Site Menüsü

KADROLU MUHTAR -XV- (Çalgıcılar)

Gırgır şamata Kara Ali’nin depodan bozma bürosuna vardık. Bizim köyün bütün düğünlerini yıllardır Kara Ali yaptığından köyü yediden yetmişe tanırdı. Mahmut kapıdan girerken maskesini çıkardı. Kara Ali ile kucaklaştı. Ben maskemi iyice yukarı çektim. Şöyle uzaktan selam verip oturayım diye düşündüm. Kara Ali, Mahmut’tan uzaklaştıktan sonra benim üstüme geldi.
“Çıkar su maskeyi yüzünü görek ağam.” dedi.
Maskeyi aşağı indirip boynuma sarıldı. Aylardır virüs korkusuyla yaşıyordum, bazen hiç istemesem de insanlarla temas etmek zorunda kalıyordum. Böyle anlarda psikolojik olsa gerek sağım solum kaşınmaya başlıyordu. Kara Ali, beni bıraktıktan sonra yine kaşınmaya başladım:
“Çay söylüüm ağam.” dedi. Mahmut:
“Ali, önce bir su ver. Dilim damağım kurudu.” dedi.
Ali, dükkânın bir köşesindeki saksılara doğru yöneldi. Saksıların yanındaki kirli tası alıp dışarı çıktı. Biraz sonra bir elinde çay tepsisi bir elinde kirli tasla geldi. Çayları önümüze koydu. Camın kenarındaki bardağı aldı. Bardak yarısına kadar dura dura sararmış suyla doluydu. Suyu çiçeklerin dibine döküp bardağı getirdiği suyla doldurdu. Mahmut suyu bir dikişte bitirdi:
“Bir daha kat.” dedi.
Bardak bir daha doldu, Mahmut bunu da bağrına akıta akıta içti. Ali, bardağı doldurup bu defa bana uzattı. Tıpkı televizyondaki gibi yeşil yeşil virüslerin bardağın üzerinde kımıl kımıl gezindiğini görüyordum. Maskemi yukarı doğru çekip:
“Sağ ol ben içmeyeyim.” dedim.
Mahmut, Ali’nin elindeki bardağı alıp “İç iç” diye önüme önüme uzatıyordu. İster istemez bir yudum alıp bıraktım. Köye vardığım gibi avluda soyunup kendimi banyoya atacaktım. Ben bunları düşünürken Mahmut söze başladı:
“Ali’m bizim tatlı bir telaşımız var. Nuri’yi nasipse bu defa evlendiriyoruz.” dedi. Ali:
“Hayırlı ossun ağam.” dedi. Mahmut:
“Sağ olasın. Bizim düğünde çalgı çalacaksın.” dedi. Ali:
“Sağa gurban olurum, çalarık ağam.” dedi. Çekmeceden eski bir ajanda çıkardı. Ajandanın baş tarafında şarkı sözleri yazılıydı. İlk sayfaları çevirip düğün tarihlerinin yazılı olduğu kısmı açtı.
“Ne zaman?” dedi. Mahmut:
“Haftaya…” deyince Ali kafasını kaldırıp bakışlarını Mahmut’a dikti:
“Ne diyon ağam sen? Bu iş son haftaya mı bırakılır? Altı ay önce gelecektin.” dedi. Mahmut telaşla:
“Ocağına düştüm Ali, beni araya sıkıştırıver?” dedi. Ali:
“Olur mu öyle şey ağam? Bizim buraları bilirsin çalmaya bir başladık mıydı pazar günü gelin alınasaa gadar çalarık.” dedi. Mahmut’un morali bozulmuştu. Bense içten içe sevinirken Mahmut kendince çare düşünüyordu:
“Tanıdığın kimse yok mu Ali? ” dedi. Ali:
“Ben senin hatırına aşiretten bizim teberleri arayayım ama bu saatten sonra kimseyi bulamazsın ağam.” dedi. Telefonunu çıkardı, belki on kişiyi aradı, o on kişi de kendi tanıdıklarını aradı. Mahmut, normal ücretin birkaç katını bile vermeye razıydı ama aranan herkes doluydu. Mahmut’un rengi değişti, kulaklarına kadar kızardı. Bana döndü sesi ağlamaklıydı:
“Muhtar’ım ne yapacağım ben şimdi?” Mahmut’un bu yüz ifadesine hiç dayanamıyordum, ne zaman görsem ona karşı kızgınlığım bir anda geçiyor, yerini acıma duygusuna bırakıyordu. Ama bu defa çalgıcı bulunamamasına sevinmiştim:
“Mahmut ne yapalım? Teyple idare edeceğiz.” dedim.
Mahmut başını önüne eğdi, gözlerini sildi:
“Bir evin bir oğlu dedim. Davullu zurnalı düğün edip evereyim istedim. Ne kara bahtım varmış.” dedi. Tam o sırada Ali’nin aklına birisi geldi:
“Dur hele ağam, bizim Çankayalı Niyazi belki boştur.” dedi. Mahmut başını kaldırdı:
“N’olursun ara, gelsin kaç paraysa vereyim.” dedi.
“Oğlum Ali, Ankaralıyı anladık, Sincanlıyı anladık, Ayaşlıyı, Kayaşlıyı anladık da Çankayalı ne oluyor?” dedim.
“Uzun hikâye ağam.” dedi. Mahmut’a döndüm:
“Mahmut, Çankaya neresi, bizim köy neresi? Hem bak adam Çankayalıymış bizim buraların havalarını bilmez.” dedim. Bu defa Kara Ali:
“Bu adam hep buraların havalarını çalar söyler ağam. Fukara zamanında gaset bile çıkardı.” dedi.
Mahmut’un gözleri parladı:
“Ne duruyorsun Ali, ara! Hem benim gibi adamın düğününe böyle meşhur sanatçı yakışır.” dedi. Ali tuşları çevirirken Mahmut belki cayar diye:
“Oğlum bu adam çok para ister.” dedim.
Mahmut:
“Kaç para isterse istesin, yeter ki bizim düğün çalgısız kalmasın.” dedi.
Ali, sesi dışarıya verdi. Telefon birkaç defa çaldıktan sonra hırıltılı bir ses:
“Alo!” dedi. Mahmut öyle havaya girmişti ki bu hırıltılı sesi birkaç defa alkışladı. Can kulağıyla konuşmaları dinliyordu. Ali, Niyazi ile hoşbeş ettikten sonra konuya girdi:
“Ağam düğün çalan mı?” dedi. Niyazi:
“La düğün mü var ki çalak!” dedi. Ali:
“Burda bi ağam var, düğün edecek. Ben doluyum. Şu işi bir görüver ağam.” dedi. Niyazi öksürdü:
“Görek de ritimcim yoh Ali. Bizim ekip dağıldı gitti.” dedi. Ali:
“Sefer varıdı o nerde ağam?” dedi.
Niyazi uzunca bir öksürükten sonra:
“Valla o çok oldu, hastaneye temizlikçi girdi.” dedi. Mahmut, Ali’yi dürtüp: “Bir arasın belki gelir.” dedi. Bunun üzerine Ali:
“Gurban olduğum bir arasan gelmez mi?” dedi. Niyazi tıksırarak konuştu:
“Canını yidiğim o memur oldu diyom.” dedi. Ben çalgıcı işinin olmayacağını düşünerek seviniyordum. Ali:
“Ağam sen yine de bir ara!” dedi. Niyazi, düğünün tarihini öğrendikten sonra Sefer’i aramak için telefonu kapattı. Mahmut heyecanla telefonun çalmasını bekliyordu. Biraz sonra Niyazi, Ali’nin telefonunu çaldırıp kapattı. Ali onu geri arayıp sesi yine dışarı verdi:
“Alo!”
“Alo! Ali’m Sefer’le gonuştum. Geliyok, düğün günü sabahtan ordayık.” dedi. Mahmut bunu duyunca ayağa kalkıp oynamaya başladı. Ben acaba aklını çelebilir miyim diye:
“Mahmut oğlum ta Ankara’dan gelecek bu adam, çok para ister ödeyemezsin. Sonradan demedi deme.” dedim. Mahmut’un hiç umurunda değildi. Ben böyle deyince Ali:
“Ağam kaç para alacan onu da duysunlar.” dedi. Uzunca bir öksürük nöbetinden sonra boğuk ses:
“Münasip bir şey versinler işte Ali.” dedi. Mahmut’un keyfi yerindeydi. Ali’yle vedalaşıp oradan ayrıldık. Köye dönecekken Mahmut’un telefonu çaldı. Arayan Nuri’ydi.
“Kuaförü unuttuk baba.” dedi. Mahmut:
“Başlatma kuaföründen!” dedi. Nuri’nin ısrarları karşısında:
“Tamam tamam ben ilçedeyim, bakarım.” dedi. Telefonu kapandıktan sonra:
“Mahmut kuaförü de mi ayarlamadın?” dedim.
“Eski köye yeni âdet getirecekler. Ne gerek var şimdi durup dururken masrafa?” dedi.
“Mahmut, şimdi gençler hep böyle. Kuaföre gitmeden evlenen yok.” dedim. Mahmut’un derdi başkaydı.
“Sadece gelin olsa neyse, şimdi çor çocuk hepsi gelmeye kalkar. Araba tutmak gerekir, kuaför faturası caba… Ben bu kazığı evlenirken yedim bir daha yemeye niyetim yok.” dedi.
“Çalgısız olur ama kuaförsüz olmaz Mahmut. İstersen Niyazi’yi ara vazgeçtiğini söyle, kuaför tut.” Mahmut, buna razı olmadı. Yolumuz Kuaför Şaziye’nin dükkânın önünden geçiyordu. Dükkânın önüne gelince durdum:
“Git konuş gel.” dedim. Mahmut gönülsüzce kuaföre girdi, on dakika sonra yüzü gülerek kuaförden çıktı.
“Konuştum. Sen düğün günü sabahtan gelip Şaziye’yi alacaksın. Şaziye sadece gelinin saçını makyajını yapacak, işi bitince getirir bırakırsın.” dedi.
“Mahmut benim başıma iş çıkarma. Hem kuaförü neden köye götürüyorsun? Gelini buraya getirsene.” dedim. Mahmut:
“Dedim ya muhtarım, gelinin arkasından bir otobüs adam gelir. Böylesi daha kârlı.” dedi.
“Mahmut asıl bu eski köye yeni âdet. Beni karıştırma bu işe. Kuaförü başkası alsın götürsün.” dedim.
“Sen arabayı verirsin, birine getirtiriz.” dedi.
“Mahmut, ben sana bu arabayı hediye edeyim. Al senin olsun, tepe tepe kullan.” dedim.
“Yok gardaş ne yapayım ben senin külüstürünü?” dedi. Sinirlendim, frene bastım:
“İn lan aşağı.” dedim. Bu defa:
“Yanlış anladın muhtarım Mercedes mübarek Mercedes.” dedi, eliyle arabanın göğsüne vurdu. Mahmut’un bir anda 180 derece döndüğünü görünce gülmekten kendimi alamadım. Arabayı yeniden hareket ettirdim.
Köye geldikten sonra Mahmut reklama başladı. Her gördüğüne “Ta Ankara’dan sanatçı getiriyorum. Kaseti bile var.” diyordu.


Yorumlar - Yorum Yaz