Site Menüsü

BOŞANMA DAVASI

“Adam bir kibrit çöpü için karısını boşamış.” derler.
“Nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyim. Öyleyse şayet bu sözü ilk defa benden duyuyorsunuz demektir.
Bir kibrit çöpü nasıl boşanma nedeni olabilir? Şöyle efendim:
Diyelim ki çakmağınız yok. Bir yerde ateş yanarken, hemen yakınında bir başka ateş yakmak istediğinizde çıra ya da kâğıt kullanmalı onu tutuşturup diğer yere taşımalısınız. Orada ayrıca kibrit yapmak müsriflik yani savurganlıktır.
Babaannem israftan bizi uzak tutmak için sık sık tekrarlardı bu sözü.
“Aman, babaanne, derdim. Bir kibrit çöpü için insan yuvasını dağıtır mı?”
“Öyle deme, uşağım, derdi. İsraf, bir kibrit çöpüyle başlar.”
Bugün aile mahkemesine ilginç bir boşanma davası geldi.
Avukat kestirmeden gitti, argo deyişle konuya bodoslama girdi:
“Müvekkilim derhâl boşanmak istiyor Hâkim Bey, dedi. Eşiyle arasında şiddetli geçimsizlik var. Bu evliliğin bu minval üzere sürmesi imkânsız.”
“Onu anladık, dedi Hâkim. Dosyada yazıyor zaten. Ama neden? Konuş bakalım davacı!”
Müvekkil,
“Hâkim Bey, diye başladı söze, bu kadın var ya bu kadın, kibrit katili, bir! Yemek ısıtmak nedir bilmiyor, iki! Ekmek düşmanı, üç!”
“Yavaş git, diye uyardı Hâkim Bey. Kibrit katili dedin, aç bakalım, ne demek bu?”
“Kibrit lafın gelişi Hâkim Bey.”
“Tamam, lafın gelişini anladık, oğlum. Ben lafın gidişini soruyorum. Nereye gidiyor bu laf?”
“Yani Hâkim Bey, şöyle diyeyim: Bu kadın patates soysun, orta boy bir patatesten fındık çıkarır.”
“Allah Allah, o kadar mı yani? Yanılmış olmayasın, oğlum. Cevizdir o, ceviz.”
“Yok, Hâkim Bey, bildiğin fındık.”
“Ne bileyim, bizimki ceviz çıkarıyor da... Cevizden küçüğü de olmaz diye düşündüm.”
“Yok, Hâkim Bey. Allah sizi inandırsın. Fındıktan daha küçüğünü bulsam onu söyleyeceğim. Hani mercimek diyeceğim ama ona da vicdanım elvermiyor. E, ne de olsa bunca yıllık karım, haksızlık etmek istemem.”
“Tamam, fındık meselesini anladık. İkinci iddiana gelelim. Yemek ısıtmayı bilmiyor falan dedin. Ayıptır, oğlum. Bu iftiraya girer, bak! Yahu, yemek ısıtmak ne ki? Koyarsın ocağın üstüne, yakarsın altını, ısınır. Ben bile yapıyorum, ondan kolay ne var?”
“Yok, Hâkim Bey, öyle değil. O ısıtma işini ben de yaparım ama bizimki artan yemekleri hemen çöpe atıyor. Hızına yetişebilsem kurtaracağım ama mümkün değil. Işık hızıyla hareket ediyor sanki. Diyelim ki akşamdan bir yemek yedik de yarısı arttı. Buzdolabına koyar; sabah, olmazsa öğlede ısıtır yeriz, değil mi Hâkim Bey? Sizde böyle değil midir?”
“E, yani... Tabii, öyle olması lazım. Ama yine de beni karıştırma sen.”
“Özür dilerim Hâkim Bey. Size saygım sonsuz Başınızı ağrıtmak istemiyorum. Hani ev hâli, hepimiz benzer şeyler yaşıyoruzdur diye şey etmek istedim.”
“Tamam, tamam, devam et!”
“Akşam yemekten kalkar kalkmaz, artan yemekler çöpe… Olur mu Hâkim Bey? Aha ben susayım, siz söyleyin? Yazık değil mi nimete?”
“E, haklısın tabii. Yazık... Bir dakika, beni karıştırma demedim mi sana? Söylediklerini bir daha bana onaylatmaya kalkarsan atarım içeri. Ona göre...”
“Affedin Hâkim Bey, derdim dünyadan büyük.”
“Peki, yemek ısıtmama olayını da anladık. Başka? Bir de ekmek düşmanı demiştin. O ne demek?”
“Ekmek düşmanı, dediysem, Hâkim Bey, yani bayat ekmek düşmanı. İlle de masada taze ekmek olacak. Bir öğünden ekmek arttı mı haydiii çöpe. Duyuyoruz, el âlemin hanımları neler yapıyor? Isıtıyor, buzdolabında saklıyor, pasta yapıyorlar bayat ekmekten. Ekmeğin bir dilimini ziyan etmiyorlar. Bizimki öyle mi? Haydi, hooop çöpe... Anneciğim bayat ekmeğin içini köftede kullanırdı. Köftede et mi fazla, ekmek mi, ayırt edemezdik. E nüfus kalabalık Hâkim Bey. Ne yapsın kadıncağız? Bayat ekmeklerden ekmek makarnası yapardı. Ekmekleri kuşbaşı büyüklüğünde doğrar, tereyağını eritir, içine sıcak su katar, toz şeker ekleyip karıştırır, bu ekmeklerin üzerine dökerdi. Biz de yedi kardeş kaşıklayıp yerdik. Bizimkinde böyle pratikler nerede? Velhasıl zor durumdayım Hâkim Bey. Boşayın beni lütfen. Boşayın da kurtulayım bu azaptan...”
“Dur hele dur, oğlum! Senin davadan sonra sekiz dava daha var ama beklesinler. Bu dava önemli. Bak şimdi! Üç iddianda da haklı görünüyorsun, Tabii davalı hanımefendiyi de dinleyeceğiz. Bakalım söylediklerin ne kadar doğru? Ama biraz da beni dinle bakalım. Ben istemez miyim, şöyle mutfağa geçip içimden geldiği gibi bir salata yapayım. Ama yapamıyorum. Neden? Sor bakalım neden?”
Davacı boş bulundu:
“Neden?”
“Şundan: Tezgâhın üstü tavana kadar bulaşık dolu. Tencereler, tavalar, tabaklar, çatallar, bıçaklar, kaşıklar... Üst üste istiflenmiş... Yahu, bulaşık makinesi var, at şunları makineye, yıkanıp çıksın. Yok, efendim, tencereler, tavalar bulaşık makinesine sığmıyormuş. Tencereler, tavalar küfleniyor. Diplerinde üç parmak küf tabakası... Ben ne yapayım? Geceleri iki saatimi ayırıp özene bezene yıkıyorum, temizliyorum. İki gün sonra durum aynı... Allah aşkına söyle, taze fasulyenin, makarnanın, pirinç pilavının artıkları eviyeye boşaltılır mı? Yenge hanım böyle yapıyor mu?”
“Yapmıyor, Hâkim Bey!”
“Yapsa nasıl davranırsın?”
“Hemen boşarım Hâkim Bey!”
“Sen de hemen boşuyorsun, oğlum. Biraz seçenekleri çeşitlendir. Kendini tek seçeneğe mahkûm etme! Dinle bak! Bazen meraktan mutfağa girdiğimde bir bakıyorum, eviye yemek artıklarıyla dolu. Boşaltıyorum, temizliyorum. Ertesi gün durum aynı. Kokudan mutfağa girilmiyor. Korkarım, koleradan öleceğim.”
“Hizmetçi tutun, Hâkim Bey!”
“Akıl verme oğlum, para ver. Neyse, şimdi hanımefendiyi dinleyelim. Söyle, kızım! Sen ne diyorsun?”
“Ben fazla bir şey söylemek istemiyorum Hâkim Bey. Siz çorabınızın tekini ikili koltuğun üstüne, diğerini yemek masasının altına atar mısınız?”
“Tabii ki hayır!”
“Diş fırçanızı macunlu macunlu ayakkabılığa, tıraş fırçanızı köpüklü köpüklü vestiyere bırakır mısınız?”
“Yok artık!”
“Var, Hâkim Bey. Peki, horladığınızda evinizin pencere camları bir yana, duvarları bile zangır zangır titrer mi? Hiç uyumadan kaç yıl yaşayabilirsiniz? Ben on iki yıldır gündüzleri uyuduğum iki üç saat uykuyla idare ediyorum.”
Hâkim merhamet heykeliydi.
“Vah vah, dedi. Seninki de hayat değil be kızım.”
Adama döndü.
“Ne diyor, eşin, oğlum? Doğru mu bunlar?”
“Şey, Hâkim Bey, ama bunlar da burada söylenmez ki!”
“Yaa! Tamam, anlaşıldı. Her evde böyle şeyler olur. Bak, bende de var. Ben boşanıyor muyum? Düşünsene kendi davamı gördüğümü. Üstelik hanım mahkemede bütün kirli çamaşırlarımı ortaya dökerse... Hem davacıyım, hem hâkim. Komik olmaz mı?”
“Hakikaten komik olur Hâkim Bey! Bir oraya otur, sonra gel burada ayakta dur! Zor olur tabii ki.”
“Tamam, tamam, sulandırma ortamı. Şimdi ne düşünüyorsun?”
“Hâkim Bey, sizin durumunuz benden betermiş. Şimdi hanım da böyle konuşunca aklım başıma geldi. Ben de pek hırlı değilmişim. Vazgeçtim boşanmaktan.”
“Aferin, hadi oğlum, yuvanı yıkma! Güle güle.”
“Sağ olun Hâkim Bey. Allah yardımcınız olsun.”
“Âmin, cümlemizin yardımcısı olsun.”
Adam, karısına döndü.
“Hadi karıcığım, evimize gidelim.”
“Olur kocacığım, gidelim.”
Karı koca kol kola mahkemeden çıktılar.


Yorumlar - Yorum Yaz