyvallah emmioğlu” diyerek elini döşüne vuran Kazım:
“Yahu emmioğlu kafalar ayar olunca, alan memnun, satan memnun. Nasıl söylersen söyle, bu durumdaki adama teneke çalsan da saz gibi geliyor.” dedi. Sözünü gülmekten zor bitirdi. Bu defa Salih başladı:
“Aldırma gönül aldırma, aldırma gönül aldırma!” Kazım da ona eşlik etti. Takılmış plak gibi durmadan, “Aldırma gönül aldırma” diyorlardı. Kazım bir ara:
“Emmioğlu bunun devamı nasıldı?” diyecek oldu. Salih:
“Lan ne bileyim ben! Söyle işte!” Kazım:
“Emmioğlu iyi güzel de sen araba süreceksin. Fazla olmuyor mu?” dedi. Salih, bardağı havaya kaldırarak:
“Ben uçak bile sürerim yeğen. Sen ufak şeyleri kafana takma!” diye karşılık verdi.
Aydınlığında oturdukları ateş yavaş yavaş sönmeye başlamıştı. Salih:
“Yeğen bir saate bak hele ben iyice seçemedim.” dedi.
Kazım kolunu genişçe bir gerdi. Hafifçe ateşten tarafa tutarak:
“Ooo emmioğlu vakit bayağı geçmiş.” dedi.
Yavaş yavaş toparlandılar. Salih direksiyona zar zor yerleştikten sonra marşa bastı. Araba sağa sola yalpa yaparak ilerlemeye başladı.
Kazım:
“Emmioğlu Cem Karaca’nın dediği gibi, “Bindik bir alamete, gidiyok kıyamete ha!” dedi.
Salih duymamazlıktan mı geldi, duymadı mı bilinmez:
“Kazım oradan bir fıstık ver hele. Neden Saçlarını söyle bakalım.” dedi. Birlikte şarkı söyleye söyleye ilçeden içeri girdiler.
Salih arabayı bir kenara çekti. “Olur ya su dökesi geldi herhalde.” diye düşündü Kazım. Arkadaşını epey bekledikten sonra:
“Ulan bu yıkılır kalır da bir yerde, hele şuna bir bakayım.” diye aşağı indi. Baktı bir şeylerle uğraşıyor. Yanına yaklaştı:
“Hayırdır emmioğlu?” dedi. Salih:
“Yeğen, burayı yeni keşfettim. Burada öyle balık var ki aklın durur. Hatta yılan balığı bile buralarda çıkıyormuş.” dedi. Kazım şaşkın:
“Haydaa! Alt yanımız uçurum, benim bildiğim orada abdalların çadırları var. Adamlar içme suyu bile bulamıyorlar. Dinamit atayım falan deme sakın!” dedi.
Salih elinin tersiyle Kazım’a bir çarptı ki Kazım yere yuvarlandı. Kazım kendini toparlayıp yeniden engel olmaya çalışsa da gelen patlama sesiyle olduğu yerde kaldı. Bir müddet ne yapacağını bilemedi. Sirenler, köpek havlamalarına, kadınların çığlıkları, çocukların ağlamalarına karışıyordu.
Ayakkabıların ucuyla hafifçe vurarak Salih’i ayıktırdı polisler. Salih, eliyle Kazım’a dokunarak:
“Kalk kalk!” dedi. Kazım gözlerini ovalayarak kalktı.
“Of be omuzum tutmaz olmuş!” dedi. Polisler:
“Kalkın, paşa konağında mı sandınız kendinizi? Bura nezarethane. Komserim sizi istiyor.”
Salih ve Kazım, elleri önde, yere bakarak komiserin ne diyeceğini bekliyorlardı. Komiser:
“Sen mi attın dinamiti?” dedi Salih’e.
“Hatırlamıyorum” dedi Salih. Komiser bu defa:
“Kazım’ın işi o zaman? Amma Kazım’dan beklemem böyle bir şey!” dedi.
Kazım, belini doğrultmaya çalışarak, safça baktı komiserin gözlerine:
“Sen deme bari Allah’ını sevdiğim komserim.” dedi.
Komiser, polislere dönerek:
“Savcı Bey bekliyor. Bir ifade tutanağı hazırlayın ve Savcı Bey’e çıkarın” talimatını verdi. Aradan bir saat geçti, geçmedi Savcı Bey’in karşısındaydılar. Savcı ikisini de iyice bir süzdükten sonra:
“Kazım senin bu adamla, dinamitle ne işin olur?” diye sordu. Kazım bakışlarını yerden kaldırmadan sessizce bekledi. Onun konuşmadığını gören Savcı:
“Kazım seni hepimiz tanıyoruz. Hepimiz de seviyoruz. İstersen seninle bir noktada anlaşalım, ne dersin?”
“Buyrun Sayın Savcı’m.”
“Doğruyu, yalnızca doğruyu söyleyeceksin, tamam mı?”
“Tamam Savcı’m. Doğruyu söyleyeceğime dinime, imanıma, vallahi ve de billahi yemin ederim.”
“Dinamiti kim attı, niye attı?”
Kazım önce emmioğlunun gözlerine baktı ama Salih, hâlâ bakışlarını yerden kaldırmamıştı. Kazım kendini toplayarak:
“Vallahi Sayın Savcı’m, emmioğlu buradan balık çıkmaz diye çok yalvardım ama bu yine de götürüp abdal çadırlarının üstüne dinamit attı.” dedi.

 


Yorumlar - Yorum Yaz