Site Menüsü

İNŞAAT TAKIMINDA ŞAİR

İki saat iki gün gibi uzun gelir mi insana?
Gelir.
“Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir
Müptela-yı gama sor kim geceler kaç saat?”
demiş şair Sabit.
Doğru demiş. Doğru demiş de, ne demiş?
Şunu demiş: Gecenin ne kadar uzun olduğunu astrologlarla güneşe bakarak namaz vakitlerini bildirenler bilemez. Sen gecelerin kaç saat olduğunu hastalara sor!
Özetle, hastalar için zaman geçmek bilmez.
Bir de hangi durumda vakit geçmez biliyor musunuz?
Koğuş nöbetinde.
Neden şaşırdınız?
E, tabii askerliğinizi bedelli yapmış, o hâkî giysiyi bir gün bile sırtınıza geçirmemişseniz nereden bileceksiniz?
Korkarım ki, şafak saymayı da genel kültür kabilinden biliyorsunuzdur. Benim gibi kırk yaşına ramak kala askere gidenler, söylemek istediğimi daha iyi anlayacaktır. Eğitim alanında göbeğini yerden toplamak zorunda kalmıştır, sabah sporunda tıknefes olmuştur. “Bende nefes darlığı var.” deyip spordan kurtulmaya çalışmıştır. Nöbet yerine uyuklayarak gitmiştir. Tuvalet ve koğuş nöbetlerinde çile doldurmuştur.
Bilenler bana hak vereceklerdir. Askerliğin karavanası, sporu, mutfak nöbetinde patates ya da soğan soyması, kampette yatması filan çok eğlencelidir. Ama koğuş nöbeti var ya, ondan illallah! Horlayanlar, tıslayanlar… İnanmayanlar, bir koğuşa otuzlu kırklı yaşlarındaki elli fosili doldursun ve görsünler. Ben iki kez gördüm. Cinnet getiriyordum neredeyse. Onu dürtüyorum, bunu silkeliyorum, öbürünü uyandırıyorum. Emin olun, iki saatin bana iki gün kadar uzun geldiğini söyleyebilirim.
Bir koğuş nöbetinin sabahında Roketatar Bölüğünün önünde arkadaşlarla çay içiyoruz. Bir yandan da koğuş nöbetini icat edenin amacını sorguluyoruz.
Genç, hareketli bir çavuş yaklaştı masamıza:
“Tahsin Hoca’yı arıyorum.” dedi.
“Buyur, benim.” dedim.
Candan bir “Hocam, nasılsın?” hitabından sonra sandalye çekip yanıma oturdu.
“Ben Nazif.” dedi. “Çok memnun oldum. Hemşeriymişiz.”
“Ben de memnun oldum, Nazif Çavuş.” dedim. “Çay içelim mi?”
Çaylarımızı içtik.
“Hocam, benim işlerim var şimdi. Mutlaka görüşelim. Ben Piyade Bölüğündeyim. Uğrarım inşallah.”
“İnşallah.” dedim.
Ertesi gün tekrar geldi Nazif Çavuş.
“Hocam, dedi, ben inşaat takımının başındayım. Seni inşaat takımına alayım mı?”
Şaşırdım.
“Ben inşaattan ne anlarım Nazif Çavuş.” dedim.
“Anlaman gerekmiyor ki hocam.” dedi. “Sen ‘he’ de yeter.”
“İyi de, takımda ben ne yapacağım?”
“Hiçbir şey yapmayacaksın, hocam. İnşaata minşaata uğramayacaksın. Oturup şiir yazacaksın.”
Hâlâ tereddütlü olduğumu görünce,
“Hocam, dedi, nöbetten kurtulmak istemez misin?”
“Nöbet mi?” dedim heyecanla. “İnşaat takımındakilere nöbet yok mu?”
“Yok, hocam.”
“Yani koğuş nöbeti olmayacak mı?”
“Olmayacak.”
“O zaman tamam. Seve seve gelirim. Taş taşırım, çimento taşırım, harç kararım, karo döşerim, sıva yaparım.”
“Dur, hocam, dur, dedi Nazif Çavuş. Sen şiir yaz! Sadece şiir yaz!”
“Vay be!” dedim. Şiir asker ocağında da saygı görüyormuş. Ne güzel. Ruhun şad olsun üstat! “Bir gün anlaşılır şiir/Ekmek gibi azizleşir” demiştin. Bak, azizleşti işte.
Ertesi gün baktım, nöbet çizelgesinde adım yok. Sevinçten uçuyorum. Nazif Çavuş için dualar ediyorum yürekten. Allah ne muradın varsa versin Nazif Çavuş, diyorum ikide bir.
İki gün sonra geldi Nazif Çavuş.
“Hocam, dedi, hani bir şiir yazıyorlar, baş harflerini yukarıdan aşağıya okuyunca isim çıkıyor ya.”
“Akrostiş mi?” dedim.
“Hay ağzın bal yesin, hocam!” diye coştu. “İşte o. Bana ondan bir tane yazar mısın?”
Şaşırdım.
“Neden?” dedim.
“Hocam, dedi, nişanlıma mektup yazdım, bir de şiir göndereyim diyorum.”
“Benden ısmarlama şiir mi istiyorsun Çavuş?” dedim.
“O isim çıkan şiirden, hocam, yazarsın değil mi?”
Kafama dank etti o an. Yahu, ben ne saf adamım. Şiir saygı görüyormuş diye sevinmiştim. “Şiir azizleşmiş” diye üstada muştu salmıştım bir de.
“Yoksa sen beni inşaat takımına kadrolu şair olarak mı aldın?” dedim.
“Öyle deme, hocam, dedi. Hemşerine bir güzellik yapamaz mısın? Bir şiir…”
Güldüm. Çok samimi kerata. Samimi ve sevimli.
“Olur, dedim. Yaz yengemizin adını bir kâğıda, ver, yarın gel, şiiri al!”
O an beynimde bir şimşek çaktı. Bu ısmarlama şiiri yazdıktan yedi buçuk ay sonra sivil hayata dönünce ben bu işten para kazanmayı deneyemez miyim?
Bir genel ağ (internet) sitesi kursam, akrostişler kaleme alsam… Düğün, nişan, nikâh törenleri; doğum günü, sevgililer günü, anneler günü, babalar günü, kadınlar günü, evlilik yıldönümü, yeni yıl gibi özel zamanlar için şiirler yazsam… Davetiyelere şiirler döşensem… Olur mu olur! Öterse iyi düdük, tutarsa köşeyi döndük! Al sana yeni bir kazanç kapısı!
Nazif Çavuş, nişanlısının adını yazıp verdi: Fahrünnisa Ayşegül Demirkıran. Yirmi yedi dizelik bir şiir yazacağız demek ki. Şiir değil, destan mübarek.
“Birini yazsam olmaz mı, Çavuş?” dedim.
“Hocam, iki adını da kullanıyor, mümkünse ikisi de olsun.” dedi.
“Soyadını isteme ama…”
“Yok yok, hocam. Soyadına gerek yok. Değişecek nasılsa…”
“O hiç belli olmaz, Çavuş.”
“Nasıl yani?”
“Evlenince görürsün. Bir de bakmışsın ki yengemizin adı Fahrünnisa Ayşegül Demirkıran Özdemir oluvermiş.”
“Bizde öyle şey olmaz, hocam. Delikanlıyı bozar. Hem o kadar isim kimliğe sığmaz.”
“Sığar sığar. O kadar iddialı olma.”
“Ne diyorsun, hocam? Yazacak mısın?”
“İnşallah. Yarın kahvaltıda görüşelim.”
Ertesi gün erkenden damladı Nazif Çavuş. Şiiri alınca ayakları yerden kesildi. Teşekkür teşekkür üstüne. Kaşla göz arasında bir de davranıp elimi öpmesin mi?
“Yapma, Çavuş, dedim. Abartma! Altı üstü bir şiir yazdım.”
“Olur mu, hocam, sen bana dünyaları bağışladın.”
Koşarak gitti.
On gün ortalarda görünmedi Nazif Çavuş. Benim keyfim şahane. Tuvalet nöbeti, koğuş nöbeti yok. Horlamalardan, tıslamalardan kurtulmuşum. Çıldırmanın eşiğinden dönmüşüm. Daha ne isterim Allah’tan?
On birinci gün çıkageldi Nazif Çavuş.
“Nerelerdesin, Çavuş, dedim. Ayran içtik ayrı mı düştük?”
“Yok hocam, ondan değil. Mektubumun cevabı bugün geldi. Nişanlım şiiri çok beğenmiş. “Senin şair olduğunu bilmiyordum.” diyor. Her mektubumda şiir istiyor benden. Ocağına düştüm, bir şiir daha…”
“Olmaz, dedim. Sen, şairliği nişanlısı tarafından onaylanmış bir şairsin artık. Bundan sonraki şiirleri kendin yazmalısın.”
Yine de dayanamadım, dağıtım oluncaya kadar iki şiir daha yazdım Nazif Çavuş için.

 


Yorumlar - Yorum Yaz