Site Menüsü

FIRSATTAN İSTİDA

Efendim, geçen ayki hekâyemiz çok tutulmuş olacak ki mehle kayfesine çıkamaz oldum. Herkeşin elinde birer cep telefonu, ordan açıp açıp okuyorlar ve habire gülüp duruyorlar. Birkaç kari de Atcamaların Tayyib Efendi’ye yazmış:
“Bu İrfani emmi eski kulağı kesiklerden olsa gerek. Bunda daha gün yüzü görmedik ne meseller vardır. Bir tane daha anlatıversin.” diyerekten. O da aradı:
“İrfani emmi sen bir hikâye daha anlat hayrına.” dedi.
Efendim ben Allah’ın garip bir küfecisiyim. Yıllarca bu şehrin zerzevatını, kömürünü, odununu sırtımızda taşıdık. E tabii lafını, sözünü, Allah affetsin dedikodusunu da taşımışız demek ki… Çenemiz düşünce foyamız ortaya çıktı. Muhannetliğe de gerek yok. Zati yüzümüz de yumuşak, lügatimizde “hayır” kelimesi çoktan sizlere ömür... En son rahmetli babam şimdiki bizim hanimden dolayı bu kızı alacaan dediğinde bir cahallık edip “Hayır! Ben bu kızı almam.” diye inatlaşınca ondan yediğim mükellef zopadan sonra bir daha ağzıma ‘hayır’ kelimesini alamadım. Neyse Tayyib Efendi’ye söz verdik, bir tane daha anlatacağız, çare yok.
Tabii bu iş bana accik mesarifli de oluyor. Benim okuma yazmam yok. Eskimez yazıyı okuma gözlüğüynen çat pat okuyorum emme onu da yazmayı beceremiyorum. Mecburen ben anlatınca birisinin de yazması gerekiyor. Eskiden beni konuşturup sesimi banda çekerlerdi. Sonra teyipte o bandı çalıp yazarlardı. Şimdi direk bilgisayara yazıyorlar. Hatta bizim torun beni konuşturup telefondan direk yazıya çeviriyormuş. Onu da bilgisayarda düzeltip gönderiyormuş. Ben bu işlerden anlamam. Neyse bizim böyük toruna bi yüzlük ürüşvetinen bu hekâyeyi yalvar yakar bilgisayarda yazdırdık ve Açıkkara umum müdürü Mehmet Pektaş Efendi’ye gönderdik...
Gelelim hekâyemize… Geçen sefer de bahsetmiştik ya hani İstidacı Sıddık Efendi’den. Ona bizim memlekette Pardon’un Sıddık Efendi de derler. Bu zat memleketin en meşhur istidacılarından birisidir. Onun yazdığı her istida bilakayd u şart reddedilmez, derhal yerini bulur. Kalemi çok güçlüdür. Onun eskiden Ağır Ceza Mahkemesinde zabıt kâtipliğinden mütekaid olduğuna dair bir iddia ortada dönse de bunu teyid edecek malumata erişemedim.
Efendim bizim Karacahisar köyümüzde âlim, âbid, zahid Hacı Nöri Efendi nam bir hocamız vardı. Bu zat Cumhuriyet öncesinde Dersaadet’te Sahn-ı Seman Medresesinden icazetliydi ve bizim memlekette Batumlu Hafız Medresesinde müderris olarak çalışırdı. Cumhuriyet sonrasında medreselerin kapatılması ve akabinde malum harf inkılabı neticesinde Nöri Efendi yeni yazıyı öğrenmediği için zamanın mürürü kanunisine göre cühela taifesinden addedilerek elindeki icazetleri iptal edildiği gibi vazifelerinden de el çektirilmişti. Hatta bu Hacı Nöri Efendi eskimez yazı ile talebe okuttuğu gerekçesi ile birkaç kez tutuklanmış, nezarethanede birkaç gün kaldıktan sonra yapılan tahkikat neticesinde yazıyı öğretmediği sadece kulaktan süveri salatı bellettiği gerekçesi ile suçsuzluğu anlaşılarak serbest bırakılsa da sürekli göz hapsine maruz bırakılmıştı.
Hacı Nöri Efendi bu takibattan bunalmış olacak ki birkaç sene sonra göçünü yüklediği gibi köyüne taşındı. Lakin Alaman Harbi esnasında memlekette yaşanan kıtlık neticesi halk perişandı. Geldi İsmet kalktı kısmet lafı artık dillerden düşmüyordu. O dönemde her şey karneye bağlanmıştı. Ekmek karne ile, gaz yağı karne ile, şeker karne ile…
Efendim bizim Hacı Nöri Efendi de gaz yağı alabilmek için bir gün köyden kalkıp şehre gelmiş. Sormuş soruşturmuş, gaz yağı için karne alması gerektiğini söylemişler. Onu da Vilayet makamından veriyorlar.
Hacı Nöri Efendi de doğruca Vilayet’e gitmiş ve oradaki kâtiplerden birisine:
“Efendi ben Karacahisar karyesinde mukimim. Gaz yağı alacağım. Bana karne verin.” demiş.
Kâtip Efendi:
“Hacı Efendi karne alabilmek için istida yazman gerekir.” deyince Nöri Efendi:
“Ben yeni yazı bilmem. Yani okuryazar değilim.” demiş. Kâtip homurdanarak:
“Git bir istidacıya yazdır.” demiş ve onu başından savmış.
Nöri Efendi mecburen oradan çıkıp Saathane’ye doğru elindeki bastonu ile yürümeye başlamış. Ben de o sırada bir yere odun götürmüş geri dönüyordum. Yolda Hacı Nöri Efendi ile karşılaştım. E beni de okutmuşluğu var. Hemen elini öptüm. Hâl hatır sordum ama canının sıdkın olduğu belli oluyordu.
“Hocam sizi pekiyi görmedim. Hayırdır bir sıkıntınız mı var?” diye sordum. Hacı Nöri Efendi bana:
“İrfani evladım, gaz yağı alacaktım. İstida yazdırmam gerekiyormuş. Kime yazdırsak acep?” dedi.
Ben de gülerek:
“Aman be hocam dert ettiğin şeye bak? Gider Pardon’un Sıddık Efendi’ye yazdırırız. Onun kalemi de kelamı da çok güçlüdür. Biraz nakıs biridir ama istediği parayı verince onun yazdığı istidadının önünde kimse duramaz.” dedim.
Neyse beraberce Saathane’nin karşısında bulunan amele kayfesinin önünde kollarında siyah kolluğu, başında İngiliz silindir föteri ve Alaman usulü Hitler tipi kesilmiş bıyıkları ile Sıddık Efendi’yi bulduk. Birisine istida yazıyordu. Bir de baktık ki bu adam bizim köyden Pinti Rıza… Hoşbeşten sonra yanlarına oturup mecburen bekledik.
Pinti Rıza’nın istidası bitti. Sıddık Efendi, daktilodan kâğıtları çıkarıp Rıza’ya uzatırken “Borcun on kuruş.” deyince Rıza boşboğazlık edip:
“Sıddık Efendi sana helalinden beş kuruş vereyim. İki şık şık bir tık tık on kuruş olmaz.” demez mi?
Sıddık Efendi birden ayağa fırladı ve Rıza’ya uzattığı kâğıdı bir anda parça parça etti ve ona:
“Madem yaptığım iş iki şık şık bir tık tıktan ibaret de sen niye yapmadın? Sana istida mistida yok. Değil on kuruş, on kaime de versen senin için tek harf yazanın anasını avradını…” diye bastı küfürü.
O esnada ortalık bir anda karıştı. Sıddık Efendi ile Pinti Rıza yumruk yumruğa girdiler. Bu arada daktilo masası devrildi. Yazı makinesi kırıldı. Araya girdik ama olan olmuştu bir kere. Neyse Rıza’yı oradan uzaklaştırdık. Biz şimdi ne yapacağız diye birbirimize sorarken Sıddık Efendi bize ters ters bakıp:
“Sizin hacetiniz neydi?” diye sordu.
Süklüm püklüm yanına yaklaştık.
“Sıddık Efendi bu kişi karyemizden âlim, fazıl bir şahsiyet olan Hacı Nöri Efendi’dir. Lakin eskimez yazıdan gayrini okuyup yazamaz. Gaz yağı almak istiyor. Vilayet’ten karne alacağın demişler. Vilayet’ten de istida yazdır demişler. Alıp size getirdim.” dedim.
Sıddık Efendi bir bana bir Nöri Efendi’ye baktı.
“Siz deminki Rıza’nın köylüsüydünüz değil mi?”
Birbirimize baktık. Pinti Rıza’nın yüzünden bu adam bizim istidayı da yazmayacak gibiydi.
“Sıddık Efendi sen ona bakma. Biz onunla köylüyüz ama ona bizim orada Pinti Rıza derler. Biz borcumuz neyse peşin öderiz. Pazarlık yapmayız.” dedim.
Sıddık Efendi:
“Bakın istidanızı yazardım amma makinem tamir istiyor. Elimle yazarım lakin yedi buçuk kuruşunuzu alırım. Eğer yazdıracaksanız parayı şuraya tek tek sayın. Yoksa yazmam.” dedi.
Hacı Nöri Efendi hemen kesesinden yedi buçuk kuruşu tek tek sayıp Sıddık Efendi’nin masasına bıraktı.
Sıddık Efendi’nin asık suratı bir anda değişivermişti. Gülerek sordu:
“Hacı Efendi gerçekten medreseli misin?”
Nöri Efendi utana sıkıla:
“He evlat, bir zamanlar öyleydi. Müderrislik etmişliğimiz de vardı lakin inkılaptan sonra bunların hükmü kalmadı. Bir günde cühela taifesinden oluverdik.”
Sıddık Efendi bir müddet düşündükten sonra tekrar sordu:
“Yeni yazıyı hiç mi öğrenmedin?”
“Sadece adımı yazarım, o da imza olsun diyerek. Parmak basmak ağrıma gidiyor.” dedi.
Sıddık Efendi’nin neşesi yerine gelmişti. Gülerek sordu:
“Öğrensen ne kaybederdin? Bak on kuruşluk istida için benim gibi ayaktakımına ağız eğiyorsun.”
Hacı Nöri Efendi derin bir iç geçirdi:
“Aman evladım o nasıl söz, estağfurullah. Lakin inatlaştık bir kere. İkide bir eski yazı okutuyor diye karakola götürüldük. Müdde-i umuma, müstantiğe ifade verdik. Sürekli peşimizde adamlar dolanıyor. Şehri terk edip köyümüze göçtük. Bu yüzden inatlaştık, yeni yazıyı okumadık.”
Sıddık Efendi bir kâğıt uzatarak:
“Madem sadece adını yazıp imza atıyorsun. Şu kâğıda elimle gösterdiğim yere adını yaz. Üstünü ben doldurayım.” dedi.
Nöri Efendi kâğıdın en alt sağ köşesine adını yazıp üzerini karaladı. Sıddık Efendi de kafasını sağa sola salladıktan sonra başladı yazmaya. Nerdeyse kâğıt dolmuştu.
Nöri Efendi:
“Evladım bir litre gaz yağı için bu kadar lafa ne gerek var?” diye sordu.
Sıddık Efendi:
“Hacı Baba ben herkese böyle uzun istida yazmam. Seni sevdim. Başkasına olsa bu istidayı yirmi kuruştan aşağıya yazmam. Bana çok dua edersin.” diye mukabele de bulundu.
Neyse uzun etmeyelim Sıddık Efendi istidayı güzelce katlayıp bir zarfın içine koydu. Biz zarfı aldığımız gibi ayağa kalktık ama Sıddık Efendi bize:
“Zarfı açmadan direk vilayet kâtibine verin. Eğer zarfı açarsanız Vali Efendi istidanızı yırtar atar. Aman deyim zarfı açmadan götürün. Ben üstüne “Zata mahsustur” diye yazdım. Şayet kâtipler açmaya kalkarsa da itiraz edin. Yoksa bu herifler sizin işi savsaklarlar. Ürüşvet almadan da Vali Bey’e istidanızı ulaştırmazlar. Sen âlim, fazıl bir adamsın. Ürüşvet mi vereceksin bu yaşta on paralık gaz yağı için!”
Biz “tamam” deyip Vilayet’e doğru yürüdük. İstidayı Vilayet kâtibine verdik. Adam bize ters ters bakıp:
“Zarfın üstüne “Hususidir, zata mahsustur” yazmışsınız. Hayırdır?” diye sordu.
Nöri Efendi:
“Kâtip Efendi, istidamızı Vali Bey’e direk arz etmemiz lazım. Ondan öyle yazdırıldı.” dedi.
Kâtip itiraz edecek olsa da Nöri Efendi:
“Maruzatımız şahsa mahsustur. Zarfı açmadan ulaştırın.” diye resti çekti.
Kâtip homurdanarak zarfı alıp içeri girdi.
Nöri Efendi de kulağıma eğilip:
“Sıddık Efendi haklıymış. Namussuz kâtip, ürüşvet alamadım diye nasıl da homurdanıyor? Ulan ben adama ürüşvet verir miyim?” dedi.
Neyse aradan beş dakika geçti geçmedi ki kâtip koşarak geldi:
“Vali Bey derhal ikinizi de görmek istiyor.” dedi.
Biz birbirimize baktık. İçeri girerken Nöri Efendi:
“Sıddık Efendi’nin kelamı bayağı güçlüymüş. Bak Vali Bey bizi huzura çağırdı.” dedi.
Huzura girer girmez Vali Efendi ayağa fırladı ve elindeki kâğıdı sallayarak:
“Bu istida kimin? Nöri hanginiz?” diye bağırdı.
Hacı Nöri Efendi gayet kendinden emin bir şekilde:
“Benim efendim.” dedi
Bu cevap üzerine Vali Efendi elindeki kâğıdı Hacı Nöri Efendi’nin suratına çarptı:
“Utanmaz adam, ahlaksız! Yaşından, başından, saçından, sakalında utanmaz mısın? Rezil herif!” diye bağırdı.
Vali Bey o kadar sinirlenmişti ki yüzü kıpkırmızı olmuştu ve bağırırken boğazındaki damarlar oklava gibi şişmişti. Ben içimden “adam bizi dövecek ellam” diye düşünürken Hacı Nöri Efendi:
“Gaz yağı istemek ayıp mı Vali Bey? Siz ne demek istiyorsunuz? Bu yaşıma kadar böyle hakaret görmedim. Ben nezdinizde cahil olabilirim ama Dersaadet’te medrese tahsili yapmış eski bir müderrisim. Bana böyle bağıramazsınız. Ben istibdatta ve İttihatçıların zamanında bile böyle bir hakarete maruz kalmadım. Teessüf ederim.” diye çıkıştı. Bu okuryazar kısmı pek de bir hadsiz oluyor ama işin ucu kötü. Ben Hacı Nöri’nin kolundan sarsıp susturmaya çalışırken bir de baktım ki bizim Vali de suspus oluverdi. Deminden beri köpüren adam bir anda duruluverdi ve derin bir taaccüple yüzümüze uzun uzun baktı.
“Sizin okuryazarlığınız yok mu?” diye sordu.
Hacı Nöri Efendi sert bir şekilde cevap verdi.
“Biz yeni yazıyı bilmeyiz. Eskimez yazıyı okuryazarız.” Vali bu söz üzerine tekrar sordu.
“Peki bu istidayı kime yazdırdınız o zaman?”
Bu defa ben araya girdim ve gayet naif bir üslupla:
“Sayın Vali’m okuryazarlığımız olmadığı için İstidacı Sıddık Efendi’ye yedi buçuk kuruş mukabilinde yazdırdık.” dedim.
Vali, odanın içinde bir iki tur attıktan sonra tekrar sordu:
“Peki size yazdığını okumadı mı?” İkimiz birden:
“Okumadı.” dedik. Vali yine sordu:
“Peki birisine okutmadınız mı?” Hacı Nöri Efendi:
“Efendim istidayı zarfa koydu, ağzını yapıştırdı ve üzerine zata mahsus yazdığını, zarfı açtırırsak sizin kızacağınızı ve hatta kâtiplerin de zarfı açmaması için dikkat etmemizi söyledi.” Vali yine sesini yükselterek sordu:
“O da niyeymiş?” Nöri Efendi:
“Efendim, ‘Kâtipler zarfı açıp okurlarsa ürüşvet vermeden işinizi yapmazlar, ama istida Vali Bey’in eline geçerse derhal işinizi halleder.’ dedi. Biz de kâtiplere zarfı açtırmadan size ulaşmasını sağladık. Ben bu yaştan sonra kimseye ürüşvet veremem.” dedi.
Bu arada Vali Bey yanımızda bekleyen kâtibe:
“Duydunuz mu Kâtip Efendi? Bu işten sonra sizin de canınıza okuyacağım.” dedi. Sonra bize dönerek “Şimdi okuyayım da dinleyin bakalım yazdırdığınız istidayı.” Başladı okumaya:
“Vilayet Makamına
Şehrimiz günden güne büyümekte, genç nüfusumuz artmaktadır. Yaşanan kıtlık ve Alaman Harbi’nin dünya iktisadı üzerine yaptığı menfi tesir yüzünden ticaret hayatı felç olmuştur. Bunun yanında fakru zaruret yaşayan ve geçtiğimiz dönemdeki Cihan Harbi neticesi ersiz kalan kadınlarımız ve kızlarımızın ırzı tehlikedir. Bir kuru ekmeğe muhtaç duruma düşen bu biçarelerin himayesi şarttır. Bu arada yine bu fakru zaruret yüzünden evlenemeyen gençlerin ihtiyaçlarını gidermek de elzemdir. Bu yüzden ilimizde faal bulunan ve Yaniğin Hanimin işlettiği umumhane ihtiyaca cevap veremediğinden bir yenisinin açılması için şahsıma gerekli izin ve ruhsatların verilmesini arz ederim.
Karacahisar karyesinden eski müderris El Hac Nöri Efendi.”
İkimiz de duyduklarımıza inanamadık. Utancımızdan yerin dibine geçmek istemiş, Vali Bey’in yüzüne bakamaz hâle gelmiştik. Tevekkeli adam deminden beri bize boşuna bağırıp çağırmıyormuş.
Hacı Nöri Efendi bir anda oracığa yığılıverdi. Adama neredeyse inme inecekti. Hemen su getirip eline yüzüne serptiler ve birkaç yudum içirdiler. Hükümet tabibini de çağırdılar.
Bu esnada Vali Bey polis müdürünü çağırıp Sıddık Efendi’nin derdest edilip derhal huzura getirilmesini emretti. Biz Hacı Efendi’yi sakinleştirmeye çalışırken yarım saat geçmemişti ki Sıddık Efendi iki polisin arasında içeri girdi.
Vali Bey ona bağırdı çağırdı ama Sıddık Efendi:
“Efendim benim suçum nedir? Bu adamları ben de bugün gördüm. Daha evvel ne gördüm, ne bilirim. Bunlar üç kişiydiler. Birisi istidayı yazınca parayı vermek istemedi. Kavga ettik. Bunlara kızdığım için bu istidayı şart olsun ben yazmadım. Ben yazsam daktilo ile yazarım. Kavga esnasında bunlar daktilomu kırdılar. Bu dilekçeyi bu adam kendi el yazısıyla yazmış. Yazısı çok bozuk olduğu için bana daktilo ettirmek istedi… Baktım ki umumhane açmak için ruhsat istiyor. Neuzü billah ne günlere kaldık dedim. Ben böyle adi bir evraka el süremem dedim. Israr edince baktım imzasını atmamış, şuraya imzanı karala dedim. Altında imzası var. İmzadaki yazı ile istidadaki yazı bire bir aynı. Bu yazı müteferrikan ve acemice yazılmış bir yazıdır. Hatta ben bu utanmaz adamın elindeki yazıyı kimse okumasın diye bir zarfa koydum ve bu istidayı kimse okumasın diye zata mahsus diye yazdım ve bunlara da “Aman bunu kimseye okutup da rezilliğinizi faş etmeyin. Kâtiplere bile okutmayın. Memlekette fesada sebep olmayın diye tembih ettim. Zarfın üzerindeki yazı şahsıma aittir. Göreceğiniz gibi benim yazım gayet düzgün bir el yazısıdır. Buradan her iki yazıyı mukayese edebilirsiniz efendim. Bütün esnaf ve kayfeci de olaya şahittir.” demez mi?
Hacı Efendi, Sıddık Efendi’ye elindeki baston ile öyle bir vurdu ki Sıddık Efendi ağrık tutmuş tavuk gibi kendi etrafından bir iki tur atıp oracığa yığıldı. Kafasına on beş dikiş atıldı. Haklı iken haksız olmuştuk. Mahkeme Sıddık Efendi’yi haklı bulduğu gibi Hacı Nöri Efendi’ye altı ay mapusluk ve 350 kaime ceza kesti. Allah’tan bana acıdılar da olayla ilgimin olmadığından beraatıma hükmedildi.
Nöri Efendi altı ay içeride yattıktan ve para cezasını ödedikten sonra altı ay daha yaşadı. Ellerine titreme gelmiş. Gaz yağı lambasını düşürdüğünden evi barkı yanıp kül oldu kendi de dumandan zehirlenerek ahirete irtihal etti.
Sıddık Efendi ise aldığı para ile kendisine bir arzuhalci dükkânı tuttu ve makinesini tamir ettirdi. Fırsattan istida ederek pardon istifade ederek bu işten kârlı çıktı ama lakin olan bizim Hacı Nöri Efendi’ye oldu.


Yorumlar - Yorum Yaz